22 Ekim 2019 Salı

Çölün Mavi Gözü "Aral" (4. Bölüm)

Orta Asya, tarih boyunca çeşitli isimlerle tanımlanmış. Ruslar bölgeye Türkistan derken, İngilizler Tatar ülkesi diye adlandırmış. Bölgeyi en iyi tanımlayan isim ise iki nehrin ötesi anlamına gelen “Mavera-ün’nehir”. Bu nehirler Ceyhun yani Amu Derya ile Seyhun yani Syr Derya. Büyük bölümü çöl ve kurak bozkırlardan oluşan Orta Asya’da bu iki nehir yaşamın can damarını oluşturmuş ve tarih boyunca pek çok medeniyet burada kurulmuş. Bugün Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan bu bölgede yer alıyor.
Doğuda Pamir ve Tanrı dağlardan doğan bu iki nehir, dünyanın en büyük çöllerinden Karakum ve Kızılkumu geçerek batıda, Aral Gölü’nü oluşturmuş. 1960’lı yıllara kadar dünyanın en büyük göllerinden biri olan Aral Gölü, bir karşılaştırma yapmak gerekirse Marmara Denizinin 6 katı büyüklüğünde ve derinliği 54 m’yi bulan bir iç deniz şeklinde tanımlayabiliriz. Ayıca Seyhun ve Ceyhun deltaları, Aral havzasındaki biyoçeşitliliği zenginleştiren son derece verimli doğal yaşam alanlarından birisi imiş.
 
19. yy’a gelindiğinde, Orta Asya’da “İpek Yolu”nun yerini, ak altın veya beyaz altın diye adlandırılan “Pamuk Yolu” almış. Bölgede üretilen pamuk, Muynak limanından yüklenerek kuzeydeki Aral limanına taşınmış. Aral kasabası, tersanesi, limanı, tren istasyonu ile kritik bir ulaşım ağının merkezi konumundaymış. Buraya gelen pamuk, demir yolu ile tüm diğer tüm Sovyet ülkelerine dağıtılıyormuş. Kuzeyden Aral kasabasından yine aynı yol izlenerek güneye Muynak limanına buğday vb. Orta Asya’da bulunmayan mallar getirilmiş. O dönemde Muynak kasabasının ana geçim kaynağı balıkçılıkmış. 20’den fazla balık türünün yaşadığı gölden avlanan balıklar, 5000 kişilik istihdam yaratan konserve fabrikasına yollanıyormuş.

Pamuk tarımının Orta Asya topraklarına getirdiği yükün olumsuz sonuçları 19 yy sonunda acı bir şekilde hissedilmeye başlanmış. 1861-1865 yılları arasında Amerika’da yaşanan iç savaşı yüzünden pamuk üretiminde sorunlar baş göstermeye başlamış. 1861 yılında Rusya’da toprak reformu yapılarak Rus köylüsünün serflikten kurtulması da aynı döneme denk gelmiş. Orta Asya'ya, o zamanki adıyla Türkistan’a gelen milyonlarca Rus işçisi bölgeyi birkaç yıl içinde çarlığın pamuk kolonisi haline getirmiş. 1917 yılında Çarlık Rusya’sı yıkılınca, Orta Asya halkları bağımsız cumhuriyetler kurma fikrini tartışmışlar ancak oturmuş birer sınıfsal düzeye sahip olmamaları yüzünden Sovyetler Birliğine katılmak durumunda kalmışlar. Bu defa Orta Asya, artık Sovyetler Birliğinin tamamına pamuk yetiştirmek zorunda kalmış ve pamuk cephesinde işler tamamen kızışmaya başlamış. Nüfusu sürekli artan Sovyetler Birliğinde, Orta Asya pamuğu yetmez hale gelince Moskova’nın tarihi pamuk projeleri üretmeye başlamış.

Önce Stalin tarafından “Yeniden Kazanılan Topraklar” projesi başlatılarak, Orta Asya nehirlerinin suları kurak bozkırlara aktarılmış ve bölgede pamuk üretimi başlatılmış. Ardından pamuk dışında ürün yetiştirilmesi yasaklanarak, pamuğun bölgede mono kültür olması sağlanmış. 1945 yılında 2. Dünya savaşı başladığında Orta Asya erkek nüfusunun önemli bölümü Almanlara karşı savaşmaya gitmiş. Bu savaşta Aral Denizi, Sovyet tarihinde kilit rolü oynamış. Aral kadınları denizinden çıkan her şeyi cepheye gönderip Sovyet ordunun ayakta kalmasını sağlamış. Savaştan sonra, dünyada değişen dengeler sonucunda Orta Asya pamuğunun değerini daha da artınca, daha fazla pamuk üretimi için yeni tarım alanları açılması ve daha fazla suya ihtiyaç duyulmuş. Bu yüzden yeni pamuk projeleri geliştirilmeye başlanmış. Bu defa Moskova’nın Karakum Kanalı projesi devreye girmiş. 1200 km uzunluğundaki kanal ile Amuderya suyu, Karakum çölüne taşınarak çölde pamuk yetiştirilmeye başlanmış. 1960 yılında tamamlanan kanal projesiyle bölgede pamuk üretimi katlanarak artmış. Ancak bölgedeki trajedi, Karakum kanalı ile başlamış.

Amuderya ve Syr Derya’nın Aral’a taşıdığı yıllık su miktarı 110 km3’den 5 km3 e kadar düşmüş. Göl, 1960-1990 yılları arasında alanının %50’sini, hacminin ise %70’ini kaybetmiş. 1990’larda göl kuzey (Küçük Aral) ve güney (Büyük Aral) diye ikiye bölünmüş. Orta Asya’da pamuk yetiştirmenin balıkçılığa göre 100 kat daha fazla ekonomik değer yaratması sebebiyle planlamacılar açısından bu durum hiç sakıncalı bulunmamış. Planlamada atlanan çevre faktörü yıllar içerişinde sorunlarla birlikte kendisini yavaş yavaş göstermeye başlamış. Bölgede sürekli yüksek verim almak için yapılan aşırı sulamalar sonucunda yeraltındaki tuzları yüzeye çıkmaya ve toprağı tahrip etmeye başlamış. Bu defa pamuk üretiminde verim düşmeye başlayınca, üretimi hızlandırmak için kimyasal gübre ve zirai ilaç seferberliği başlatmış. O dönemde Sovyetler Birliğinde hektara ortalama 3 kg pestisit kullanılırken, Orta Asya’da bu rakam hektara 50 kg’lara ulaşılmış. Tarlalarda biriken tuz ve tarım ilaçları drenaj kanalları ile Aral gölüne kadar taşınmış. Göl su seviyesinde çekilmeler yaşanırken, bu defa arkasında zehirli bir çöl kalmış. Zehirli çölden rüzgârlaralar savrulan kumlar, doğal yaşamı vurmaya başlamış. Göl havzasındaki kara hayvanları, su kuşları birer birer kaybolmaya başlamış. 1960 yılında Aral’dan 45.000 ton balık çıkarken, 1970’lerde bu 17.000 tona gerilemiş. 1960-1990 yılları arasında havzada 100’den fazla bitki türü yok olmuş. 1980 yılında göl suyundaki tuz oranı 3 kat artınca deniz canlıları ve tüm balıkları yok olarak, balıkçılık sona ermiş. Aral kasabasında varlığı denize bağlı tüm tesisler işlevsiz kalınca, geçimini bu tesislerden sağlayan insanlar da işsiz kalmış. Bölgede yaşayan insanlar değil balık tutmak, evlerini çöl fırtınalarından koruyamaz hale gelmişler. Bu şekilde hava, su, toprak, bitkiler her şey zehirlenmiş ve 45.000 kişilik bir nüfus bölgeden göç etmiş.

Dünyada insanlığın gördüğü en büyük çevre felaketi olarak tanımlanan bu olay, halk sağlığı ile ilgili istatistiklerde kendisini göstermiş. Karakalpakistan’da her 9 çocuktan 1’i daha yaşına basmadan ölmeye başlamış. 1960’lı yıllarda 5 yaşına kadar ölüm oranı %2 iken, 2000’li yıllarda bu oran %10 ile dünya ortalamasının üç katına ulaşmış. Kan hastalıkları, inanılmaz boyutlara ulaşmış. Anemi, hamile kadınların tamamında, 16-45 yaş aralığında ise %90 oranında görülmeye başlamış. Salgın hastalıklar başlamış. Veremli hasta sayısında inanılmaz boyutlara ulaşınca kampanyalar düzenlenerek diğer ülkelerden yardım toplanmaya başlamış, ancak yeterli olmamış. Yani kısacası bu rakamlar uygun olmayan tarım politikalarının gözlemlenen sonuçları. Ayrıca Orta Asya’da kayıtlara geçmeyen başka politikalar da uygulanmış. Aral’ın ortasında bulunan Rönesans Adasında biyolojik silah olarak dünyanın en vahşi bakterisi Antrax üretilmiş. Bu mikro katillerin geliştirilmesi için adaya getirilen sayısız memeli hayvan deneylerde kurban edilmiş. Söylentilere göre bu ada,1990’larda meydana gelen bir laboratuvar kazası sonrasında boşaltılmış ve bakterilere ne olduğu bilinmiyor.

1991 yılında Sovyetler Birliği dağılınca Orta Asya’da. Tacikistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan olmak üzere 5 bağımsız cumhuriyet kuruluyor. Ama Aral sadece bu ülkelerin sorunu olarak kalıyor. Moskova hükümeti bu sorunu üstlenmeyi istemiyor, zaten yeterli ekonomik güce de sahip değil. Aral felaketinin çözümüne yönelik ilk somut adım 1993 yılında atılıyor. Beş ülkenin liderleri “Aral Kurtarma Fonu-IFAS”nu kurarak, umut projeleri geliştirmeye başlıyorlar. Güneyde Muynak’ta Amuderya nehri yönlendirilerek, beş adet yeni göl oluşturuluyor. Yaşam hiç tecerrüt etmeden, insan eliyle oluşturulan bu ortamı kabul ediyor.

1996 yılında kuzeyde, Kazakistan’da Aral kasabasında bilim adamları ve yerel halk bir araya, Küçük Aral’ın güneyine 14 m’lik bir toprak set inşa ediliyor. Böylece Syr Deryanın suları kuzeyde biriktirilmeye başlanıyor. Gök Aral adı verilen bu proje ile sular 2 m'ye kadar yükseliyor. Bitkiler, su kuşları ve balıklar geri gelerek iklim değişmeye başlıyor. Bu şekilde denizin yeniden canlanacağını inanan insanlar, suyun gelmesiyle birlikte yeni işyerleri ve fabrikalar açılacağını düşünerek, uzak bölgelerden gelerek bölgeye yerleşmeye başlıyorlar. 1999 yılı bahar aylarına gelindiğinde ise halkın toprak ve kamışlarla inşa ettiği Gök Aral barajı suların gücüne dayanamayarak yıkılıyor ve yeni bir felaket yaşanıyor.

Her şeyin yok olduğunu görmek insanlarda bu defa farklı yeni düşünceler ve umutlar yaratıyor. Syr Derya’da Aral Gölünü doldurabilecek kadar suyun mevcut olduğu hesaplanıyor ve bugün modern teknoloji ve Dünya Bankası desteği ile yeni bir Gök Aral Barajı inşa etme yolunda çalışmalar devam ediyor. Şu ana kadar 85 milyon dolarlık yatırım yapıldığı belirtiliyor. Özbekistan’da Rus ve Güney Koreli firmalar faaliyete başlamış...
 
Gök Aral Barajı sayesinde Aral'ın derinliği 2005 yılındaki en sığ seviyesinden 3 m. daha yukarı çekilebilmiş durumda. Ancak Küçük Aral, kuruyan gerçek Aral Gölü'nün sadece yüzde 5'i kadar. Küçük Aral'da balıkçılık tekrar canlanıyor ama elbette eski günlerdeki gibi değil. Ancak bölge halkı yine de umutlu. Kazakistan hükümetinin resmi politikası Küçük Aral'ı eski yüzölçümüne ulaşana kadar büyütmek. Ancak Küçük Aral'ı kurtarması ümit edilen bu projenin Özbekistan sınırlarındaki Büyük Aral için tehdit taşıdığını, barajla birlikte Büyük Aral'a gelen tek su kaynağının da kesildiğini söylüyor. Diğer taraftan da Büyük Aral'ın altında bulunan petrol ve doğalgaz kaynaklarını işletmenin hem daha kolay hem de hesaplı olduğundan bahsediliyor.

2008 yılında yapılan bir araştırmaya göre Aral Denizinde yaşanan kriz, bölge ülkelerinde ağır ekonomik kayıplara sebep olmakta. Yalnızca Özbekistan ekonomisinde yıllık sosyo-ekonomik ve çevresel kayıp 150 milyon dolar olarak tahmin ediliyor. Özbekistan’da düşük gelire sahip nüfusun oranı %14,1 iken, Karakalpakistan’da bu oran %32,5.

2015 yılında NASA tarafından “Mars Keşif Projesi” kapsamında, Mars'ta hayatın en önemli parçalarından biri olan suyun bulunduğuna dair kanıtlar olduğu duyurulurken, insanoğlunun kendi yaşadığı gezegende su kaynaklarını nasıl bu kadar hoyratça ve bilinçsizce kullanarak yok ettiği, hayatı sonlandıracak geldiğini anlamakta güçlük çekiyor insan.

Aral Gölünde geçmişten günümüze neler olduğunu çok güzel bir dille anlatan ve bugün komşu gezegenden getirilebilecek bir damla su, dünyada fırtınalar koparmaya yeter diye başlayan belgeseli https://www.youtube.com/watch?v=3-3GndW_RkM linkindeki mutlaka ve mutlaka izlemelisiniz…
 
Aral Gölüne yaptığımız bu inanılmaz inceleme gezisinden sonra saat 16:00’da Muynak’dan Nukus’a doğru geri dönüş yolculuğumuz başlıyor. Önce yol üstünde ufak bir restoranda mola veriyoruz. İlk işimiz elimiz ve yüzümüzü yıkamak oluyor, çünkü her yerimizden tozlar dökülüyor. Ardından çok hızlı ama nefis lezzetli bir yemek yiyoruz. Yemek de tabi ki olmazsa olmaz Özbek pilavı var. Yemeği yiyorum ancak bir yandan da kendimi çok mutsuz hissediyorum. Yol boyunca bölgedeki insanların yaşayış şekillerini, restoranın kapısının önündeki aç ve susuz köpeklerin halini gördükten sonra, bizim için fazlasıyla abartılı bir şekilde hazırlanan ve ardımızda bıraktığımız artık yemekler için üzülüyorum. Karmaşık duygular içinde tekrar araçlara biniyoruz ve çok gitmeden ufak bir bina önünde tekrar duruyoruz.
Burası Muynak’da bir yerel müze. Müzenin kapısında bölge halkına geçim kaynağı sağlamak üzere, göl topraklarından toplanan midyelerden yapılmış fotoğraf çerçeveleri ile ufak tefek elişi ürün hediyelik eşya olarak satılıyor. Dışarıdan bakıldığında gözüme çok da çarpıcı gelmeyen müzenin içine girince bir hayli şaşırıyorum. 
Müzenin hemen girişinde bize Aral gölü hakkında çekilmiş kısa bir belgesel izlettiriyorlar. Ardından Muynak kasabasının eski günlerini gösteren pek çok fotoğraf, kitap, harita ve gemi maketleri, balık konserve fabrikası zamanından kalan konserve kutularını inceliyoruz. Ayrıca bölgede yok olan su samuru, pelikan, şahin ve kurt gibi kara ve deniz hayvanlarının tahnit edilmiş halleri, yerel kıyafetler, günlük hayatta ve tarımsal üretimde kullanılan eski aletler, takılar ve dokuma örneklerini görüyoruz. Burada heyetimizle birlikte gezen gazeteci ve televizyoncular bizlerle röportaj yaparak izlenimlerimizi almaya çalışıyorlar.
 
 
 
 
 
Daha sonra müzenin ikinci katında yer alan resim sergisinde Muynak’ın geçmiş günlerinin sanata yansımasını en çarpıcı şekliyle izliyoruz. 
 


Bu kadar yoğun geçen ve görüp öğrendiklerimden sonra kendimi hem çok şanslı hem de çok tuhaf hissediyorum. Müzeden çıkarak tekrar araçlarımıza binerek Nukus’a doğru devam ediyoruz. Çevremde görebileceğim hiçbir şeyi kaçırmak istememe rağmen, dünkü Taşkent gezisi yorgunluğu, bugün ki kum fırtınası ve hava sıcaklığı derken araçta kısa da olsa uyuyakalıyorum.

Nukus’ta doğrudan havaalanına gideceğimizi düşünürken, bu defa oldukça büyük bir binanın önünde araçlardan iniyoruz. Burası Karakalpakistan’ın dünyaya adını Savitsky Kolleksiyonu ile duyurduğu ve Bozkırın Lauvre Müzesi olarak da adlandırılan ünlü Karakalpkaistan Sanat Müzesi.
 
Bu muhteşem sanat müzesine ait izlenimleri 5. Bölümde paylaşmak üzere,



Sevgiyle kalın....
Özlem ŞENOL