Orta Asya ülkelerinden Özbekistan’a gideceğim
için oldukça heyecanlı ve meraklıyım. 5 Haziran 2018 Salı günü Ankara’da evimden
saat 18:00’de çıkmama rağmen trafik nedeniyle Esenboğa Havaalanından saat 20:00’deki
İstanbul uçuşuma zar zor yetişiyorum. İstanbul’dan Taşkent’e gitmek üzere
yapacağım uçuş saat 23:55’de. Ankara’da yaşadığım geç kalma geriliminden dolayı,
İstanbul Atatürk Havaalanında uçaktan iner inmez hemen dış hatlara geçerek
gümrük işlemlerimi tamamlıyorum. Sonra’da uçağa bineceğim kapıya erkenden
giderek biraz olsun dinlenmek istiyorum.
İstanbul’dan THY ile Özbekistan’a uçmanın bu
kadar zor olabileceğini hiç düşünmemiştim. Önce kapıya doğru yürürken bir Özbek
genci Taşkent’e gidip gitmediğimi ve uçuş kapı numarasını soruyor. Kapı
numarası söylediğimde ise elindeki fazla bavulunu, benim uçağa kadar götürüp
götüremeyeceğimi soruyor. Kendisini kibarca reddediyorum ve ısrarını görmezden
geliyorum. Bekleme salonuna geçerek etraftaki kalabalığı seyrediyor, olan
biteni anlamaya çalışıyorum Aynı genç ve bunun gibi pek çok kişi, gelen
yolculardan aynı talepte bulunuyor. Bekleme salonunda adeta trajikomik bir film
çevriliyor. Ortalıkta terazi ile dolaşan yer hizmetlileri, bavullarını oraya
buraya emanet etmeye çalışan insanlar, bilet kontrol görevlisi ile kavga edenler,
fazla bavul ücreti üzerinden pazarlık yapmaya çalışanlar. Uçak saati gelmesine
rağmen bir türlü uçağa alınmıyoruz. Kapının önündeki karmaşa giderek artıyor.
Nihayet gecikmeli de olsa uçağa biniyoruz. Ancak bu defa da 45 dakikadan fazla
uçak içinde bekletiliyoruz. Ne olduğunu sorduğumda ise uçağa binen bir
yolcunun, seyahatinden vazgeçmesi sebebiyle bagajının uçaktan indirilmesinin
beklendiği söyleniyor. Bu kişi sanırım kapıda bagaj ücreti yüzünden
görevlilerle tartışan bayan yolcu. Ekstra bavul için 150 dolardan fazla ücret
ödemesi istenen kadın, sanırım sonunda hesap yaptı ve aldıklarının 150 dolar
etmediğini akıl ederek yolculuktan vazgeçti diye düşünüyorum. 7 sıralı Airbus
tipi uçakta herkes kafasına göre koltuğunu değiştiriyor. Üç koltuklu sıralara
binenler ise anında adeta evlerindeki yataklarına uzanmışçasına yastık ve
battaniyeleri kapmışlar. Hosteslerin ikazına rağmen insanlar koltuk kapmaca
oynuyorlar. En son anons yapılıyor ve herkesin yerine oturması isteniyor. Uçak
tam kalkışa geçecek ki, bir yolcu gayet umursamaz bir tavırla ayağa kalkarak
baş üstü bagaj bölmesinden bavulunu almaya çalışıyor. Hayretler içinde ağzım
bir karış açık şekilde seyahatim başlıyor ve uçak kalkar kalmaz yorgunluktan kendimden
geçiyorum. Sabah saat 06:30’da sağ salim Taşkent İslam Kerimov Havaalanına iniyoruz.
Hiç böyle bir uçak yolculuğu yapmadığım için, bu yolculuk anılarım arasına bu
şekilde katılıyor.
6 Haziran 2018 Çarşamba günü saat 06:30 ve
hava neredeyse 30 C. İş için geldiğim Özbekistan’da görevim yarın
başlayacağı için bu gün olabildiğince Taşkent’i gezmeye ayırmak istiyorum.
Özbekistan’ın başkenti Taşkent, yaklaşık üç
milyonluk nüfusuyla Orta Asya’nın en büyük şehirlerinden biri. Taşkent tarihi
2200 yıl öncesine kadar uzanıyor. SSCB döneminde Moskova, St. Petersburg ve
Kiev'den sonra dördüncü büyük şehir olarak, geniş cadde ve meydanları, büyük park
ve bahçeleri, düzenli yerleşim alanları ve altyapısı ile şehir
planlamacılığının en önemli örneklerinden biri olarak kabul edilmiş. Ancak 1966
yılında gerçekleşen depremde neredeyse tamamen yıkılıp, daha sonra yeniden inşa
edilmesine rağmen eski ve yeni mimari tarzı bir arada güzel bir şekilde
sentezlenmiş.
Otele giriş saatim öğleden sonra olduğu için
bugün 50 dolar ücret karşılığında bir araç kiraladım. Havaalanının çıkışında bana
gün boyu eşlik edecek olan İlham bey ile kolayca buluşuyorum. Kendisi 1992
yılında Türkiye’de Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden
mezun olmuş. Dolayısıyla kendisiyle kolayca anlaşıyoruz. Havaalanından şehir merkezine doğru yola çıktığımızda çok geniş caddelerin
yer aldığı şehrin pek çok yerinde devasa çınar ağaçları ve büyük parklar ilk
dikkatimi çekenler arasında yer alıyor. Ancak şehirdeki binalar abartılı
şekilde büyük olmalarına rağmen oldukça sade bir mimariye sahip.
İlham bey ilk olarak kahvaltı yapıp
yapmadığımı soruyor. Bende önce döviz bozdurmam gerektiğini söylüyorum. Serbest
piyasada döviz bozdurmak zor olduğu için beni bir otelin içindeki Ziraat
Bankası Şubesine götürüyor. Burada 150 dolar karşılığında 1.182.000 SOM alıyorum.
Para sayılacak gibi değil, ömrümde bu kadar parayı bir arada görmedim desem
sanırım yalan olmaz. Aklım hepten karışıyor. Pratiklik açısından 1 Dolar’ın yaklaşık 8000 SOM (7880) olduğunu aklıma yerleştirmeye
çalışıyorum. Genelde yurt dışında harcamalarımı kolaylık açısından hep kredi
kartı ile yapmama rağmen, Özbekistan’da kredi kartı kullanma olasılığımın çok
düşük olduğunu gelmeden öğrenmiştim. Bu yüzden neredeyse bir bavul dolusu
parayı sağlam bir yere yerleştirmeye çalışıyorum.
Para işimizi hallettikten sonra kahvaltı için
beni Ahıska Türklerinin işlettiği “Yeşil Kafe” isimli bahçe içinde ufak bir
kafeye götürüyor. Menüye baktığımda yine sürpriz ile karşılaşıyorum. Yaprak
sarma, sigara böreği, menemen dâhil olmak üzere pek çok tanıdık lezzet bir
arada. Güzel bir kahvaltı ve çayın üstüne artık kendime geliyorum ve gezi
rotamız üzere plan yapıyoruz.
Hazreti İmam Meydanı
İlk durağımız Taşkent’in tarihi kesiminde, şehrin kutsal kalbi olarak
adlandırılan Hazreti İmam (Hast İmam) meydanı. Bu meydanda, Hazreti İmam Cami,
şimdi bir kütüphane görevini üstlenen Tilla Şeyh Cami, Ebubekir Kaffal Şasi
Türbesi, Barak Han Medresesi ve İmam El Buhari İslam Enstitüsü yer alıyor.
Hazreti İmam Camisine giriş için turistlerden
10.000 SOM ücret alınıyor. Cami heybetli giriş kapısı, iki yanındaki mavi
kubbeleri ile çok güzel bir yapı. Camiyi avlusundan fotoğraflamaya çalışıyorum.
Ancak yapılar o kadar heybetli ki yanımda geniş açı objektif getirmediğime
pişman oluyorum.
Meydandaki Tilla Şeyh Camisinin içinde çok
güzel bir kütüphane vardır. Buradaki en önemli eser, metal bir sanduka içinde
muhafaza edilen ve cam bir bölmede sergilenen Hz. Osman’ın tarafından 7.yy’da
yazdırılan Kuran-ı Kerim. Bu Kuran-ı Kerimin dünyadaki en eski ve orijinal kuran
olduğu, ilk çoğaltılan 6 mushaftan bir tanesi olduğu söyleniyor. Ceylan derisi
üzerine yazılmış kitabın çok geniş sayfaları ve inanılmaz bir kalınlığı var.
Hatta Hz. Osman’ın şehit edildiği sırada okuduğu Kuran-ı Kerim olduğu ve üzerindeki
kan izinin ona ait olduğu rivayet ediliyor. Timur, bu Kuranı Kerimi, Semerkant’taki
Bibi Hanım Camisine hediye etmiş, daha sonra Semerkant'tan Taşkent’e getirilmiş.
Daha sonra Ruslar tarafından St. Petersburg'a götürülen Kuran-ı kerim, devrimden
sonra Bolşevikler tarafından Taşkent'e geri gönderilmiş. Kütüphanede, bu Kuran
dışında pek çok el yazması Kuran-ı Kerim de yer alıyor. Ne yazık ki burada fotoğraf
çekilmesine izin verilmiyor.
Meydanın bir diğer tarafında, Taşkent’in
simgesel yapılardan birisi olan Barak Han Medresesi var.
15. yüzyılda
inşa edilen, 16. yy’da eklemeler yapılan medrese, en son 1955-1963 yılları
arasında restore edilmiş. İsmini, Timur’un torunu Barak Han’dan
alan medrese, büyük bir avlu etrafında toplanan binalardan oluşuyor. Medresenin
cephesi mavi çinilerle bezenmiş. Turkuaz renkli kubbeleri, sarı tuğladan kulesi
ile yerel mimariyi çok güzel yansıtıyor. Medrese, Özbek hükümeti tarafından
koruma altına alınmış.
Medresenin içinde şu an hediyelik eşya satan
ufak dükkânlar bulunuyor. Diğer günler fazla vaktim olmayacağını düşünerek
hemen bu dükkânlardan bir ikisini hızlıca geziyorum. Tahta oymacılığı, bakır
işlemeciliği, halı ve kilimcilik, yerel kıyafetler, takılar ve tablolar…Pek çok
yerel el sanatı örneğini buradan satın almak mümkün.
Bense artık klasik hale gelen hem
koleksiyonuma katmak hem de yakınlarıma hediye etmek üzere seramikten yapılmış 10
adet magnet almakla yetiniyorum. Bu arada koyun yününden yapılmış Karakalpak
giyerek bir de hatıra fotoğrafı çektiriyorum.
Medreseden çıktıktan sonra, hemen yakındaki Özbekistan
Müftülüğünün İdari Merkezi binası ile meydanın kuzeyindeki 16. yüzyıldan kalma Ebubekir
Muhammed Keffal Şaşi Türbesini, türbenin karşısında eski Namazgâh Camiini
görüyoruz. 19. yy’da yapılmış cami, 1971 yılından beri İmam EI-Buhari İslam
Enstitüsüne dönüştürülmüş durumda.
Chor Su Pazarı
Şehir merkezinin eski bölümünün merkezinde yer alan “Chor
Su”, bizim kullandığımız şekliyle Çarşı, Farsça’da ''dört yol kavşağı'' anlamına
geliyormuş. Taşkent’in hem en büyük, hem de eski
pazarlarından biri. İpek yolunun Taşkent’ten geçmesi sebebiyle değişik
zamanlarda farklı ülkelerden gelen tüccarların buluşma mekânı imiş. Turkuaz renkli büyük geniş kubbesi ile fark edilmemesi
mümkün değil. İlginç bir mimarisi var, ışık alabilmesi ve havalandırma için
kubbesi açık biçimde, yan cepheleri ise camdan inşa edilmiş. Pazarda her türlü
gıda maddesi, bakliyat, baharat, sebze-meyve, giyim, kumaş ve hediyelik eşya bulmak mümkün. Pazarın çevresinde
de açık ve kapalı diğer pazar alanları var.
Pazarın giriş katında kasaplar yer
alıyor. Burada at eti dahil her türlü et ve et ürününü bulmak mümkün. Rehberim
İlham bey, Orta Asya’da Türklerin atlarına, silahlarına ve hanımlarına verdiği
önemden bahsederken, Özbeklerin atlarını yemeleri sebebiyle göç edemeyip Orta
Asya’da kaldıklarını söyleyince birlikte buna çok gülüyoruz. Ancak etlerin
hijyen durumu hakkında pek de olumlu şeyler söylemek mümkün değil. Hava çok
sıcak ve her yerde maalesef sinekler uçuşuyor.
İçeriden merdivenle çıkılan ikinci katta, başta siyah ve sarı üzüm, badem olmak üzere kurutulmuş kavun, kuru kayısı ve incir gibi değişik meyve kurularına, kuruyemiş, şeker, çay, baharat vb. ürünlere rastlıyorsunuz. Satıcılar tadım yapmanız için adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Organik olduğu söylenen kuruyemiş çeşitleri, Özbekistan’ın en meşhur ürünleriymiş. Bunun yanı sıra üzerleri renkli çörek otlarıyla süslenmiş Özbekistan’a has ve “Nan” olarak isimlendirilen ekmelerden de bol miktarda görebilirsiniz.
Renkli ve değişik insan manzaralarına rastladığım pazarda, vaktin nasıl geçtiğini anlayamıyorum…
Öğle saatinin yaklaşması ile birlikte hava sıcaklığı
neredeyse 40 0C’ye yaklaşıyor. Öğle yemeği için Taşkent’in meşhur Aş
Evin’de Özbek pilavı yemeye karar veriyoruz. Et ve pirinçten yapılan Özbek
pilavı ülkenin mutfak kültüründe ilk sırada yer alan en lezzetli
yemek. Aş Evi
pazara oldukça yakın bir mesafede. Yemeğin belli saatlerde çok büyük kazanlarda
pişirilmesi sebebiyle yemek saatini kaçırmamak gerekiyor.
Devasa kazanlarda ve odun ateşi üzerinde pişen Özbek
pilavına renk veren maddenin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Kayısı
zannettiğim şey, son derece tatlı ve lezzetli havuçmuş. Bunun yanı sıra pilavın
içinde soğan, nohut, kuş üzümü var. MÖ 4.
yüzyılda, Büyük İskender zamanından bu yana yapılan, her bir aşçının kendi
bulduğu bir özelliği ekleyerek zenginleştirdiği ve bu nedenle bir
"sanat" diye nitelendiren pilavın pişirimi, bölgeden bölgeye
değişiklik gösterse de hepsinin ayrı bir lezzeti, ayrı bir özelliği bulunuyor.
Yaklaşık 100 çeşidi olan pilavın tarifinin, ünlü tıp bilgini İbn-i Sina
dönemine kadar gittiğinin rivayet edildiği Özbekistan'da, pilav için şarkılar,
maniler, atasözleri ve deyimler bulunuyor. Bu arada Özbek pilavı 2016 yılında
Özbek hükümetinin girişimiyle UNESCO'nun Somut Olmayan Kültür Mirası Listesi'ne
dahil edilmiş. 2017 yılında da, 60 aşçının, 6 saatte, 5 metre çapındaki özel
kazanlarla hazırladığı 7360 kg Özbek pilavı, Guinness Rekorlar Kitabı'na
girmiş. Hazırlanan bu pilav vatandaşlar ve çocuk esirgeme kurumlarında kalan
çocukların da bulunduğu 30 binden fazla kişiye ikram edilmiş.
Aş Evinde pilavın üstüne bol miktarda dana eti ve
arzunuza göre at eti ile bıldırcın yumurtası veya yumurta ilave ediliyor.
Servisler lacivert beyaz porselen tabaklar üzerinde, üzüm şırası, salata, cacık,
Özbek ekmeği (Nan) ve hazmı kolaylaştırdığı için
"Özbek Piyalesi" diye adlandırılan gök-kök çay (yeşil çay) ile geleneksel çay fincanlarında ikram ediliyor.
Pilav gerçekten çok lezzetli,
bıldırcın yumurtasını içim kaldırmasa da at etini özellikle tatmak istiyorum.
Etten çok fazla anlamayan birisi olarak, dana etine göre biraz daha sert olan
at etinin çok da farklı ve özel bir lezzet taşıdığını düşünmüyorum.
Özel günler
ile düğün sofralarının en önemli yemeği sayılan Özbek pilavı, eve gelen
misafirlere ikram ediliyormuş. Özbekistan'da kadınlar kadar erkekler de bu
pilavı pişirmeyi mutlaka bilirmiş. Evlere misafir geldiğinde, pilavı mutlaka
evin erkeği yaparmış. Ayrıca Özbekistan’da pilav pişirmek için özel mekanlarda
bulunuyormuş. Kalabalık misafirlerin ağırlandığı "çayhane" denilen
yerlerde pilavda kullanılacak malzemeler ile birlikte gidiliyormuş. Özbeklerin
yaşamında çok önemli bir yer tutan bu gelenekte çayhaneye gidiş adeta bir şölen
havasında yaşanıyormuş. Pilavın pişirilmesi, yenmesi ve masa başı sohbetleri
gün boyu sürüyormuş.
Bu nefis pilavın verdiği ağırlık ve sıcağın da etkisiyle gezime bir süre ara vererek serin bir yerlerde dinlenmek ve bir kahve içmek istiyorum. Bu molayı için en uygun yer ise Aş Evi'ne çok yakın bir mesafede bulunan Taşkent TV kulesi oluyor...
Taşkent izlenimlerime II. Bölümünde devam etmek üzere.
Sevgiyle kalın...
Özlem
Vallahi seninle birlikte,TAŞKENT'i gezdik. At eti yedik. Ne hoş na anlamlı yazı ve fotograflar.
YanıtlaSilSeni kutluyorum. Keşke bütün fotografçılar böyle güzel yazı ve fotografları birleştirip yayınlasa çok faydalı tanıtıcı olur.
candan kutluyorum.