24 Mayıs 2019 Cuma

Doğunuz Yıldızı "Taşkent" (I. Bölüm)


Orta Asya ülkelerinden Özbekistan’a gideceğim için oldukça heyecanlı ve meraklıyım. 5 Haziran 2018 Salı günü Ankara’da evimden saat 18:00’de çıkmama rağmen trafik nedeniyle Esenboğa Havaalanından saat 20:00’deki İstanbul uçuşuma zar zor yetişiyorum. İstanbul’dan Taşkent’e gitmek üzere yapacağım uçuş saat 23:55’de. Ankara’da yaşadığım geç kalma geriliminden dolayı, İstanbul Atatürk Havaalanında uçaktan iner inmez hemen dış hatlara geçerek gümrük işlemlerimi tamamlıyorum. Sonra’da uçağa bineceğim kapıya erkenden giderek biraz olsun dinlenmek istiyorum.

İstanbul’dan THY ile Özbekistan’a uçmanın bu kadar zor olabileceğini hiç düşünmemiştim. Önce kapıya doğru yürürken bir Özbek genci Taşkent’e gidip gitmediğimi ve uçuş kapı numarasını soruyor. Kapı numarası söylediğimde ise elindeki fazla bavulunu, benim uçağa kadar götürüp götüremeyeceğimi soruyor. Kendisini kibarca reddediyorum ve ısrarını görmezden geliyorum. Bekleme salonuna geçerek etraftaki kalabalığı seyrediyor, olan biteni anlamaya çalışıyorum Aynı genç ve bunun gibi pek çok kişi, gelen yolculardan aynı talepte bulunuyor. Bekleme salonunda adeta trajikomik bir film çevriliyor. Ortalıkta terazi ile dolaşan yer hizmetlileri, bavullarını oraya buraya emanet etmeye çalışan insanlar, bilet kontrol görevlisi ile kavga edenler, fazla bavul ücreti üzerinden pazarlık yapmaya çalışanlar. Uçak saati gelmesine rağmen bir türlü uçağa alınmıyoruz. Kapının önündeki karmaşa giderek artıyor. Nihayet gecikmeli de olsa uçağa biniyoruz. Ancak bu defa da 45 dakikadan fazla uçak içinde bekletiliyoruz. Ne olduğunu sorduğumda ise uçağa binen bir yolcunun, seyahatinden vazgeçmesi sebebiyle bagajının uçaktan indirilmesinin beklendiği söyleniyor. Bu kişi sanırım kapıda bagaj ücreti yüzünden görevlilerle tartışan bayan yolcu. Ekstra bavul için 150 dolardan fazla ücret ödemesi istenen kadın, sanırım sonunda hesap yaptı ve aldıklarının 150 dolar etmediğini akıl ederek yolculuktan vazgeçti diye düşünüyorum. 7 sıralı Airbus tipi uçakta herkes kafasına göre koltuğunu değiştiriyor. Üç koltuklu sıralara binenler ise anında adeta evlerindeki yataklarına uzanmışçasına yastık ve battaniyeleri kapmışlar. Hosteslerin ikazına rağmen insanlar koltuk kapmaca oynuyorlar. En son anons yapılıyor ve herkesin yerine oturması isteniyor. Uçak tam kalkışa geçecek ki, bir yolcu gayet umursamaz bir tavırla ayağa kalkarak baş üstü bagaj bölmesinden bavulunu almaya çalışıyor. Hayretler içinde ağzım bir karış açık şekilde seyahatim başlıyor ve uçak kalkar kalmaz yorgunluktan kendimden geçiyorum. Sabah saat 06:30’da sağ salim Taşkent İslam Kerimov Havaalanına iniyoruz. Hiç böyle bir uçak yolculuğu yapmadığım için, bu yolculuk anılarım arasına bu şekilde katılıyor.


6 Haziran 2018 Çarşamba günü saat 06:30 ve hava neredeyse 30 C. İş için geldiğim Özbekistan’da görevim yarın başlayacağı için bu gün olabildiğince Taşkent’i gezmeye ayırmak istiyorum.

Özbekistan’ın başkenti Taşkent, yaklaşık üç milyonluk nüfusuyla Orta Asya’nın en büyük şehirlerinden biri. Taşkent tarihi 2200 yıl öncesine kadar uzanıyor. SSCB döneminde Moskova, St. Petersburg ve Kiev'den sonra dördüncü büyük şehir olarak, geniş cadde ve meydanları, büyük park ve bahçeleri, düzenli yerleşim alanları ve altyapısı ile şehir planlamacılığının en önemli örneklerinden biri olarak kabul edilmiş. Ancak 1966 yılında gerçekleşen depremde neredeyse tamamen yıkılıp, daha sonra yeniden inşa edilmesine rağmen eski ve yeni mimari tarzı bir arada güzel bir şekilde sentezlenmiş.

Otele giriş saatim öğleden sonra olduğu için bugün 50 dolar ücret karşılığında bir araç kiraladım. Havaalanının çıkışında bana gün boyu eşlik edecek olan İlham bey ile kolayca buluşuyorum. Kendisi 1992 yılında Türkiye’de Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olmuş. Dolayısıyla kendisiyle kolayca anlaşıyoruz. Havaalanından şehir merkezine doğru yola çıktığımızda çok geniş caddelerin yer aldığı şehrin pek çok yerinde devasa çınar ağaçları ve büyük parklar ilk dikkatimi çekenler arasında yer alıyor. Ancak şehirdeki binalar abartılı şekilde büyük olmalarına rağmen oldukça sade bir mimariye sahip.

İlham bey ilk olarak kahvaltı yapıp yapmadığımı soruyor. Bende önce döviz bozdurmam gerektiğini söylüyorum. Serbest piyasada döviz bozdurmak zor olduğu için beni bir otelin içindeki Ziraat Bankası Şubesine götürüyor. Burada 150 dolar karşılığında 1.182.000 SOM alıyorum. Para sayılacak gibi değil, ömrümde bu kadar parayı bir arada görmedim desem sanırım yalan olmaz. Aklım hepten karışıyor. Pratiklik açısından 1 Dolar’ın yaklaşık 8000 SOM (7880) olduğunu aklıma yerleştirmeye çalışıyorum. Genelde yurt dışında harcamalarımı kolaylık açısından hep kredi kartı ile yapmama rağmen, Özbekistan’da kredi kartı kullanma olasılığımın çok düşük olduğunu gelmeden öğrenmiştim. Bu yüzden neredeyse bir bavul dolusu parayı sağlam bir yere yerleştirmeye çalışıyorum. 

Para işimizi hallettikten sonra kahvaltı için beni Ahıska Türklerinin işlettiği “Yeşil Kafe” isimli bahçe içinde ufak bir kafeye götürüyor. Menüye baktığımda yine sürpriz ile karşılaşıyorum. Yaprak sarma, sigara böreği, menemen dâhil olmak üzere pek çok tanıdık lezzet bir arada. Güzel bir kahvaltı ve çayın üstüne artık kendime geliyorum ve gezi rotamız üzere plan yapıyoruz.

Hazreti İmam Meydanı
İlk durağımız Taşkent’in tarihi kesiminde, şehrin kutsal kalbi olarak adlandırılan Hazreti İmam (Hast İmam) meydanı. Bu meydanda, Hazreti İmam Cami, şimdi bir kütüphane görevini üstlenen Tilla Şeyh Cami, Ebubekir Kaffal Şasi Türbesi, Barak Han Medresesi ve İmam El Buhari İslam Enstitüsü yer alıyor.

Hazreti İmam Camisine giriş için turistlerden 10.000 SOM ücret alınıyor. Cami heybetli giriş kapısı, iki yanındaki mavi kubbeleri ile çok güzel bir yapı. Camiyi avlusundan fotoğraflamaya çalışıyorum. Ancak yapılar o kadar heybetli ki yanımda geniş açı objektif getirmediğime pişman oluyorum. 


Meydandaki Tilla Şeyh Camisinin içinde çok güzel bir kütüphane vardır. Buradaki en önemli eser, metal bir sanduka içinde muhafaza edilen ve cam bir bölmede sergilenen Hz. Osman’ın tarafından 7.yy’da yazdırılan Kuran-ı Kerim. Bu Kuran-ı Kerimin dünyadaki en eski ve orijinal kuran olduğu, ilk çoğaltılan 6 mushaftan bir tanesi olduğu söyleniyor. Ceylan derisi üzerine yazılmış kitabın çok geniş sayfaları ve inanılmaz bir kalınlığı var. Hatta Hz. Osman’ın şehit edildiği sırada okuduğu Kuran-ı Kerim olduğu ve üzerindeki kan izinin ona ait olduğu rivayet ediliyor. Timur, bu Kuranı Kerimi, Semerkant’taki Bibi Hanım Camisine hediye etmiş, daha sonra Semerkant'tan Taşkent’e getirilmiş. Daha sonra Ruslar tarafından St. Petersburg'a götürülen Kuran-ı kerim, devrimden sonra Bolşevikler tarafından Taşkent'e geri gönderilmiş. Kütüphanede, bu Kuran dışında pek çok el yazması Kuran-ı Kerim de yer alıyor. Ne yazık ki burada fotoğraf çekilmesine izin verilmiyor.

Meydanın bir diğer tarafında, Taşkent’in simgesel yapılardan birisi olan Barak Han Medresesi var.


15. yüzyılda inşa edilen, 16. yy’da eklemeler yapılan medrese, en son 1955-1963 yılları arasında restore edilmiş. İsmini, Timur’un torunu Barak Han’dan alan medrese, büyük bir avlu etrafında toplanan binalardan oluşuyor. Medresenin cephesi mavi çinilerle bezenmiş. Turkuaz renkli kubbeleri, sarı tuğladan kulesi ile yerel mimariyi çok güzel yansıtıyor. Medrese, Özbek hükümeti tarafından koruma altına alınmış.

 





















Medresenin içinde şu an hediyelik eşya satan ufak dükkânlar bulunuyor. Diğer günler fazla vaktim olmayacağını düşünerek hemen bu dükkânlardan bir ikisini hızlıca geziyorum. Tahta oymacılığı, bakır işlemeciliği, halı ve kilimcilik, yerel kıyafetler, takılar ve tablolar…Pek çok yerel el sanatı örneğini buradan satın almak mümkün.

  
Bense artık klasik hale gelen hem koleksiyonuma katmak hem de yakınlarıma hediye etmek üzere seramikten yapılmış 10 adet magnet almakla yetiniyorum. Bu arada koyun yününden yapılmış Karakalpak giyerek bir de hatıra fotoğrafı çektiriyorum. 



         














Medreseden çıktıktan sonra, hemen yakındaki Özbekistan Müftülüğünün İdari Merkezi binası ile meydanın kuzeyindeki 16. yüzyıldan kalma Ebubekir Muhammed Keffal Şaşi Türbesini, türbenin karşısında eski Namazgâh Camiini görüyoruz. 19. yy’da yapılmış cami, 1971 yılından beri İmam EI-Buhari İslam Enstitüsüne dönüştürülmüş durumda.







Chor Su Pazarı
Şehir merkezinin eski bölümünün merkezinde yer alan “Chor Su”, bizim kullandığımız şekliyle Çarşı, Farsça’da ''dört yol kavşağı'' anlamına geliyormuş. Taşkent’in hem en büyük, hem de eski pazarlarından biri. İpek yolunun Taşkent’ten geçmesi sebebiyle değişik zamanlarda farklı ülkelerden gelen tüccarların buluşma mekânı imiş. Turkuaz renkli büyük geniş kubbesi ile fark edilmemesi mümkün değil. İlginç bir mimarisi var, ışık alabilmesi ve havalandırma için kubbesi açık biçimde, yan cepheleri ise camdan inşa edilmiş. Pazarda her türlü gıda maddesi, bakliyat, baharat, sebze-meyve, giyim, kumaş ve hediyelik eşya bulmak mümkün. Pazarın çevresinde de açık ve kapalı diğer pazar alanları var.


Pazarın giriş katında kasaplar yer alıyor. Burada at eti dahil her türlü et ve et ürününü bulmak mümkün. Rehberim İlham bey, Orta Asya’da Türklerin atlarına, silahlarına ve hanımlarına verdiği önemden bahsederken, Özbeklerin atlarını yemeleri sebebiyle göç edemeyip Orta Asya’da kaldıklarını söyleyince birlikte buna çok gülüyoruz. Ancak etlerin hijyen durumu hakkında pek de olumlu şeyler söylemek mümkün değil. Hava çok sıcak ve her yerde maalesef sinekler uçuşuyor.




İçeriden merdivenle çıkılan ikinci katta, başta siyah ve sarı üzüm, badem olmak üzere kurutulmuş kavun, kuru kayısı ve incir gibi değişik meyve kurularına, kuruyemiş, şeker, çay, baharat vb. ürünlere rastlıyorsunuz. Satıcılar tadım yapmanız için adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Organik olduğu söylenen kuruyemiş çeşitleri, Özbekistan’ın en meşhur ürünleriymiş. Bunun yanı sıra üzerleri renkli çörek otlarıyla süslenmiş Özbekistan’a has ve “Nan” olarak isimlendirilen ekmelerden de bol miktarda görebilirsiniz. 




Renkli ve değişik insan manzaralarına rastladığım pazarda, vaktin nasıl geçtiğini anlayamıyorum…

  
Öğle saatinin yaklaşması ile birlikte hava sıcaklığı neredeyse 40 0C’ye yaklaşıyor. Öğle yemeği için Taşkent’in meşhur Aş Evin’de Özbek pilavı yemeye karar veriyoruz. Et ve pirinçten yapılan Özbek pilavı ülkenin mutfak kültüründe ilk sırada yer alan en lezzetli yemek. Aş Evi pazara oldukça yakın bir mesafede. Yemeğin belli saatlerde çok büyük kazanlarda pişirilmesi sebebiyle yemek saatini kaçırmamak gerekiyor. 

Devasa kazanlarda ve odun ateşi üzerinde pişen Özbek pilavına renk veren maddenin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Kayısı zannettiğim şey, son derece tatlı ve lezzetli havuçmuş. Bunun yanı sıra pilavın içinde soğan, nohut, kuş üzümü var. MÖ 4. yüzyılda, Büyük İskender zamanından bu yana yapılan, her bir aşçının kendi bulduğu bir özelliği ekleyerek zenginleştirdiği ve bu nedenle bir "sanat" diye nitelendiren pilavın pişirimi, bölgeden bölgeye değişiklik gösterse de hepsinin ayrı bir lezzeti, ayrı bir özelliği bulunuyor. Yaklaşık 100 çeşidi olan pilavın tarifinin, ünlü tıp bilgini İbn-i Sina dönemine kadar gittiğinin rivayet edildiği Özbekistan'da, pilav için şarkılar, maniler, atasözleri ve deyimler bulunuyor. Bu arada Özbek pilavı 2016 yılında Özbek hükümetinin girişimiyle UNESCO'nun Somut Olmayan Kültür Mirası Listesi'ne dahil edilmiş. 2017 yılında da, 60 aşçının, 6 saatte, 5 metre çapındaki özel kazanlarla hazırladığı 7360 kg Özbek pilavı, Guinness Rekorlar Kitabı'na girmiş. Hazırlanan bu pilav vatandaşlar ve çocuk esirgeme kurumlarında kalan çocukların da bulunduğu 30 binden fazla kişiye ikram edilmiş. 


Aş Evinde pilavın üstüne bol miktarda dana eti ve arzunuza göre at eti ile bıldırcın yumurtası veya yumurta ilave ediliyor. Servisler lacivert beyaz porselen tabaklar üzerinde, üzüm şırası, salata, cacık, Özbek ekmeği (Nan) ve hazmı kolaylaştırdığı için "Özbek Piyalesi" diye adlandırılan gök-kök çay (yeşil çay) ile geleneksel çay fincanlarında ikram ediliyor.









      
Pilav gerçekten çok lezzetli, bıldırcın yumurtasını içim kaldırmasa da at etini özellikle tatmak istiyorum. Etten çok fazla anlamayan birisi olarak, dana etine göre biraz daha sert olan at etinin çok da farklı ve özel bir lezzet taşıdığını düşünmüyorum. 



Özel günler ile düğün sofralarının en önemli yemeği sayılan Özbek pilavı, eve gelen misafirlere ikram ediliyormuş. Özbekistan'da kadınlar kadar erkekler de bu pilavı pişirmeyi mutlaka bilirmiş. Evlere misafir geldiğinde, pilavı mutlaka evin erkeği yaparmış. Ayrıca Özbekistan’da pilav pişirmek için özel mekanlarda bulunuyormuş. Kalabalık misafirlerin ağırlandığı "çayhane" denilen yerlerde pilavda kullanılacak malzemeler ile birlikte gidiliyormuş. Özbeklerin yaşamında çok önemli bir yer tutan bu gelenekte çayhaneye gidiş adeta bir şölen havasında yaşanıyormuş. Pilavın pişirilmesi, yenmesi ve masa başı sohbetleri gün boyu sürüyormuş.



Bu nefis pilavın verdiği ağırlık ve sıcağın da etkisiyle  gezime bir süre ara vererek serin bir yerlerde dinlenmek ve bir kahve içmek istiyorum. Bu molayı  için en uygun yer ise Aş Evi'ne çok yakın bir mesafede bulunan Taşkent TV kulesi oluyor... 

Taşkent izlenimlerime II. Bölümünde  devam etmek üzere.


Sevgiyle kalın...
Özlem

1 yorum:

  1. Vallahi seninle birlikte,TAŞKENT'i gezdik. At eti yedik. Ne hoş na anlamlı yazı ve fotograflar.
    Seni kutluyorum. Keşke bütün fotografçılar böyle güzel yazı ve fotografları birleştirip yayınlasa çok faydalı tanıtıcı olur.
    candan kutluyorum.

    YanıtlaSil