23 Mart 2016 Çarşamba

RUANDA KİGALİ SOYKIRIM MÜZESİ

01-19 Şubat 2016 tarihleri arasında Doğu Afrika ülkeleri (Kenya, Uganda, Ruanda, Tanzanya) ve Viktorya Gölü’nü kapsayan gezim sırasında 13 Şubat 2016 tarihinde Ruanda’nın başkenti Kigali’de Soykırım Müzesini ziyaret etme fırsatım oldu. Beni son derece derinden etkileyen bu müze ziyaretimden önce size kısaca Ruanda’dan bahsetmek istiyorum.
Resmi adıyla Ruanda Cumhuriyeti, Doğu Afrika’da denize kıyısı bulunmayan küçük bir ülke. Komşuları Uganda, Tanzanya, Burundi ve Demokratik Kongo. Ülkenin başkenti Kigali.
Afrika Kıtası ve Ruanda
Engebeli yapısı nedeniyle Ruanda, Fransızca “Mille Collines” anlamına gelen “Bin Tepeli Ülke” olarak da adlandırılmakta. Bu terim ülke genelinde günlük hayatta çok sık kullanılmakta.
Ruanda, dağlar arasındaki derin vadilerle yer yer kesilmiş, adeta bir yayla ülkesi. Ülkenin deniz seviyesinden yüksekliği ortalama 1.500 m. En yüksek noktası 4.507 m ile Demokratik Kongo sınırında bulunan, Virunga volkanik dağların bir parçası olan Karisimbi Dağı. Ülkede yaban hayatın en önemli parçalarından birini oluşturan, soyu tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan ve koruma altına alınan dağ gorilleri Virunga dağlarında yaşamakta.
Ülkenin güneydoğusunda yer alan ve Kivu gölünün etrafından kuzey ve güney yönde ilerleyen Kongo-Nil havzasında su kaynakları oldukça fazla. Ruanda, ekvatora yakın bir konumda olmasına rağmen yükseltilerin çok olması nedeniyle nem oranı, sis ve soğuk tropikal iklim sayesinde özel bir ekolojik sisteme sahip. Yıllık ortalama sıcaklık 15-26 °C arasında değişmekte.
Ülkede var olan yağmur ormanları özellikle 1994 yılından sonra iç savaş nedeniyle komşu ülkelere kaçan Ruandalıların geri gelmesi ile yeni yerleşim alanları oluşturulmak için yok edilmiş durumda. Günümüzde sadece Nyungwe yağmur ormanları varlığını sürdürmekte olup, bölge 2012 yılında milli park ilan edilmiştir.
Ruanda’nın nüfusu yaklaşık 11 milyon ve nüfusun yaklaşık %20’si başkentte yaşamakta. Sadece 26.338 km2 olan yüzölçümüyle, Afrika kıtasında nüfus yoğunluğun en yüksek olduğu ülke. Ruanda’da nüfusun % 60’ı     0-24 yaş aralığında, yani çok genç bir nüfusa sahip. Nüfusun %93,4'ü Hristiyan; %1,8'i Müslüman. Bu iki dinin haricinde yerel dinlere inanan çok küçük bir topluluk da mevcut. Ülke genelinde okuma-yazma oranı %70’ler civarında. Kişi başına düşen milli gelire göre (230 ABD Doları) Birleşmiş Milletler sınıflandırmasında dünyadaki en az gelişmiş kabul edilen 49 ülkeden biri.
Ruanda anayasasına göre ülkenin ulusal dili Kinyarwanda, resmi dili ise İngilizce ve Fransızca. Tüm okullarda eğitim ve sınavlar İngilizce gerçekleştirilmekte.
Ruanda genelinde aynı dile, kültüre sahip olan bir toplum yaşamakta. Nüfusun %85'ini Hutu; %15’ini Tutsi ve %1’ini Twa etnik grubu oluşturmakta.
Ruanda’nın tarihinden kısaca bahsetmek gerekirse;
Afrika kıtası 15. yüzyıldan itibaren Avrupa ülkeleri tarafından sömürülmüştür. 1876 yılına kadar Afrika’nın ancak %10’u işgal altıda iken, 1890 yılına gelindiğinde yani 20 yıl içerisinde sömürge olmamış kısım sadece %10’dur. 1885 yılında gerçekleştirilen Berlin Konferansı ile sömürgecilik fiili işgal esasına bağlanarak, sömürge ülkeler arasında ortaya suni sınırlar oluşturulmuştur.
Ruanda, 1890 yılından itibaren Almanya Doğu Afrika’sının bir parçasıdır. Doğal kaynaklar açısından zengin diğer Afrika devletleri varken, fakir ve karasal devletin kendi payına düşmesinde fayda bulmayan Almanya, 1907 yılına kadar ülkeye bir idareci göndermemiştir. 1907 yılında Kigali'de ilk Alman üssünün açılmasıyla ilk temsilci 1908 yılında göreve başlamıştır. Belçika, I. Dünya Savaşı'nın devam ettiği dönemde, Almanların herhangi bir direniş ile karşılaşmadan Ruanda ve Burundi'yi işgal etmiştir.
I. Dünya Savaşı'nın sona ermesi ile Belçika, Ruanda’da varlığını her alanda hissettirmeye başlamıştır. Doğal yaşam ihtiyaçlarını karşılamak dışında çalışmayan Ruandalılara kahve tarlalarında çalışma zorunluluğu, çalışmayanlara ise kırbaç cezası gibi yeni kurallar getirmiştir. 1933 yılından itibaren ırk ayrımı devreye sokulmuştur. Tutsi, Hutu ve Twa etnik grupları, belli statüler verilerek ayrıştırılmış ve her biri grup, kabile olarak konumlandırılmıştır. Ülkede o zaman yaşayan Hutuların oranı %90, Tutsilerin %9, Twalar ise %1’dir.
Belçika, ilk başta kendi amaçları doğrultusunda üst kademeyi oluşturmak üzere Tutsileri desteklemiştir. İnsanların hangi ırktan olduğuna karar verilirken objektiflikten uzak ve akıl dışı kıstaslar kullanılmıştır. Etiyopya kökenli olduğuna inanılan Nuh'un soyuna dayandırılan Tutsilerin daha ince yapılı ve narin bir görünüşe sahip olduğu iddia edilerek uzun boy, güzel görünüm, açık ten, burun genişliği vb. fiziki özellikleri olanlar Tutsi sayılmıştır. 1934-35 yıllarında gerçekleştirilen nüfus sayımında da, on ve üzeri büyükbaş hayvana sahibi olanlar Tutsi, ondan daha az büyükbaş hayvana sahip olan çiftçilere Hutu ve hiçbir büyükbaş hayvana sahip olmayan, avcılık ve çömlekçilikle uğraşanlar Twa olarak kabul edilip sınıflandırılma yapılmıştır.
Belçika, ayrımcılığı körüklemek amacıyla, iş başvurularından, hasta kabulüne kadar bütün kararlarını ırksal farklılıklara göre almaya başlamıştır. Bu dönemde Tutsiler, Hutulara göre çok daha iyi yaşam şartlarına kavuşmuştur. Daha sonra üniversiteler, eğitim ve sosyal olanaklar neredeyse tamamen Hutulara kapanmıştır. 1950'lere kadar Tutsileri, Hutulardan üstün tutma siyaseti güdülmüştür. II. Dünya Savaşının ardından özgürlükçü akımların güç kazanması üzerine, Hutuların üzerindeki baskı hafifletilmiştir. Belçikalılar, uzun vadede ülkede yönetimin seçimler aracılığı ile yapılacağı ve sayıca üstün Hutuların yönetime geçme olasılığının artmasından dolayı bu sefer Hutuları desteklemeye başlamıştır.
Ruanda 1 Temmuz 1962 tarihinde bağımsızlığını ilan ederken, Belçikalılar yönetimi Hutulara bırakarak ülkeden ayrılmıştır. Bu durum, farklılıkları belirgin bir şekilde ortaya konulan gruplar arasında ilerleyen yıllarda daha büyük sorunlar yaşanmasına neden olmuştur. Hutular, Tutsilerin gerçek Ruandalı olmadığını, kendilerini sürekli aşağılayan ve sömüren Avrupalı işgalcilerin akrabaları olduklarını ve Afrikalı zenci bile olmadıklarını kabul etmişlerdir.
Bağımsızlık sonrası süreçte Hutular ile Tutsiler arasında ki gerginlikte herhangi bir azalma olmamış, özellikle Tutsiler yönetimi tekrar ele almak adına girişimlerde bulunmuşlardır. 1963 yılında on binlerce Tutsi'nin katılımı ile gerçekleştirilen gücü yeniden ele alma çabası olumsuz sonuçlanmış, yeniden alevlenen iç savaşta Tutsilerin büyük bir bölümü hayatını kaybetmiştir. 05 Temmuz 1973 yılında gerçekleştirilen askeri darbe sonucunda yönetime el konulmuş, ilk seçimler için üç yıl beklenilmiş ve ilk seçimler 1978 yılında gerçekleştirilmiştir.

1980 yılına kadar komşu ülkelerdeki Tutsi nüfusu 500.000’lere ulaşmıştır. Eğitimli ve kalifiye kişiler olmaları sebebiyle gittikleri ülkelerdeki önemli kadroları ele geçirerek ülkelerine dönüş için organize olmaya çalışmışlardır.
1990 yılından itibaren Uganda sınırına yakın bölgelerde yerleşik bulunan Tutsi asi orduları, Hutu iktidarını hedef almaya başlamış, yurt dışına iltica eden Tutsilerin Ruanda'ya geri dönmeleri hedeflemiştir. 1 Ocak 1990'dan 1992 yılına kadar kadar bir iç savaş yaşanmıştır ancak Ağustos ayında imzalanan ateşkesle geçici olarak savaş durdurulmuştur. Bu sürede soruna kalıcı çözüm bulmak isteyen aşırı uçtan Hutular kurdukları Interhamwe” adındaki örgütün aldığı kararları hayata geçirmeye karar vermişlerdir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1993 yılında aldığı karar doğrultusunda ülkeye Barış Gücü göndermiştir. Barış Gücünün barışı kurmak için değil barışı korumak için gönderildiği ifade edilmiştir.

6 Nisan 1994'de tarihin gördüğü en kanlı katliamlardan birisi Radio-Télévision Libre des Mille Collines” radyosunun ırkçı propagandaları ile başlamış ve olayların daha büyük kitlelere ulaşması sağlanmıştır. Aynı dönemde “Kangura gazetesinde yayınlanan ölüm listeleri ile kişiler bizzat hedef olarak gösterilmiştir. Ülkede yaşanan kaostan faydalanan Interahamwe üyeleri ellerindeki listelere bakarak, eğitimli Tutsiler ile bu olaylara müdahil olmak istemeyen ılımlı Hutular başta olmak üzere kıyıma başlamışlardır.
Ülke ekonomisi silah alımına uygun olmadığı için Çin Halk Cumhuriyeti'ne yüz binlerce satır siparişi verilmiştir. Satır verilemeyenlere ise, sivri uçlu sopalar verilerek bunları yakında başlayacak olan "hamam böceği" avında kullanmaları söylenmiştir. Bütün bu hazırlıkların farkında olan Hutu hükumeti önlem olarak hiçbir şey yapmamıştır. Hutu milisleri, ellerine geçen her aletle Tutsileri öldürmeye başlamış, parası olan Tutsiler kurşun parası vererek, acısız ölümü satın almış, parası olmayanlar ise en acımasız şekilde öldürülmüştür. Öldürmekten yorulan Hutular, Tutsilerin kaçmasını önlemek için aşil tendonlarını kesmiş, dinlendikten sonra katliamlarına devam etmişlerdir. Kiliselerde rahipler, hastanelerde doktorlar, ellerindeki Tutsileri, Hutulara teslim etmiştir. Ceset saklanabilecek her yer cesetlerle dolmuş, cesetlere saldıran köpeklere sinirlenen Hutular, o dönemde neredeyse ülkedeki tüm köpekleri öldürerek yok etmişlerdir. Bu kargaşa sırasında öldürülen BM askerleri sebep gösterilerek, Bm Barış Gücünün bölgeden çekilmesi sonucunda katliam daha da şiddetlenmiştir. O ana kadar bölgeye müdahaleden uzak durmaya çalışan Fransa, ani bir kararla Hutu hükümetine askeri yardıma başlamış, an itibariyle 600 bin insan öldürülmüşken, Fransızların kontrolü altındaki bölgede 200 bin kişinin daha öldürülmesine seyirci kalmışlardır.
Fanatik Hutuların başlatmış olduğu soykırım faaliyetleri sonucunda Nisan-Haziran 1994 döneminde 100 gün içinde 750.000 Tutsi ile 50.000 ılımlı Hutu hayatını kaybetmiştir. 2.000.000 Hutu ise komşu ülkelere mülteci olarak sığınmıştır. Ruanda devletinin yayınladığı resmi verilere göre soykırım sürecinde 1.074.017 kişi hayatını kaybetmiş, bu kişilerden de 951.018 kişinin ismi tespit edilebilmiştir. İlerleyen dönemlerde BM tarafından gerçekleştirilen organizasyonlar ile de ülkeden kaçan kişilerin yeniden Ruanda'ya dönmeleri sağlanmıştır.
Yaşanan katliamın ardından, sorumluların tespit edilmesi ve yargılanması için çalışmalar yapılmıştır. Ancak sorumluların sayısının fazlalığı ve yaşanan olayların yıkıcılığı yüzünden yargılamada sorunlar yaşanmıştır. Katliam sırasında devlet kurumlarının tamamına yakını yok olmuştur ve katliam sanıklarının büyük kısmı köylerinde yaşamaya devam etmiştir.
Katliamın acısının halk üzerinde yarattığı etkinin dindirilmesi amacıyla, halkın kendi kuracağı mahkemelerde alacağı kararların adli olarak tanınacağının bildirilmesi üzerine halk mahkemelerinde 3'ten fazla insan öldürenler yargılanmış ve halk kendi cezasını kendisi vermiştir. Daha büyük suçlular için Birleşmiş Milletler gözetiminde Arusha Tanzanya'da bir uluslararası suç mahkemesi kurularak yargılamalar sürdürülmüştür.
Ruanda genelinde yaşanan bu huzursuz ortamın sona ermesi ile birlikte Paul Kagame 2000 yılında Tutsi azınlığını temsilen ülkenin devlet başkanlığı koltuğuna oturmuş, 2003 yılında Hutular arasında gerçekleştirilen halk referandumu ile de Hutular tarafından da devlet başkanlığı onaylanmıştır. Günümüzde ülke genelinde Tutsilerin partisi çoğunluğu sağlamakta ve ülkeyi yönetmektedir. 2010 yılında gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçimlerinde de oyların %93'ünü alan Kagame yeniden devlet başkanlığı koltuğuna oturmuştur.
Ruanda'da, Uluslararası Af Örgütü'nün gözlemlerine göre düşünce özgürlüğü ciddi oranda kısıtlanmış durumdadır. Ülke genelinde örgütlenme özgürlüğü hükumet tarafından engellenmekte, sivil halk, insan hakları savunucuları, gazeteciler hükumet yetkilileri tarafından kontrol edilerek hükumet aleyhine olduğu düşünülen söylemlerde işlerinin yapılması engellenebilmektedir. Ruanda genelinde bulunan mahkemeler adaletli kararların alınamadığı yerler olarak kabul edilmektedir.

Gelelim Soykırım Müzesine;
Kigali Soykırım Müzesi

Kigali Soykırım Müzesinde

Sesli Rehber Haritası


Müze görevlileri bizleri güler yüzle karşılıyorlar. Önce yönlendirildiğimiz bir odada yaklaşık 10-15 dakika süren bir film gösterimi yapılıyor. Filmi seyretmeye başladığınız andan itibaren yaşanan vahşetin boyutunu kavramaya başlıyorsunuz. Filmde 1994 yılındaki soykırımdan sonra hayatta kalan çoğu çocuğun, o günlere dair duyguları kendi ağızlarından anlatılıyor. 100 günde 800.000 insanın nasıl işkenceye maruz kalarak, 250.000 kişinin ise nasıl yakılarak katledildiği anlatılıyor. Filmde, soykırımın kötü bir rüya gibi olduğu, müzeyi evleri gibi gördükleri, müzeye gelince kendilerini ailelerinin yanında hissettikleri, soykırımdan sonra asla kendilerini çocuk gibi hissetmedikleri, insanların etnik kimlikleri yüzünden yakın arkadaşları ve komşuları tarafından öldürüldükleri anlatılıyor
18 Nisan 1994 tarihinde başlanan soykırımda çocukların büyük kısmının Gisimba yetimhanesinde saklandığı ve 10.000 insanın stadyumda katledildiği anlatılıyor. Filmde yer alan kişilerin ağzından, hiç umut yoktu, anneler çocukları için hiçbir şey yapamıyorlardı, ailemi sağ gördüğüm son andı, hepsini çok özledim, onlara cenaze töreni bile yapamadık, çok kötü bir şekilde öldürüldüler gibi yürekleri parçalayan sözcükler dökülüyor. Dil bilmenize bile gerek yok, yüz ifadelerinden ne anlatmak istedikleri o kadar belli ki, o an insan olarak ne hissedeceğinizi şaşırıyorsunuz. Kigali Soykırım Anıtının kendi yaşam hikayelerini ve tarihlerini sembolize ettiği ve onların geride kalan insanlar olarak anlatacakları olduğu söylenerek film bitiyor. Daha müzenin içine girmeden ruh halimiz allak bullak olmuş şekilde odadan çıkıyoruz.
Müze üç bölümden oluşuyor. Giriş katındaki ilk bölümde her birine ayrı isimler verilmiş galerilerde çeşitli fotoğraflar, bilgilendirici sesli panolar ve çeşitli gazete haberleri yer alıyor. İlk galeri, Bizim Ruanda diyerek başlıyor, arkasından Soykırım Öncesi, Koloniyel Dönem, Ayrıştırılmış Toplum, Nihai Çözüme Doğru, Propagandanın Rolü, Soykırım Esnası ve Sonrası, Yetimler, Uzun Vadeli Sonuçlar, Adalet ve Barış ve Barış Dolu Gelecek İnşası adlarını taşıyor.
Yabancı Basında Soykırım
İkinci bölümün adı ise Harcanmış Hayatlar. Bu bölümde soykırımda ölen çocuklar ve ailelerinin duvarlarda fotoğraflarının yer aldığı galerilere giriyorsunuz. Aileler bu bölüm için çocuklarına ait en son fotoğrafları müzeye teslim etmişler.
Kigali Sokırım Müzesi Çocuk Odası



Kigali Soykırım Müzesi Çocuk Odası















Duvarlardaki fotoğrafların yanı sıra, çeşitli yağlı boya tablolar, vitray ve heykeller ile ışıklı cam panolar üzerinde çocukların ağzından dillendirilen acı hikayeler de yer alıyor. 


 
























Bu hikayelerden bazıları şöyle: 7 yaşındaki Uwayisenda adındaki çocuk “Beni öldürmeye gelen milisi görünce şaşırdım, çünkü benim arkadaşımdı. Evimize her gün gelirdi, babamın tarlasında ücret karşılığı çalışırdı. Annem ona yiyecek verirdi. Aynı aileden olmamamıza rağmen ağabeyim gibiydi, onunla oyunlar oynardık. Onu incitecek hiçbir şey yapmamış olmama rağmen, neden beni öldürmek istediğini sordum. Beni bağışlaması için yalvardım. Hiç bir şey söylemedi, elindeki satır ile kafama vurdu. Elinde yüzüme yapışan odun parçalarından vardı. Öldüğümü anlayınca beni bıraktı….”

10 yaşındaki Nteziryayo: “Hayvanlar gibi koşuyordum, ağaç dallarını yemek zorunda kaldım. Tepelerde yakınlarımın cesetlerini gördüm. Koşarken satır ile vurulmuş ama hala nefes alan birileri ayağım takıldı… ”
10 yaşındaki Rose: “Pazarda büyük bir kalabalığın içerisinde olduğum her zaman sadece kardeşlerimi bulmalıyım diye düşünüyorum...” diye yazmaktadır. 

Uwayisenda'nın Hikayesi
UNICEF'in Anket Sonuçları
Ruanda'da yaşanan soykırım özellikle çocuklar üzerinde olumsuz etkileri daha derin yaşanmaktadır. UNICEF verilerine göre 600.000 çocuk anne ya da babasından birinin ya da ikisinin de birden olmadığı bir ortamda çok kötü hayat koşullarında yaşamaktadır.

UNICEF tarafından gerçekleştirilen Ulusal Travma Anketi sonuçlarına göre, 1994 yılında çocukların %80’nin ailelerinde ölüm deneyimini yaşadığı, %70’inin ailelerinin öldürüldüğüne ve yaralandığına tanıklık ettiği, %90’ının ise öleceğine inandığı ortaya çıkmıştır. Ayrıca pek çok çocuğun üzerinde soykırımdan kaynaklanan travmatik etkilerinin halen sürdüğü ve travma sonrası desteğe ihtiyaç duydukları belirlenmiştir.
Tutsi nesillerinin gelecekte asla var olmaması için, soykırımda kadınlar ve çocuklar tecavüz, cinayet ve yaralamalarda doğrudan hedef olmuşlardır. Tutsi kadınlara soykırım boyunca sistematik olarak tecavüz edilmiş, AİDS’li erkeklerle birlikte olmaya zorlanmış, bu tip olaylar soykırım silahı olarak kullanılmış ve sonrasında kadınlar öldürülmüşlerdir. Tutsi erkekleri ile evli Hutu kadınları da tecavüz edilerek cezalandırılmışlardır. Kadınlar ve çocuklar soykırımda kurban olmalarının yanı sıra cinayet faili olarak da kullanılmışlardır. Çocuklar sık sık kendi komşu ve arkadaşlarını öldürülmeleri için zorlanmışlardır. Bazen de çocuklardan kendilerini öldürmeden önce sevdiklerini öldürmeleri istenmiştir.  Ayrıca Hutu ve Tutsi kadınlarına kendi Tutsi çocuklarını öldürmek için de güç uygulanmıştır. 


Salonda ışıklı cam panolar üstünde yer alan sözlere dikkat ettiğinizde ne düşüneceğinizi hepten şaşırıyorsunuz. Bunlardan bazıları:
  • Affetmeyi bilmeden insan olunmaz. Adalet olmadan affetmek olmaz. Fakat adalet insanlık olmadan gerçekleşemez. Yolande Mukagasana
  • Soykırımdan sonra bir daha asla dediklerinde, bunun anlamı sadece bazı insanlar için mi ya diğerleri ?? Apollon Kabahizi
  • Yetim olmayı ben istemedim...

Bu bölümde ayrıca dünyada yaşanan soykırımlara ait galeriler de mevcut. 1904-1905 yıllarında Namibya’da yaşananlar, 2. Dünya Savaşında 1939-1945 yıllarında Yahudilere yapılan soykırım ile Polonya’da bulunan Treblinka imha kampı, Kamboçya’da 1975-1979 yıllarında, Balkanlar ve Saraybosna’da 1990’lı yıllarda yaşanan olaylara ilişkin fotoğraf ve makalelerin sergilendiği galeride, Talat Paşa'nın fotoğrafını görünce bir şok yaşıyorsunuz.


Kigali Sokırım Müzesi Kamboçya Galerisi


Kigali Soykırım Müzesi Saraybosna Galerisi



Kigali Soykırım Müzesi Ermeni Galerisi


Kigali Soykırım Müzesinde Talat Paşa
Kigali SoykırımMüzesi Ermeni Galerisi




















Bu galeride, 1915-1918 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu dönemine yaşanan bizim tabirimizle “zorunlu göç” olayı ve Ermeniler anlatılıyor. Soykırım olarak adlandırılan olayın Avrupa Parlamentosunca 1997 yılında, Rus Parlamentosunca 1994 yılında, Fransız Parlamentosunda ise 2001 yılında tanındığı, Türklerin soykırım olayını ısrarcı bir şekilde asla kabul etmediği, bunu bir iddia olarak nitelendirdiği, ABD, İngiltere batılı süper güçlerin de stratejik askeri güç sebebiyle soykırım iddiasını kabul etmedikleri yazılı.

Bir Türk olarak Ruanda Soykırım Müzesinde bu bölümü görmek beni gerçekten şaşırtıyor ve üzüyor.Propagandanın gücüne burada tanık olabiliyorsunuz...
Müzenin en üst katında yer alan üçüncü bölümünde ise çeşitli anma törenlerinin yanı sıra çocuklar için eğitim alanı olarak da kullanılan ve müze tarafından yürütülen projelerin tanıtıldığı bir salon mevcut.
Kigali Soykırım Müzesi Eğitim Salonu
Kigali Soykırım Müzesi Bağış Projesi Afişi
Kigali Müzesi Eğitim Projesi Afişi















Soykırım Müzesinin güzel bir bahçesi de var. Bahçede Hayatın Çiçekleri, Ruanda’nın İlleri, Kendini Savunma, Gül, Birlik, Bölünme ve Uzlaşma Bahçeleri olarak adlandırılmış. Bahçenin bir bölümünde 250.000’den fazla insanın sonradan bulunan cesetlerinin defnedildiği ve isimlerinin duvarlarda yer aldığı son dinlenme yerleri olarak kabul edilen mezar bölümü yer alıyor ve bu bölümde özellikle ölenlerin anısına saygı gösterilmesi isteniyor.



Kigali Soykırım Müzesi Defin Alanı

Kigali Soykırım Müzesi Mezarlığı

Kigali Soykırım Müzesi Mezarlığı
















Müzenin halka açık bir arşiv bölümü ile kafeteryası, satış mağazası ve çeşitli anma etkinliklerinin düzenlendiği amfi tiyatrosu mevcut. Satış bölümünden soykırım hakkında çeşitli yazarlara ait kitaplar almanız da mümkün. 
Kigali Soykırım Müzesi Satış Mağazası


Kigali Soykırım Müzesi Amfi Tiyatrosu

Bence soykırımda yaşananlar hakkında en güzel anlatımı “Hotel Ruanda” filminde bulabilirsiniz. Türkiye’ye dönüşte bir solukta izlediğim film, 2004 yılında çekilmiş ve senaryosu katliamındaki gerçek olaylara dayanmakta. Filmin yönetmeni Terry George, başrol oyuncusu Don Cheadle. Kanada, İngiliz, İtalyan ve Güney Afrika ortak yapımı olan filmin büyük bölümü Güney Afrika’da çekilmiş. Ancak filme konu olan otelde yani Hotel Des Mille Collines'de çekilen kısımları da mevcut.

Ruanda Oteli- Hotel Des Mille Collines
Film, en iyi aktör, en iyi yardımcı aktris ve en iyi özgün senaryo dallarında Oscar'a aday gösterilmiş. Amerikan Film Enstitüsü filmi tüm zamanların en ilham veren 100 filmi içeresinde 90. sıraya koymuştur.


Ruanda Oteli Film Afişi
Müze ziyaretimden 4 gün gün sonra henüz Türkiye’ye dönmeden Ankara’da Merasim Sokakta yaşanan patlama olayı, Soykırım Müzesi ve bu filmi seyrettikten sonra Nelson Mandela’nın “Hiç kimse ten renginden, geçmişinden yada dininden dolayı diğerinden nefret ederek dünyaya gelmez! İnsanlar nefret etmeyi öğrenirler ve eğer nefreti öğreniyorlarsa o zaman onlara sevmeyi de öğretebiliriz” sözü daha da anlamlı geliyor. 

Şu an Ruanda’da soykırım ile ilgili geçmişe bir son verebilmek adına, ülke bayrağı, milli marşı yanı sıra idari olarak bölgeler de yeniden düzenlenerek, Ruandalıların barış içerisinde yaşamaları için yoğun çaba sarf edilmekte.

Umarım ülkemde de içinde bulunduğumuz korku, panik, endişe dolu günler bir an önce son bulur. Gelecek nesillerimiz için huzur ve barış içinde yaşanacak bir dünyaya kavuşabilmek dileğiyle…

Özlem ŞENOL
23.03.2016



Kaynakça: www.wikipedia.org 


3 yorum:

  1. elinize sağlık....

    YanıtlaSil
  2. Bu tarz olaylar karşısında insanın dünya'da oluş sebebini irdelemeye başlıyorum...Amacımız sade ve sadece sevgi olmalıyken birbirimize var olduğumuz günden beri verdiğimiz zarar beni ürkütüyor. Soykırımı kabul edin çığlıkları da sevgi ve hoşgörü iletisini vermekten maalesef çok uzak... Rabbimden tüm insanlığa, insan gibi yaşayabilmek için ihtiyacımız olan tek şeyin içimizdeki SEVGİ olduğu bilincini yerleştirmesini diliyorum....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekten de seninle aynı duyguları paylaşıyorum Simgecim. İnsanlığın sonunu maalesef yine insanlar hazırlıyor...

      Sil