28 Mart 2016 Pazartesi

UGANDA KAMPALA'DAKİ GECEKONDU (SLUM) BÖLGESİ



01-19 Şubat 2016 tarihleri arasında Doğu Afrika ülkeleri (Kenya, Uganda, Ruanda, Tanzanya) ve Viktorya Gölü’nü kapsayan gezim sırasında, 08 Şubat 2016 tarihinde Uganda'nın başkenti Kampala'da yer alan gecekondu bölgesine (slum) ziyaret etme fırsatımız oldu. Kenya'da benzer bir bölge olan Kibera hakkında duyduklarımızdan sonra, Uganda'da bu bölgede bizi nelerin beklediğini çok da fazla tahmin edememişiz. 
Bu bölgeyi ziyaret kararımızda, gezi ücreti olarak belirlenen 25'er dolarlık ücretin, burada yaşayan çocuk ve ihtiyaç sahiplerine doğrudan gidecek olması etkili oluyor. 
Beni derinden sarsan ve üzen bir o kadar da düşündüren ve sorgulatan bu yeri gözünüzde daha iyi canlandırabilmeniz için sanırım önce Uganda'nın sosyo-ekonomik durumundan kısaca bahsetmek gerekiyor.
Afrika Kıtası ve Uganda
Uganda, 241.038 km2'lik yüz ölçümü ile ufak bir Doğu Afrika ülkesi. Ülke adı Uganda'nın güneydoğu bölgesinde yer alan ve özerk bir krallık olan Buganda Krallığı'ndan gelmekte.

Uganda, kuzeyinde Güney Sudan, doğusunda Kenya, güneyinde Viktorya Gölü ile sınır oluşturan Tanzanya, güneybatısında Ruanda ve batıda ise Demokratik Kongo ile komşu. Denize kıyısı yok. Ülkenin başkenti Kampala.

Uganda coğrafyasının karakteristik özellikleri arasında göller, nehirler, ormanlar ve savanalar yer almakta. Ülkenin güneyinden Ekvator çizgisi geçmekte. Uganda'nın en derin noktasını Beyaz Nil nehri yatağı (610 m); en yüksek noktasını ise Demokratik Kongo sınırında yer alan Stanley Dağı Zirvesi “Margherita Peak” (5.109 m) oluşturuyor. 

Ülke genelinde tropikal iklim hakim. Ancak, ülke toprakları deniz seviyesinden ortalama 1.000 m yüksekte olması nedeniyle tropikal iklimin yarattığı sıcaklık hissedilmemekte. Uganda genelinde hava sıcaklıkları gündüz 25-30°C arasında, gece ise 17°C civarında. Ülkenin kuzeydoğu kesimlerinde ise yarı kurak iklim yaşanmakta.

Ülke topraklarında Doğu Afrika savanalarından Afrika'nın orta kesiminde yer alan yağmur ormanlarına kadar geniş bir bitkisel çeşitlilik söz konusu. Bu durum hayvan çeşitliliğine de yansımış durumda. Ülke genelinde dokuz adet ulusal park ve altı adet yaban hayat rezervi bulunmakta. Bunlardan en ünlüleri Murchison-Falls ve Queen-Elizabeth Milli Parkları. Uganda'ya özgü olan Uganda Antilopu ülkede sık rastlanan hayvanlardan birisi. Ayrıca ülkenin sembolü olan ve bayrağında da yer alan Taçlı Turna’ya, Viktorya Gölü kıyılarında sıkça rastlamak mümkün.



Uganda idari olarak dört bölgeye ve bu bölgelere bağlı Kampala'nın da içinde bulunduğu toplam 112 ilçeye ayrılmış durumda.

Uganda'nın nüfusu yaklaşık 38 milyon, başkent Kampala'nın nüfusu ise 1,5 milyon. 


Uganda genelinde 40'tan fazla etnik grup bir arada yaşamaktadır. Bu etnik gruplarının her birinin ayrı dilleri, kültürleri ve gelenekleri olup, bazı etnik gruplarda farklı dinler de görülebilmekte.


Ülke nüfusun %60'ı Bantu etnik grubu üyesi. Bantu etnik grubu içerisinde ise çoğunluğu ülkeye ismini veren Buganda etnik grubu (%16,9) oluşturuyor. Ankole ve Basoga etnik grupları (%8,4) ise en kalabalık ikinci etnik grupları oluşturmakta. Ayrıca nüfusun çok küçük bir kısmını, en eski etnik grup olan, Pigme topluluklarına ait Tva grubu oluşturuyor. Pigmeler, günümüzden yaklaşık 2000 yıl önce tarım ile uğraşan bir grup olup, Bantu grupları tarafından bölgeden uzaklaştırılmışlar.

Ülkede İngilizce ile birlikte Swahilice resmi dil olarak kullanılmakta. Swahilice, polis ve askeri birliklerde komut dili olarak kullanılmakta olup, sivil hayatta neredeyse hiç kullanılmamakta. Bu dilin dışında Uganda içerisinde özerk bir yapıya sahip olan Buganda Krallığı'nın resmi dili ise Luganda dili de yer almakta.

Ülkede nüfusun %85'i HristiyanUganda'da çoğunluğu Sünnilerin oluşturduğu %12 civarında bir Müslüman topluluk yaşamakta. Afrika yerel dinlerinin oranı ise %1 düzeyinde.

Uganda'da uzun yıllar yaşanan iç savaş nedeniyle demografik sorunlar ortaya çıkmış durumda. Ülke çok genç bir nüfusa sahip, nüfusun %70,1'i 0-24 yaş aralığında. Nüfus artış oranı %3'ler seviyesinde.  Uganda genelinde işsizlik oranı %85 civarında. Okuma yazma oranı ise %78,4. 


Birleşmiş Milletler tarafından doğumda beklenen yaşam süresi konusunda yayınlanmış bir rapora göre Uganda'da  ortalama yaşam süresi 52.24 yaş, dünya geneli içinse 67.88 yaştır. Ülkemizi merak edenler içinse 72.96 yaştır. Yani bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere Uganda'da insanlar 15-20 yıl daha az yaşamaktadır.


1894 yılında Britanya himayesi altına giren Uganda, 9 Ekim 1962 yılında, 68 yıl sonunda, Büyük Britanya'dan bağımsızlığını ilan etmiş. Sömürge döneminde Uganda'nın ekonomisi pamuk ve kahve ekimine dayalı imiş. Şu anda kahve, çay, yağlı tohumlar, pamuk, meyve ve büyükbaş hayvan üreticisi durumunda. Sahra altı Afrikası'nın %6 ile en hızlı büyüyen ekonomilerden birisi olarak kabul edilmekte. Buna rağmen kişi başına düşen milli gelir (310 dolar) bakımından, Birleşmiş milletler tarafından En Az Gelişmiş Ülkeler sınıflandırılmasında yer alıyor. 

Zengin doğal kaynaklara  (petrol, altın, fosfat, demir, bakır, kobalt, kireç taşı, tuz) sahip olan ülkede, sanayi şeker, gıda, tütün, tekstil, çimento ve çelik üzerine kurulu. Uganda hükümeti tarafından ekonomik kalkınmasının hızlandırılması için özellikle altyapı, enerji ve  petrol sanayisi yatırımlarına dönük planlamalar yapılmakta. 
Gelelim slum bölgesine;
Kampala'da "Red Chilis" isimli kamp sahamızdan, kahvaltı bitiminde saat 09:15’de tüm grup olarak, bizim için ayarlanan minibüsle ayrılıyoruz. Yoğun bir sabah trafiğine takılarak 45 dakika sonunda bölgeye ulaşıyoruz. 
Slum çok geniş bir alana yayılmış durumda ve tek başına elinizi kolunuz sallayarak girebileceğiniz bir yer değil. 50.000 kişinin yaşadığı alan, bölümlere ayrılmış durumda. 
Slumun, Lufula Köyü, Bwaise adındaki 2. bölümüne ulaşıyoruz ve bizi “Sürdürülebilir Kalkınma İçin Gönüllüler (VFSD) Derneği” Müdürü, Salim Semambo Mukasa karşılıyor. Kendisi aynı zamanda Slum Turu Organizatörlüğü de yapıyor. Bizimle birlikte İsveçli öğrenciler olduğunu sonradan öğrendiğimiz 2 bayan, 1 baydan oluşan 3 kişilik bir film ekibi de bize katılıyor.
Tur lideri tarafından, slum hakkında bilgiler aktarılmaya başlıyor. Bizim gezeceğimiz bu bölümde 15.000 kişinin yaşadığı ve 3.000 çocuk bulunduğu, bunlardan 600’ünün kimsesiz ve yetim olduğu belirtiliyor. Bulaşıcı hastalıkların olduğu bölgede özellikle AİDS’in yaygın olduğu, slum genelinde 9 adet okul bulunduğu ve hükumetin eğitim ve sağlık konusundaki yardımlarının yetersizliğinden bahsediliyor.
Tur lideri, bizi ilk önce bir bakkala sokarak birer kilo şeklinde poşetlenmiş pirinçlerden almamızı istiyor. Ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Bu torbaların gezeceğimiz ailelere bağış olarak verileceği belirtiliyor. Bizler önce mahalleyi gezerek sonrasında ne kadar bağış yapabileceğimize karar vereceğimizi belirtiyoruz. Gönüllü adı altında bizi gezdiren rehberimiz de slumun 2. bölgesinde yaşadığını söylüyor. Ancak tutarsız bir şeyler var. Giyim kuşamı, davranışları orada yaşayan insanlardan oldukça farklı. Yanımıza iki gönüllü daha alarak slumu gezmeye başlıyoruz. İnsanların kimi bize karşı çok ilgili ve sıcak davranırken, bazıları nefret dolu bakışlarla bizi takip ediyor. Kimisi fotoğraf çekmemize son derece sıcak bakarken, kimisi ya saklanıyor ya da bağırarak istemediğini belirtiyor. Baş gönüllümüz slumdaki evlere çok rahat biçimde tek tek girerek, kimin ne hastalığı olduğu, neye ihtiyaç olduğu, sorununun ne olduğunu bize anlatıyor.



Alt yapı namına bölgenin şartları gerçekten çok kötü. Sokaklar toz toprak içinde, pis sular sokak kenarlarından akıyor. Ev demeye zorlandığım yerlerin kapı önlerinde yemek pişirenler, bir kova suyla çamaşır yıkayanlar, çocuklarına banyo yaptıranlar, çocuğunu emzirenler ve hayatını sokak aralarında yaşayan yüzlerce insan… 





Daha sonra kapısız, penceresiz, karanlık ve kirli sınıflarda derme-çatma sıralarda ders alan çocuklar ve aynı yetersizlikte bir sağlık ocağını görüyoruz....



























Buna rağmen hayret ettiğim bir konu, insanların bu kadar zor şartlarda yaşıyor olmalarına rağmen özellikle saçlarına ve kıyafetlerine gösterdikleri özen ve önem. Slumda duvar sıvaları dökülen pis bir odadaki bayan kuaförü ile yakınında "uluslararası saç kesimi" yapan bir erkek kuaförünü görünce ağzınız açık kalıyor. 




















Çocukların üstlerindeki kıyafetler ise çok ilginç. Çoğu yalın ayak gezen bir ayakkabısı veya terliği olmayan çocukların elbiseleri temiz değil, ancak oldukça modern. Üstlerinde çizgi film karakterli tişörtler, kot etekler, dantelli bluzlar, tulumlar. Sanırım buraya en çok giysi yardımı ulaşabiliyor... 

Yerlerde ise eski bavullar. Yardım giysilerinin bu bavullarla geldiğini tahmin ediyorum ve tabiki bu bavullar sonra çocuklara bir numaralı oyuncak oluyor... 




Slumun içlerinde taş duvarla ıslah edilmiş bir dere yatağı görüyorum. Bölgede zaman zaman taşkınlar yaşandığı ancak dere yatağı kapasitesinin yeterli gelmediği ve bir proje için başvuru yapacaklarını belirtiyorlar. Mesleki alışkanlıkla bir dere yatağının içindeki çöplere bakıyorum bir de insanlara. İçimden insan hayatında eğitimin yerini gelsin birde Uganda'da görsünler diyorum...  







Coca Cola Afrika Vakfı ile Ulusal Su ve Kanalizasyon İdaresinin işbirliğinde Kasım 2012 yılında yapılan bir proje ile içme suyu, sokak aralarına konan, para ile çalışan su makinalarından temin edilebiliyor. Mahalle aralarındaki çeşmelerden akan pis suların önünde kuyruk olmuş çocuklar ve gençler. Çocukların yüzü genelde hep gülüyor. Burada doğmuş, burada büyüyorlar... Acaba  dünya gerçekleriyle ne zaman yüzleşecekler...


 











Biz ne biliyoruz birde bunu soruyorum kendime… Anlamını yeterince kavrayamadığımız ve günlük hayatta sık sık kullandığımız şu cümleler:

  • Dünyada şu an 1,2 milyardan fazla insan yeterli, sağlıklı ve ekonomik olarak karşılanabilir suya erişim imkanından yoksun. Ayrıca 2,6 milyar insana da, hıfzıssıhha hizmeti götürülmemiş durumda. Çoğu çocuk olmak üzere yılda 2,4 milyon insan, su ile bulaşan hastalıklar nedeniyle hayatını kaybediyor. Yani dünya çapında birçok insanın en temel ihtiyaçlarının dahi karşılanamamasının gerçek nedeni suyun yetersizliği değil, uygun olmayan ve yanlış su politikalar ile yönetilmesi.
  • Birleşmiş Milletlerin 2002 yılında Genel Kurul Kararı ile suya erişim, bir insan hakkı olarak ilan edilmiş. İnsan Hakları Konseyi kararı ile de herkesin temiz içme suyu ve sanitasyon hizmetlerine erişimi, yeterli gıda, giyim ve barınma hakkına sahip olduğunu vurgulanmış. Ayrıca suyun bir insan hakkı olarak tanımlanmasının yanı sıra, suyun yeterli miktarda, uygun kalitede, ulaşılabilir olması ve sosyo-ekonomik açıdan alt seviyede bulunan insanları gözeten eşit erişim sağlanması ilkeleri olarak dört temel unsur belirlenmiş.
Bu kelimelerin ne anlama geldiğini işte burada kavrıyorsunuz. Burası Doğu Afrika, 38 milyonluk Uganda’nın başkenti Kampala, su var ancak altyapı yok.

Daha sonra bir yetimhaneyi görmek üzere ufacık bir eve giriyoruz. Tek odadan oluşan evin içi çok karanlık, zemini toprak, içinde yatağı bile olmayan 2-3 adet ranza ve pislikten başka hiçbir şey yok…. Yani adı yetimhane… Ve daha da ilginci çocuklar, çocuklara emanet edilmiş durumda. Ufacık bir çocuğun kucağında veya sırtında kardeşi ve tüm gün onunla ilgileniyor...



Çocuklar o gün ne buluyorsa birlikte yiyorlar… Elindeki ekmeğini maşrapanın içinde ne olduğunu bilmediğim sıvıya banıp yumuşatarak yiyen çocuk ve sokak ortasında yerde bulduğunu ağzına atan minik bebek gibi....









Yiyecek bulanlar bir nebze şanslı bence, çünkü çocukların çoğu doğuştan HIV virüsüyle dünyaya geliyorlar...  
Uganda’nın hemen her bölgesinde görmeye alıştığımız seçim afişleri slumda da her yerde. Bu arada baş gönüllümüz bir afişin önüne durduğunda durum açığa kavuşuyor. Kendisi de seçimlerde komisyon adayı. Kendi insanını mecliste temsil etmek istediğini açıklıyor ve kendi afişinin önünde bize bol bol poz veriyor!!!  Bizlerse peşimizden ayrılmayan sevimli ve bu zavallı çocukların geleceği hakkında endişelenmekten ve dünya genelinde ya kadınları ya da çocukları hedef alan bu çirkin siyaset oyunundan nasibimizi alıyoruz…
 














Daha sonra slumun pazar bölgesine geliyoruz. Yerlerde meyve sebze satan kadınlar arasında belki de şimdiye kadar gördüğüm en güzel Afrikalı bebekle karşılaşıyorum. Neredeyse bir aylık bile olmayan bebek, annesi elinde hasır sepet örerken ve önündeki sebzelerini satmaya çalışırken, bebek annesinin arkasında yerde çuvallar üzerine yatırılmış şekilde, dünyadan ve geleceğinden bir haber yüzündeki sinekle mışıl mışıl uyuyor.



En son olarak kamera ve fotoğraf makinalarımızın olmasına izin verilmeyen en tehlikeli bölgesine giriyoruz. Bu alanda birahaneler ve genelev yer alıyor. Bu alanda çok kalmamıza izin verilmiyor, biz de zaten buradan çok hoşlanmıyoruz. Zaten slumın diğer bölgelerinde gördüklerimiz bize fazlasıyla yetti. Adeta insanlığımızdan utandık. Ben bu turu "İnsan Safarisi"ne benzettim ve kendimi hepten kötü hissettim.
Saat 15:00 civarında bölgeden ayrılmak istiyoruz. Tura vereceğimiz para konusunda, baş gönüllümüz ile şoförümüz arasında, baş gönüllümüzün ofis olarak nitelendirdiği yerde, danışıklı yapılan pazarlık neticesinde 30 dolar vererek bölgeden çıkabiliyoruz. Baş gönüllümüz bizimle birlikte kampımıza kadar gelerek İsveçli öğrencilere akşam röportaj vermemiz konusunda ısrarcı bir tutum sergiliyor. Grup olarak bu turdan son derece rahatsız oluyor, bunu tur liderimiz ile de paylaşıyoruz.

Seyahatimizin bu noktasına gelene kadar gerek Kenya'da gerekse Uganda’da birçok köy ziyaretlerimiz oldu. Aklıma bir anda köylerde karşılaştığımız çocuklar ve oradaki ilkel de olsa köy hayatı geldi. Uganda'da bir köyde doğmuş olmanın bile slumda yaşamaya göre ne kadar ayrıcalıklı bir şey olduğunu düşündüm.

Ayrıca bizlerin ve çocuklarımızın ne kadar şanslı olduğu, ülkemizde hiç birimizin farkında olmadığımız bir şekilde lüks içinde yaşadığımızı anladım. O kadar adaletsiz bir dünyada yaşıyoruz ki, kimi elindeki milyonlar değerindeki cep telefonu ve oyuncaklarla mutlu olamazken, kimisinin bir lolilop şekerle, bir lokma ekmekle ve bir adet kalemle dünyaya bakışı değişebiliyor. Dünyanın sadece bizim etrafımızda döndüğü yalanından sıyrılarak, başımızı kumdan çıkarmamız gerekiyor... 

Sanırım birey olarak bu hayatta bizlere düşen en büyük görev, doyumsuz, paylaşmayı bilmeyen, bencil nesiller yaratmadan, tüm çocuklar için adaletli bir ortam ve umut dolu bir gelecek hazırlamak adına var gücümüzle çalışmak…  

Özlem ŞENOL
28 Mart 2016




25 Mart 2016 Cuma

DOĞU AFRİKA GÜNCESİ (II. BÖLÜM)

02 Şubat 2016 Salı  KRATER GÖLÜ MİLLİ PARKI
Sabah 06:00’da uyanıyoruz ancak çokta keyifli değiliz. Çadırda ilk gecemizi oldukça üşüyerek geçirdik. Mısır gevreği ve süt ile hızlı bir kahvaltı yaparak çadırlarımızı topluyoruz. Bugünkü programız oldukça erken başlıyor. Gruplar ikiye ayrılıyor biz 5 kişi saat 07:30’de “Crater Lake Sanctuary” yani Krater Gölüne doğru hareket ederken, diğer grupta Hells Gate Milli Parkında bisiklet safarisi yapacaklar. Turumuzun ücreti 47 dolar. Yaklaşık 1,5 saat süren Krater Gölünün yolu belli bir noktadan sonra topraktan ve çok kötü.


Rehberimizin adı Simon. Önce Milli Parkta bir üç saate yakın bir yürüyüş yapıyoruz. Bu gezintimiz sırasında zebra, zürafa, yaban domuzu, öküz başlı antilop, buffalo, gazella gibi bir sürü hayvanı doğal yaşam alanlarında gözlemleme imkanımız oluyor. Öğleye doğru parkın içinde yer alan üstü sucul bitkilerle kaplı ufak bir göle su aygırlarını yakından görebilmek umudu ile gidiyoruz. Su aygırı göremiyoruz ama birbirinden değişik kuş türleri bizi karşılıyor. Daha sonra Krater Gölüne doğru dik bir tırmanışa başlıyoruz.
Krater Gölü Milli Parkında Zebralar
Krater Gölü Milli Parkında Zürafa

Krater Gölü Milli Parkında Yaban Domuzu

Krater Gölü Milli Parkı

Krater Gölü Naviasha gölünün kuzeyinde 1960 m yükseklikte bir göl. Gölün suyu sedimentten dolayı çamur renginde. Çanak şeklinde etrafı ormanla çevrili enfes bir yer. Göl kenarında ağaçların içinde ufacık masmavi yüzme havuzu olan bir tesis görüyoruz. Manzara fotoğraflarımızın çekimini tamamladıktan sonra göl kenarındaki tepeden gördüğümüz tesiste, gölün içine kurulan yüzer terasta öğle yemeğimizi yiyoruz. Daha sonra göl manzarasında kahvelerimizi yudumlayarak yorgunluğumuzu atıyoruz.

Krater Gölünde

Saat 14:00’a doğru kampımıza dönüş için yola çıkıyoruz. Diğer arkadaşlarımız ile hemen hemen arkalı önlü kampa dönüşümüz saat 15:30'u buluyor. Hepsi tepeden tırnağa güneş altında o kadar yanmışlar ki, doğru tur seçimi yaptığımızı bu şekilde anlamış oluyoruz. Ufak bir dinlenmenin ardından tırımıza binerek saat 16:00'da Nakuru’ya doğru yola çıkıyoruz. Yolumuz çok uzun sürmüyor. Yeni kampımız “Nakuru-Kembu Kamp” sahası. Hemen çadırlarımızı kuruyoruz ve akşam yemeğini hızlıca yiyoruz. Bugün o kadar yorulmuşuz ki, uyumakta hiç zorlanmıyoruz. Yarın yine yoğun bir gün bizleri bekliyor. Dünyaca ünlü Nakuru Gölünde safariye çıkacağız.…
03 Şubat 2016 Çarşamba  NAKURU MİLLİ PARKI
Sabah oldukça erken bir saatte 05:00’de kalkarak 05:30’da kahvaltımızı tamamlıyor ve Nakuru Gölü Milli Parkına gitmek için ayarlanmış olan özel aracımıza biniyoruz. Yaklaşık 1,5 saatlik yolculuktan sonra milli parka girişimiz saat 07:00'yi buluyor. 
Nakuru, Masai dilinde "Toz veya Tozlu Yer" anlamına gelmekte. Nakuru Gölü Milli Parkı, 1961 yılında Nakuru şehrinin güneyinde kurulmuş. Başlangıçta sadece göl ve çevresindeki dağlık alanı kapsayan park, etrafındaki savanaları içerecek şekilde genişletilmiş.
Nakuru gölü, Nairobi’nin 164 km kuzeyinde, deniz seviyesinden 1.754 m. yükseklikte, Rift Vadisi içerisinde 188 km'lik bir alanda yer alan soda göllerinden bir tanesi. Nakuru Gölü, Milli Park ile korunmakta. Milli parkın etrafı çiftlerle çevrili. Bu yaban hayatın hareketini kısıtlamaktan ziyade, kaçak avcıların göle girişini engellemek için alınmış bir önlem. Nakuru Gölü, Ramsar Sözleşmesi kapsamında koruma altına alınmış. 
Nakuru Milli Parkında
Nakuru Milli Park Planı


Milli parkın güney doğu sınırında yer alan “Soysambu Koruma Alanı”na kadar olan 12,1 km’lik yürüyüş parkı, gergedanların doğal yaşama alanlarının olası genişleme bölgesi. Bu alan Nakuru gölüne kadar ki tek vahşi yaşam koridorunu oluşturmakta.





Nakuru Gölü dünyanın en ünlü kuş cenneti. Göldeki yosunlar, fuşya-pembe renkli flamingolar için bir cazibe merkezi. Sahil şeridi sayıları bazen binleri bazen de 1-2 milyonu bulan flamingolar ile ünlü hale gelmiş. Göl, sadece flamingolar açısından değil diğer kuş türleri açısından da oldukça zengin. Göl çevresinde 400’den fazla yerli tür bulunmakta. Avrupa’dan çok sayıda kuş, kış aylarında buraya göç etmekte. Göldeki flamingolar en iyi şekilde “Baboon Cliff” diye adlandırılan Babun Uçurumundan görülebiliyor.

Nakuru Gölü Babun Uçurumu

Nakuru Gölünde Flamingolar
Gölde iki tür flamingo bulunmakta. Daha küçük olan flamingo cinsi koyu kırmızı gagası ile ayırt edilebiliyor. Daha büyük olan flamingoların gaga uçları siyah. Küçük olan flamingolar sayıca çok olmalarından dolayı, belgesellerde yaygın olarak yer almakta.
Flamingolar sıcak sularda yetişen algle beslenmekte. Bilim adamları tarafından Nakuru’da flamingo popülasyonunun hektara 250 kg alg tükettikleri hesaplanmış.
Göldeki su seviyesi, 1990’lı yılların başında çok hızlı bir şekilde azalmaya başlamış ancak şu anda su seviyesi iyileştirilmiş durumda. Ayrıca 2013 yılında su seviyesindeki artış, flamingoların, Bogoria Gölü’ne gıda aramak üzere göç etmelerine sebep olmuş. Göldeki flamingo sayısı su ve yiyecek durumuna göre farklılık göstermekte.
Flamingoların sayısı son dönemde artan turizm faaliyetleri, sanayi sektöründen kaynaklanan su kirliliği, su kalitesi ve su sıcaklığındaki değişikliklerden dolayı hızla azalmaya başlamış. Göl, kuru mevsimlerde geri çekilirken, yağışlı mevsimlerde taşkınlar yaşamakta. Kirlilik ve kuraklık flamingoların yiyeceklerini yok ederek flamingoların yakın göllere (Elmenteita, Simbi Nyaima ve Bogoria) göç etmelerine sebep olmakta.
Nakuru Gölünde Flamingolar


Nakuru Gölünde
Ayrıca yerel iklim değişikliklerinin, göl havzasındaki çevresel koşulların değişmesine katkı sunduğu ileri sürülmekte. Son dönemde basında çıkan raporlar, flamingo göçlerinin ve kitle halinde ölümlerin turizm sektörünü etkileyeceği konusunda paydaşlar arasında endişe yaratmaya başladığını göstermekte.
Bölgede kuşların yanı sıra, yaban domuzu, babun ve diğer büyük memeliler yer almakta. Ayrıca, doğu siyah gergedanı ve güney beyaz gergedanları da bölgede bulunmakta. Milli Park, zürafa ve siyah gergedanları koruma altına alabilmek gayesiyle genişletilmiş.
Milli Parkta şu anda 25'den fazla doğu siyah gergedanı bulunmakta ki buda ülkede yoğunluğun en fazla olduğu alan. Buna ilave olarak 70 tane endemik güney beyaz gergedanı yer almakta. Ayrıca 1977 yılından itibaren Kenya’nın batısından getirilen Rothschild cinsi zürafalar da bu alana yerleştirilmiş. Parkta yırtıcılar arasında Kenya’ya özgü hayvan cinsleri ile waterbuck (iri bir cins antilop) çok yaygın şekilde görebilirisiniz. Masai Aslanı, Kenya çitası, Afrika leoparı son zamanlarda parkta sık sık görülmekte. Parktaki yoğun ormanlık alanlarda yaşayan büyük boyutlu pitonları, yoldan geçerken veya ağaçlardan sallanırken görebileceğiniz söyleniyor.
Aracımızın üst kısmı açılabiliyor ve şoförümüz dur dediğimiz yerde anında durarak bizlere fotoğraf çekmemiz için fırsat yaratıyor. Milli Parka girmemizle birlikte ilk olarak artık alışmış hale geldiğimiz zebraları görüyoruz. Bunu zürafa, impala, antilop, bufalo ve babun sürüleri izliyor. Hedefimizde hiç karşılaşmadığımız diğer ilginç hayvanları görmek var. Water buck ile bu isteğimiz gerçekleşmeye başlıyor, arkasından gelen flamingo, telli turna ve uzaktan gördüğümüz beyaz gergedan ile keyfimiz katlanıyor. Havanın ısınmaya birlikte biraz serinlemek ve soğuk bir şeyler içmek amacıyla bir mola merkezine giriyoruz. Burada bahçeye bırakılan bulaşıkların etrafında dolaşan ve yemek artıklarından beslenen maymunu izlemeye doyamıyorum. Daha sonra fark ediyorum ki kucağında yavrusu da var. Maymunla ilgilenmeye o kadar dalmışım ki bir çığlıkla irkiliyorum. Arkadaşımızı kulağından bir yaban arısı sokmuş. Şoförümüz hemen ilk müdahaleyi yaparak arının iğnesini çıkartıyor. Arkasından hemen bir antiseptik sürüyoruz. Yanımızda böcek ısırmasına karşı hiç ilaç almamış, hepsini kampta bırakmışız. Bu bize iyi bir ders oluyor ve bundan sonra safariye çıkarken ufak bir acil yardım çantasını hep yanımızda bulundurmayı ihmal etmiyoruz.


Nakuru Milli Parkında Antilop
Nakuru Milli Parkında Water Buck 
Nakuru Gölü Bulaşıkçısı :)


Nakuru Gölünde Telli Turna

Nakuru Milli Parkında Öküzbaşlı Antilop
Nakuru Milli Parkında Babun&Antilop
Nakuru Milli Parkında Buffalo
Nakuru Milli Parkında Zebralar



























Arı sokması şokundan sonraki durağımız Nakuru Milli Parkı içerisinde yer alan şelale. Şelalede fotoğraf çekimlerimizi yaptıktan sonra hem öğle sıcağını atlatmak, hem de önceden kumanya şeklinde hazırladığımız öğle yemeğimizi yemek üzere “Nakuru Lodge”un bahçesine gidiyoruz. Bir çırpıda sandviçlerimizi yiyoruz.

Nakuru Milli Parkı Şelalesi
Daha sonra enfes güzellikte göl manzarası bulunan tesise, kahvelerimizi içmek ve havuzunda serinlemek için giriyoruz. Ancak güneş altında o kadar yorulmuşuz ki ayakkabılarımızı bir kenara atarak çimler üzerinde yalın ayak geziniyoruz. Bu arada otel bahçesinde fütursuzca gezine babunlardan bir tanesi çöp poşetimizi kapıyor. Babunları elinde kocaman demir bir sopayla kovalayan otel görevlisi, babunu o kadar ürkütüyor ki, fotoğrafını çekmeye çalıştığım sinirli erkek babunla burun buruna geliyorum. Öyle bir tıslıyor ve bağırıyor ki ısıracak diye çok korkuyorum. Hayvanlar tarafından ısırılmam zaten meşhur, en son bir at tarafından ısırdıktan sonra arkadaşlarımın dilinden zor kurtulmuştum. Birde babun ısırdı desem ne yaparlar diye düşünmeden edemiyorum :) Kendimizi güzel manzaraya, çimlerin üzerinde yanımızdan ayrılmayan gece mavisi ve kavuniçi renkli tüyleri olan kuşlara ve otelin huzurlu havasına o kadar kaptırmışız ki, daha havuza giremeden mola vaktimizin bittiği ve yola çıkmamız gerektiği hatırlatılıyor. 
Nakuru Lodge
Nakuru Lodge

  

Öğleden sonra parkta Nakuru Gölü Milli Parkında bir süre daha gezmeye devam ediyoruz. Uzaktan da olsa gergedanları görebiliyoruz ancak fotoğraf çekemiyoruz. Akşam üstü saat 17:00’de Nakuru Kembo Kampımıza geri dönüyoruz. Yemek pişirme sırası bizde. Yemek partnerim Andrew ile birlikte güzel bir sebzeli İngiliz yemeği yapıyoruz. Yemek faslının ardından şömine karşısında dinleniyor, gün içinde çektiğimiz fotoğrafların keyfini çıkarıyoruz. Akşamın sürprizi ise Dan ve Often’ın çabuk gelin seslenmeleriyle kafa lambalarımızla aydınlattığımız çalıların arasında gizlenen bukalemunların fotoğraflarını çekmek oluyor…
Nakuru Kembu Kampında Bukalemun
Nakuru Kembu Kampında Bukalemun












Özlem ŞENOL
25.03.2016