01-19 Şubat 2016 tarihleri
arasında Doğu Afrika ülkeleri (Kenya, Uganda, Ruanda, Tanzanya) ve Viktorya
Gölü’nü kapsayan gezim sırasında 13 Şubat 2016 tarihinde Ruanda’nın başkenti
Kigali’de Soykırım Müzesini ziyaret etme fırsatım oldu. Beni son derece
derinden etkileyen bu müze ziyaretimden önce size kısaca Ruanda’dan bahsetmek
istiyorum.
Resmi adıyla Ruanda
Cumhuriyeti, Doğu Afrika’da denize kıyısı bulunmayan
küçük bir ülke. Komşuları Uganda, Tanzanya, Burundi ve Demokratik Kongo. Ülkenin
başkenti Kigali.
Afrika Kıtası ve Ruanda |
Engebeli yapısı nedeniyle Ruanda, Fransızca “Mille Collines” anlamına gelen
“Bin Tepeli
Ülke” olarak da
adlandırılmakta. Bu terim ülke genelinde günlük hayatta çok sık kullanılmakta.
Ruanda, dağlar arasındaki derin vadilerle yer
yer kesilmiş, adeta bir yayla ülkesi. Ülkenin deniz seviyesinden yüksekliği
ortalama 1.500 m. En yüksek noktası 4.507 m ile Demokratik Kongo sınırında
bulunan, Virunga volkanik dağların bir parçası olan Karisimbi Dağı. Ülkede
yaban hayatın en önemli parçalarından birini oluşturan, soyu tükenme
tehlikesi ile karşı karşıya olan ve koruma altına alınan dağ gorilleri Virunga dağlarında yaşamakta.
Ülkenin güneydoğusunda yer
alan ve Kivu gölünün etrafından kuzey ve güney yönde ilerleyen Kongo-Nil
havzasında su kaynakları oldukça fazla. Ruanda, ekvatora yakın bir konumda
olmasına rağmen yükseltilerin çok olması nedeniyle nem oranı, sis ve soğuk
tropikal iklim sayesinde özel bir ekolojik sisteme sahip. Yıllık ortalama
sıcaklık 15-26 °C arasında değişmekte.
Ülkede var olan yağmur ormanları özellikle 1994 yılından sonra iç savaş nedeniyle komşu ülkelere kaçan Ruandalıların geri
gelmesi ile yeni yerleşim alanları oluşturulmak için yok edilmiş durumda.
Günümüzde sadece Nyungwe yağmur ormanları varlığını sürdürmekte olup, bölge
2012 yılında milli park ilan edilmiştir.
Ruanda’nın nüfusu yaklaşık 11 milyon ve nüfusun
yaklaşık %20’si başkentte yaşamakta. Sadece 26.338 km2 olan yüzölçümüyle,
Afrika kıtasında nüfus yoğunluğun en yüksek olduğu ülke. Ruanda’da nüfusun %
60’ı 0-24 yaş aralığında, yani çok
genç bir nüfusa sahip. Nüfusun %93,4'ü Hristiyan; %1,8'i Müslüman. Bu iki dinin
haricinde yerel dinlere inanan çok küçük bir topluluk da mevcut. Ülke
genelinde okuma-yazma oranı %70’ler civarında. Kişi başına düşen milli gelire
göre (230 ABD Doları) Birleşmiş Milletler sınıflandırmasında dünyadaki en az
gelişmiş kabul edilen 49 ülkeden biri.
Ruanda anayasasına göre ülkenin ulusal dili
Kinyarwanda, resmi dili ise İngilizce ve Fransızca. Tüm
okullarda eğitim ve sınavlar İngilizce gerçekleştirilmekte.
Ruanda genelinde aynı dile, kültüre sahip olan
bir toplum yaşamakta. Nüfusun %85'ini Hutu; %15’ini Tutsi ve %1’ini Twa etnik
grubu oluşturmakta.
Ruanda’nın
tarihinden kısaca bahsetmek gerekirse;
Afrika kıtası 15.
yüzyıldan itibaren Avrupa ülkeleri tarafından sömürülmüştür. 1876 yılına kadar
Afrika’nın ancak %10’u işgal altıda iken, 1890 yılına gelindiğinde yani 20 yıl
içerisinde sömürge olmamış kısım sadece %10’dur. 1885 yılında
gerçekleştirilen Berlin Konferansı ile sömürgecilik fiili işgal esasına bağlanarak,
sömürge ülkeler arasında ortaya suni sınırlar oluşturulmuştur.
Ruanda, 1890 yılından itibaren Almanya Doğu Afrika’sının bir
parçasıdır. Doğal kaynaklar
açısından zengin diğer Afrika devletleri varken, fakir ve karasal devletin kendi
payına düşmesinde fayda bulmayan Almanya, 1907 yılına kadar ülkeye bir idareci
göndermemiştir. 1907 yılında Kigali'de ilk
Alman üssünün açılmasıyla ilk temsilci 1908 yılında göreve başlamıştır. Belçika,
I. Dünya Savaşı'nın devam ettiği dönemde, Almanların herhangi bir direniş ile
karşılaşmadan Ruanda ve Burundi'yi işgal etmiştir.
I. Dünya Savaşı'nın sona ermesi ile Belçika,
Ruanda’da varlığını her alanda hissettirmeye başlamıştır. Doğal yaşam ihtiyaçlarını karşılamak dışında
çalışmayan Ruandalılara kahve tarlalarında çalışma zorunluluğu, çalışmayanlara ise
kırbaç cezası gibi yeni kurallar getirmiştir. 1933
yılından itibaren ırk ayrımı devreye sokulmuştur. Tutsi, Hutu ve Twa etnik grupları, belli statüler verilerek
ayrıştırılmış ve her biri grup, kabile olarak konumlandırılmıştır. Ülkede o zaman yaşayan Hutuların oranı %90,
Tutsilerin %9, Twalar ise %1’dir.
Belçika, ilk başta kendi amaçları doğrultusunda
üst kademeyi oluşturmak üzere Tutsileri desteklemiştir. İnsanların hangi ırktan olduğuna karar verilirken objektiflikten uzak ve
akıl dışı kıstaslar kullanılmıştır. Etiyopya kökenli
olduğuna inanılan Nuh'un soyuna
dayandırılan Tutsilerin daha ince yapılı ve narin bir görünüşe sahip olduğu
iddia edilerek uzun boy, güzel görünüm, açık ten, burun genişliği vb. fiziki
özellikleri olanlar Tutsi sayılmıştır. 1934-35
yıllarında gerçekleştirilen nüfus sayımında da, on ve üzeri büyükbaş hayvana
sahibi olanlar Tutsi, ondan daha az büyükbaş hayvana sahip olan çiftçilere Hutu
ve hiçbir büyükbaş hayvana sahip olmayan, avcılık ve çömlekçilikle uğraşanlar
Twa olarak kabul edilip sınıflandırılma yapılmıştır.
Belçika, ayrımcılığı körüklemek
amacıyla, iş başvurularından, hasta kabulüne kadar bütün kararlarını ırksal
farklılıklara göre almaya başlamıştır. Bu dönemde Tutsiler, Hutulara göre çok
daha iyi yaşam şartlarına kavuşmuştur. Daha sonra üniversiteler, eğitim ve
sosyal olanaklar neredeyse tamamen Hutulara kapanmıştır. 1950'lere kadar Tutsileri, Hutulardan üstün tutma siyaseti
güdülmüştür. II. Dünya Savaşının ardından özgürlükçü akımların güç kazanması
üzerine, Hutuların üzerindeki baskı hafifletilmiştir. Belçikalılar, uzun vadede
ülkede yönetimin seçimler aracılığı ile yapılacağı ve sayıca üstün Hutuların
yönetime geçme olasılığının artmasından dolayı bu sefer Hutuları desteklemeye
başlamıştır.
Ruanda 1 Temmuz 1962 tarihinde bağımsızlığını ilan ederken, Belçikalılar
yönetimi Hutulara bırakarak ülkeden ayrılmıştır. Bu durum, farklılıkları
belirgin bir şekilde ortaya konulan gruplar arasında ilerleyen yıllarda daha
büyük sorunlar yaşanmasına neden olmuştur. Hutular, Tutsilerin gerçek Ruandalı olmadığını, kendilerini sürekli
aşağılayan ve sömüren Avrupalı işgalcilerin akrabaları olduklarını ve Afrikalı zenci bile olmadıklarını kabul etmişlerdir.
Bağımsızlık sonrası süreçte Hutular ile Tutsiler
arasında ki gerginlikte herhangi bir azalma olmamış, özellikle Tutsiler
yönetimi tekrar ele almak adına girişimlerde bulunmuşlardır. 1963 yılında on
binlerce Tutsi'nin katılımı ile gerçekleştirilen gücü yeniden ele alma çabası
olumsuz sonuçlanmış, yeniden alevlenen iç savaşta Tutsilerin büyük bir bölümü
hayatını kaybetmiştir. 05 Temmuz 1973 yılında gerçekleştirilen askeri darbe
sonucunda yönetime el konulmuş, ilk seçimler için üç yıl beklenilmiş ve ilk
seçimler 1978 yılında gerçekleştirilmiştir.
1980 yılına kadar komşu ülkelerdeki Tutsi nüfusu 500.000’lere ulaşmıştır. Eğitimli ve kalifiye kişiler olmaları sebebiyle gittikleri ülkelerdeki önemli kadroları ele geçirerek ülkelerine dönüş için organize olmaya çalışmışlardır.
1980 yılına kadar komşu ülkelerdeki Tutsi nüfusu 500.000’lere ulaşmıştır. Eğitimli ve kalifiye kişiler olmaları sebebiyle gittikleri ülkelerdeki önemli kadroları ele geçirerek ülkelerine dönüş için organize olmaya çalışmışlardır.
1990 yılından itibaren Uganda sınırına yakın
bölgelerde yerleşik bulunan Tutsi asi orduları, Hutu iktidarını hedef almaya
başlamış, yurt dışına iltica eden Tutsilerin Ruanda'ya geri dönmeleri
hedeflemiştir. 1 Ocak 1990'dan 1992 yılına kadar kadar bir
iç savaş yaşanmıştır ancak Ağustos ayında imzalanan ateşkesle geçici olarak savaş
durdurulmuştur. Bu sürede soruna kalıcı çözüm bulmak isteyen aşırı
uçtan Hutular kurdukları Interhamwe” adındaki örgütün aldığı kararları hayata geçirmeye karar vermişlerdir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1993 yılında aldığı karar
doğrultusunda ülkeye Barış Gücü göndermiştir. Barış Gücünün barışı kurmak
için değil barışı korumak için gönderildiği ifade edilmiştir.
6 Nisan 1994'de tarihin gördüğü en kanlı katliamlardan birisi “Radio-Télévision Libre des Mille Collines” radyosunun ırkçı propagandaları ile başlamış ve olayların daha büyük kitlelere ulaşması sağlanmıştır. Aynı dönemde “Kangura” gazetesinde yayınlanan ölüm listeleri ile kişiler bizzat hedef olarak gösterilmiştir. Ülkede yaşanan kaostan faydalanan Interahamwe üyeleri ellerindeki listelere bakarak, eğitimli Tutsiler ile bu olaylara müdahil olmak istemeyen ılımlı Hutular başta olmak üzere kıyıma başlamışlardır.
6 Nisan 1994'de tarihin gördüğü en kanlı katliamlardan birisi “Radio-Télévision Libre des Mille Collines” radyosunun ırkçı propagandaları ile başlamış ve olayların daha büyük kitlelere ulaşması sağlanmıştır. Aynı dönemde “Kangura” gazetesinde yayınlanan ölüm listeleri ile kişiler bizzat hedef olarak gösterilmiştir. Ülkede yaşanan kaostan faydalanan Interahamwe üyeleri ellerindeki listelere bakarak, eğitimli Tutsiler ile bu olaylara müdahil olmak istemeyen ılımlı Hutular başta olmak üzere kıyıma başlamışlardır.
Ülke ekonomisi silah alımına uygun
olmadığı için Çin Halk Cumhuriyeti'ne yüz binlerce satır siparişi
verilmiştir. Satır verilemeyenlere ise, sivri uçlu sopalar verilerek bunları
yakında başlayacak olan "hamam böceği" avında kullanmaları
söylenmiştir. Bütün bu hazırlıkların farkında olan Hutu hükumeti önlem olarak
hiçbir şey yapmamıştır. Hutu milisleri, ellerine geçen her aletle Tutsileri
öldürmeye başlamış, parası olan Tutsiler kurşun parası vererek, acısız ölümü
satın almış, parası olmayanlar ise en acımasız şekilde öldürülmüştür.
Öldürmekten yorulan Hutular, Tutsilerin kaçmasını önlemek için aşil tendonlarını kesmiş,
dinlendikten sonra katliamlarına devam etmişlerdir. Kiliselerde rahipler,
hastanelerde doktorlar, ellerindeki Tutsileri, Hutulara teslim etmiştir. Ceset
saklanabilecek her yer cesetlerle dolmuş, cesetlere saldıran köpeklere
sinirlenen Hutular, o dönemde neredeyse ülkedeki tüm köpekleri öldürerek yok
etmişlerdir. Bu kargaşa sırasında öldürülen BM askerleri sebep gösterilerek, Bm Barış Gücünün bölgeden çekilmesi sonucunda katliam daha da
şiddetlenmiştir. O ana kadar bölgeye müdahaleden uzak durmaya çalışan Fransa,
ani bir kararla Hutu hükümetine askeri yardıma başlamış, an itibariyle 600 bin
insan öldürülmüşken, Fransızların kontrolü altındaki bölgede 200 bin kişinin
daha öldürülmesine seyirci kalmışlardır.
Fanatik Hutuların başlatmış olduğu soykırım
faaliyetleri sonucunda Nisan-Haziran 1994 döneminde 100 gün içinde 750.000
Tutsi ile 50.000 ılımlı Hutu hayatını kaybetmiştir. 2.000.000 Hutu ise komşu ülkelere mülteci olarak
sığınmıştır. Ruanda devletinin
yayınladığı resmi verilere göre soykırım sürecinde 1.074.017 kişi hayatını
kaybetmiş, bu kişilerden de 951.018 kişinin ismi tespit edilebilmiştir. İlerleyen
dönemlerde BM tarafından gerçekleştirilen organizasyonlar ile de ülkeden kaçan
kişilerin yeniden Ruanda'ya dönmeleri sağlanmıştır.
Yaşanan katliamın ardından,
sorumluların tespit edilmesi ve yargılanması için çalışmalar yapılmıştır. Ancak
sorumluların sayısının fazlalığı ve yaşanan olayların yıkıcılığı yüzünden
yargılamada sorunlar yaşanmıştır. Katliam sırasında devlet kurumlarının tamamına
yakını yok olmuştur ve katliam sanıklarının büyük kısmı köylerinde yaşamaya
devam etmiştir.
Katliamın acısının halk üzerinde
yarattığı etkinin dindirilmesi amacıyla, halkın kendi kuracağı mahkemelerde
alacağı kararların adli olarak tanınacağının bildirilmesi üzerine halk
mahkemelerinde 3'ten
fazla insan öldürenler yargılanmış ve halk kendi cezasını kendisi vermiştir.
Daha büyük suçlular için Birleşmiş Milletler gözetiminde Arusha Tanzanya'da bir
uluslararası suç mahkemesi kurularak yargılamalar sürdürülmüştür.
Ruanda genelinde yaşanan bu huzursuz ortamın
sona ermesi ile birlikte Paul Kagame 2000 yılında Tutsi azınlığını temsilen
ülkenin devlet başkanlığı koltuğuna oturmuş, 2003 yılında Hutular arasında
gerçekleştirilen halk referandumu ile de Hutular tarafından da devlet
başkanlığı onaylanmıştır. Günümüzde ülke genelinde Tutsilerin partisi çoğunluğu
sağlamakta ve ülkeyi yönetmektedir. 2010 yılında gerçekleştirilen devlet
başkanlığı seçimlerinde de oyların %93'ünü alan Kagame yeniden devlet
başkanlığı koltuğuna oturmuştur.
Ruanda'da, Uluslararası Af Örgütü'nün gözlemlerine göre düşünce özgürlüğü ciddi oranda
kısıtlanmış durumdadır. Ülke genelinde örgütlenme özgürlüğü hükumet tarafından
engellenmekte, sivil halk, insan hakları savunucuları, gazeteciler hükumet
yetkilileri tarafından kontrol edilerek hükumet aleyhine olduğu düşünülen
söylemlerde işlerinin yapılması engellenebilmektedir. Ruanda genelinde bulunan
mahkemeler adaletli kararların alınamadığı yerler olarak kabul edilmektedir.
Gelelim
Soykırım Müzesine;
Kigali Soykırım Müzesi |
Kigali Soykırım Müzesinde |
Sesli Rehber Haritası |
Müze görevlileri bizleri güler yüzle karşılıyorlar. Önce yönlendirildiğimiz
bir odada yaklaşık 10-15 dakika süren bir film gösterimi yapılıyor. Filmi
seyretmeye başladığınız andan itibaren yaşanan vahşetin boyutunu kavramaya
başlıyorsunuz. Filmde 1994 yılındaki soykırımdan sonra hayatta kalan çoğu
çocuğun, o günlere dair duyguları kendi ağızlarından anlatılıyor. 100 günde 800.000
insanın nasıl işkenceye maruz kalarak, 250.000 kişinin ise nasıl yakılarak
katledildiği anlatılıyor. Filmde, soykırımın kötü bir rüya gibi olduğu, müzeyi
evleri gibi gördükleri, müzeye gelince kendilerini ailelerinin yanında
hissettikleri, soykırımdan sonra asla kendilerini çocuk gibi hissetmedikleri,
insanların etnik kimlikleri yüzünden yakın arkadaşları ve komşuları tarafından
öldürüldükleri anlatılıyor
18 Nisan 1994 tarihinde başlanan soykırımda çocukların büyük kısmının
Gisimba yetimhanesinde saklandığı ve 10.000 insanın stadyumda katledildiği
anlatılıyor. Filmde yer alan kişilerin ağzından, hiç umut yoktu, anneler
çocukları için hiçbir şey yapamıyorlardı, ailemi sağ gördüğüm son andı, hepsini
çok özledim, onlara cenaze töreni bile yapamadık, çok kötü bir şekilde öldürüldüler
gibi yürekleri parçalayan sözcükler dökülüyor. Dil bilmenize bile gerek yok,
yüz ifadelerinden ne anlatmak istedikleri o kadar belli ki, o an insan olarak
ne hissedeceğinizi şaşırıyorsunuz. Kigali Soykırım Anıtının kendi yaşam hikayelerini
ve tarihlerini sembolize ettiği ve onların geride kalan insanlar olarak
anlatacakları olduğu söylenerek film bitiyor. Daha müzenin içine girmeden ruh
halimiz allak bullak olmuş şekilde odadan çıkıyoruz.
Müze üç bölümden oluşuyor. Giriş katındaki ilk bölümde her birine
ayrı isimler verilmiş galerilerde çeşitli fotoğraflar, bilgilendirici sesli
panolar ve çeşitli gazete haberleri yer alıyor. İlk galeri, Bizim Ruanda
diyerek başlıyor, arkasından Soykırım Öncesi, Koloniyel Dönem, Ayrıştırılmış
Toplum, Nihai Çözüme Doğru, Propagandanın Rolü, Soykırım Esnası ve Sonrası, Yetimler,
Uzun Vadeli Sonuçlar, Adalet ve Barış ve Barış Dolu Gelecek İnşası adlarını
taşıyor.
Yabancı Basında Soykırım |
İkinci bölümün adı ise Harcanmış Hayatlar. Bu bölümde soykırımda ölen çocuklar
ve ailelerinin duvarlarda fotoğraflarının yer aldığı galerilere giriyorsunuz. Aileler bu bölüm için çocuklarına
ait en son fotoğrafları müzeye teslim etmişler.
Kigali Sokırım Müzesi Çocuk Odası |
Kigali Soykırım Müzesi Çocuk Odası |
Duvarlardaki fotoğrafların yanı sıra, çeşitli yağlı boya tablolar, vitray ve heykeller ile ışıklı cam panolar üzerinde çocukların ağzından dillendirilen acı hikayeler de yer alıyor.
Bu hikayelerden bazıları şöyle: 7 yaşındaki Uwayisenda adındaki çocuk “Beni öldürmeye gelen milisi görünce şaşırdım, çünkü benim arkadaşımdı. Evimize her gün gelirdi, babamın tarlasında ücret karşılığı çalışırdı. Annem ona yiyecek verirdi. Aynı aileden olmamamıza rağmen ağabeyim gibiydi, onunla oyunlar oynardık. Onu incitecek hiçbir şey yapmamış olmama rağmen, neden beni öldürmek istediğini sordum. Beni bağışlaması için yalvardım. Hiç bir şey söylemedi, elindeki satır ile kafama vurdu. Elinde yüzüme yapışan odun parçalarından vardı. Öldüğümü anlayınca beni bıraktı….”
10 yaşındaki Nteziryayo: “Hayvanlar gibi koşuyordum, ağaç dallarını yemek zorunda kaldım. Tepelerde yakınlarımın cesetlerini gördüm. Koşarken satır ile vurulmuş ama hala nefes alan birileri ayağım takıldı… ”
10 yaşındaki Rose: “Pazarda büyük bir kalabalığın içerisinde olduğum her zaman sadece kardeşlerimi bulmalıyım diye düşünüyorum...” diye yazmaktadır.
Uwayisenda'nın Hikayesi |
UNICEF'in Anket Sonuçları |
UNICEF tarafından gerçekleştirilen Ulusal Travma Anketi sonuçlarına göre, 1994 yılında çocukların %80’nin ailelerinde ölüm deneyimini yaşadığı, %70’inin ailelerinin öldürüldüğüne ve yaralandığına tanıklık ettiği, %90’ının ise öleceğine inandığı ortaya çıkmıştır. Ayrıca pek çok çocuğun üzerinde soykırımdan kaynaklanan travmatik etkilerinin halen sürdüğü ve travma sonrası desteğe ihtiyaç duydukları belirlenmiştir.
Tutsi nesillerinin gelecekte asla var olmaması için, soykırımda kadınlar
ve çocuklar tecavüz, cinayet ve yaralamalarda doğrudan hedef olmuşlardır. Tutsi kadınlara soykırım boyunca sistematik olarak tecavüz edilmiş,
AİDS’li erkeklerle birlikte olmaya zorlanmış, bu tip olaylar soykırım silahı
olarak kullanılmış ve sonrasında kadınlar öldürülmüşlerdir. Tutsi erkekleri ile
evli Hutu kadınları da tecavüz edilerek cezalandırılmışlardır. Kadınlar ve
çocuklar soykırımda kurban olmalarının yanı sıra cinayet faili olarak da
kullanılmışlardır. Çocuklar sık sık kendi komşu ve arkadaşlarını öldürülmeleri
için zorlanmışlardır. Bazen de çocuklardan kendilerini öldürmeden önce
sevdiklerini öldürmeleri istenmiştir.
Ayrıca Hutu ve Tutsi kadınlarına kendi Tutsi çocuklarını öldürmek için
de güç uygulanmıştır.
Bu bölümde ayrıca dünyada yaşanan soykırımlara ait galeriler de mevcut.
1904-1905 yıllarında Namibya’da yaşananlar, 2. Dünya Savaşında 1939-1945
yıllarında Yahudilere yapılan soykırım ile Polonya’da bulunan Treblinka imha
kampı, Kamboçya’da 1975-1979 yıllarında, Balkanlar ve Saraybosna’da 1990’lı
yıllarda yaşanan olaylara ilişkin fotoğraf ve makalelerin sergilendiği galeride,
Talat Paşa'nın fotoğrafını görünce bir şok yaşıyorsunuz.
Salonda ışıklı cam panolar üstünde yer alan sözlere dikkat ettiğinizde
ne düşüneceğinizi hepten şaşırıyorsunuz. Bunlardan bazıları:
- Affetmeyi bilmeden insan olunmaz. Adalet olmadan affetmek olmaz. Fakat adalet insanlık olmadan gerçekleşemez. Yolande Mukagasana
- Soykırımdan sonra bir daha asla dediklerinde, bunun anlamı sadece bazı insanlar için mi ya diğerleri ?? Apollon Kabahizi
- Yetim olmayı ben istemedim...
Kigali Sokırım Müzesi Kamboçya Galerisi |
Kigali Soykırım Müzesi Saraybosna Galerisi |
Kigali Soykırım Müzesi Ermeni Galerisi |
Kigali Soykırım Müzesinde Talat Paşa |
Bu galeride, 1915-1918 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu dönemine
yaşanan bizim tabirimizle “zorunlu göç” olayı ve Ermeniler anlatılıyor. Soykırım
olarak adlandırılan olayın Avrupa Parlamentosunca 1997 yılında, Rus
Parlamentosunca 1994 yılında, Fransız Parlamentosunda ise 2001 yılında
tanındığı, Türklerin soykırım olayını ısrarcı bir şekilde asla kabul etmediği, bunu
bir iddia olarak nitelendirdiği, ABD, İngiltere batılı süper güçlerin de
stratejik askeri güç sebebiyle soykırım iddiasını kabul etmedikleri yazılı.
Bir Türk olarak Ruanda Soykırım Müzesinde bu bölümü görmek beni gerçekten şaşırtıyor ve üzüyor.Propagandanın gücüne burada tanık olabiliyorsunuz...
Müzenin en üst katında yer alan üçüncü bölümünde ise çeşitli anma
törenlerinin yanı sıra çocuklar için eğitim alanı olarak da kullanılan ve müze
tarafından yürütülen projelerin tanıtıldığı bir salon mevcut.
Kigali Soykırım Müzesi Eğitim Salonu |
Kigali Soykırım Müzesi Bağış Projesi Afişi |
Kigali Müzesi Eğitim Projesi Afişi |
Soykırım Müzesinin güzel bir bahçesi de var. Bahçede Hayatın Çiçekleri, Ruanda’nın İlleri, Kendini Savunma, Gül, Birlik, Bölünme ve Uzlaşma Bahçeleri olarak adlandırılmış. Bahçenin bir bölümünde 250.000’den fazla insanın sonradan bulunan cesetlerinin defnedildiği ve isimlerinin duvarlarda yer aldığı son dinlenme yerleri olarak kabul edilen mezar bölümü yer alıyor ve bu bölümde özellikle ölenlerin anısına saygı gösterilmesi isteniyor.
Kigali Soykırım Müzesi Defin Alanı |
Kigali Soykırım Müzesi Mezarlığı |
Kigali Soykırım Müzesi Mezarlığı |
Müzenin halka açık bir arşiv bölümü ile kafeteryası, satış mağazası ve çeşitli anma etkinliklerinin düzenlendiği amfi tiyatrosu mevcut. Satış bölümünden soykırım hakkında çeşitli yazarlara ait kitaplar almanız da mümkün.
Kigali Soykırım Müzesi Satış Mağazası |
Kigali Soykırım Müzesi Amfi Tiyatrosu |
Bence soykırımda yaşananlar hakkında en güzel anlatımı “Hotel Ruanda” filminde bulabilirsiniz. Türkiye’ye dönüşte bir solukta izlediğim film, 2004 yılında çekilmiş ve senaryosu katliamındaki gerçek olaylara dayanmakta. Filmin yönetmeni Terry George, başrol oyuncusu Don Cheadle. Kanada, İngiliz, İtalyan ve Güney Afrika ortak yapımı olan filmin büyük bölümü Güney Afrika’da çekilmiş. Ancak filme konu olan otelde yani Hotel Des Mille Collines'de çekilen kısımları da mevcut.
Ruanda Oteli Film Afişi |
Şu an Ruanda’da soykırım ile ilgili geçmişe bir son verebilmek adına, ülke bayrağı, milli marşı yanı sıra idari olarak bölgeler de yeniden düzenlenerek, Ruandalıların barış içerisinde yaşamaları için yoğun çaba sarf edilmekte.
Umarım ülkemde de içinde bulunduğumuz korku, panik, endişe dolu günler bir an önce son bulur. Gelecek nesillerimiz için huzur ve barış içinde yaşanacak bir dünyaya kavuşabilmek dileğiyle…
Özlem ŞENOL
23.03.2016
Kaynakça: www.wikipedia.org
elinize sağlık....
YanıtlaSilBu tarz olaylar karşısında insanın dünya'da oluş sebebini irdelemeye başlıyorum...Amacımız sade ve sadece sevgi olmalıyken birbirimize var olduğumuz günden beri verdiğimiz zarar beni ürkütüyor. Soykırımı kabul edin çığlıkları da sevgi ve hoşgörü iletisini vermekten maalesef çok uzak... Rabbimden tüm insanlığa, insan gibi yaşayabilmek için ihtiyacımız olan tek şeyin içimizdeki SEVGİ olduğu bilincini yerleştirmesini diliyorum....
YanıtlaSilGerçekten de seninle aynı duyguları paylaşıyorum Simgecim. İnsanlığın sonunu maalesef yine insanlar hazırlıyor...
Sil