3 Haziran 2016 Cuma

BALKANLAR (Kalkandelen, Ohri) II. BÖLÜM

Sabah 07:00’de oldukça keyifli bir otel kahvaltısının ardından 08:00’de Tetova (Kalkandelen) üzerinden Ohri’ye doğru yola çıkıyoruz. Üsküp-Ohri arası yaklaşık 175 km. Yol boyunca Şar dağlarının eteklerinden geçiyoruz. Şar dağları Osmanlı döneminde Maya dağları olarak adlandırılıyor. 2400-2700 m arasında pek çok zirvesi bulunan bu dağların arkası Kosova, etekleri ise meşhur Vardar Ovası. Atatürk’ümüzün çok sevdiği Rumeli Türkülerinden birisi olan Vardar Ovası türküsünün de ilginç bir hikayesi var.

1371 yılında Osmanlı devletinin büyüme ve genişleme süreci devam etmektedir. Anadolu'nun fethi henüz tamamlanmamış, bir yandan da Rumeli'de fetihler sürmektedir. İstanbul henüz fethedilmemiştir. Padişah I.Murat Üsküb'ü kuşatmıştır. Saray erbabı Vezir Çandarlı Ali Bey’in otağı da Üsküp’tedir. Kuşatma sürerken civar köylerden ve kasabalardan halk Sırplardan kaçarak Osmanlıya sığınmak için ovaya akın etmektedir.
Vardar Ovası türküsünün kahramanı olan genç kız da bu kalabalığın içinde aç sefil sığınacak bir yer aramaktadır. Genç kızın yolu Vezir Çandarlı Ali Beyin oğlu Çandarlı Halil Paşa ile kesişir. Halil Paşa kızı sahiplenir ve onu otağına alarak el üstünde tutar. Bütün Balkanların 500 senelik Türk hâkimiyetine girdiğini savaş alanında 1. Murat hayatını kaybeden tek Osmanlı Padişahı olur. Osmanlı ordusu geri dönerken yanlarında Rumeli’den pek çok insan bulunmaktadır. Fakat bir kısmı kendi rızası, bir kısmı zorla yurtlarından koparılan bu insanların sıla özlemi hiç bitmez. Çandarlı Halil Paşanın yanına sığınan genç kızda Halil Paşayı çok sever ve bağlanır ancak onun da memleket özlemi hiç bitmez.
Vardar Ovası türküsü bu hikaye üzerine yazılır. Türkü anonimdir, yazarı bilinmez. Hicaz makamında söylenen bu şarkıyı Müzeyyen Senar, Hamiyet Yücesoy, Zeki Müren gibi pek çok yorumcu söylemiştir. Bir zamanlar Osmanlı'nın olan topraklardan kalan türkü şöyledir.

Maya dağdan kalkan kazlar
Ak topuklu beyaz kızlar
Yarimin yüreği sızlar
Eğlenemem aldanamam
Ben bu yerlerde duramam
Vardar ovası, Vardar ovası
Kazanamadım sıla parası
Maya dağın yıldızıyım
Ben annemin bir kızıyım
Vardar ovası, Vardar ovası
Kazanamadım sıla parası
Efendimin sağ gözüyüm
Eğlenemem aldanamam
Ben bu yerlerde duramam
Vardar ovası, Vardar ovası
Kazanamadık rakı parası

Türküyü, Müzeyyen Senar’ın sesinden https://www.youtube.com/watch?v=5r2MzXLlvlo bağlantısından dinleyebilirsiniz.


Eski Yugoslavya’da Tito döneminde Arnavutlara ve Türklere ana dilde eğitim ve tanıtım ile bayrak kullanımı gibi bir takım ayrıcalıklar tanınmış. Ancak 2001 yılında Arnavut ve Makedonlar arasında bir iç çatışmalar yaşanmış. Yol boyunca pek çok dağ köyü görüyoruz ve tabelaların çoğu Arnavutça. Seyahat ederken şehirden şehire değişen etnik yapıyı sokaklarda gördüğünüz tabelalardan kolaylıkla anlayabiliyorsunuz. Ayrıca bölgedeki camilerin minareleri de Türk ve Arnavut köylerini ayırt etmenizi sağlıyor. Arnavut köylerindeki camilerin uzun minareleri uç bölüme doğru inceliyor ve hatları yuvarlaklaşıyor. 

Arnavut Camisi
Makedonya'nın kuzeybatısında yer alan Tetova (Kalkandelen) şehri, Osmanlı zamanında yapılan okların çok güçlü olması ve kalkanı delmesi sebebiyle bu isimle anlıyor. Şehir Şar Dağlarının eteklerinde Pena nehri kıyısında kurulu. 85.000 nüfuslu Tetova, Üsküp ve Manastırdan sonra Makedonya'nın üçüncü büyük şehri. Bugün Tetova’da Arnavut ağırlıklı bir nüfus yaşamakta.

Tetova Pane Nehri ve Türk Hamamı
Tetova merkezinde ziyaret noktamız Alaca Camii. Cami, Makedonya’daki önemli Osmanlı-Türk eserlerinden ve Kalkandelen’in simge mimari yapılarından birisi. İnce işlemeli görüntüsüyle adını mimari yapısındaki renklilikten almıştır.

Alaca Cami

Alaca Cami Dış Duvarları

Alaca Camide

Alaca Camide
Alaca Cami’de klasik cami süslemelerinin aksine caminin dış ve iç duvarların bulunan rengarenk çiçek desenleri dikkati çekmekte. Camideki boyamalar için 30.000’den fazla yumurta kullanılmış. Caminin avlusu da birbirinden güzel canlı çiçeklerle süslenmiş durumda. 

Alaca Cami Minberi


Alaca Cami Tavan Süslemeleri




















Dönem camilerinin çoğu bir sultan, bey, paşa veya bir makam sahibi kişinin mali desteği ile yapılırken, Alaca Cami Kalkandelen iki kız kardeş, Hurşide ve Mensure hanımların mali desteği ile yapılmış. Duvarlarla çevrelenmiş olan avluda caminin bahçesinde iki kız kardeşin türbeleri yer almakta.

1438 yılında inşa edilen Alaca Caminin mimarı İshak Bey. Recep Paşa’nın mimariye düşkün oğlu Abdürrahman Paşa tarafından 1883 yılında cami büyük oranımdan geçirilmiş. 1991 yılında Kalkandelen İslam Cemiyeti, caminin etrafına Osmanlı tarzında duvar yaptırmış. 2010 yılında ise özel boyalarla yeni bir bakım çalışması yapılmış ve bu çalışma için 120.000 Dinar dolayında para harcanmış.

Alaca Cami’den Ohri’ye doğru tekrar yola çıkıyoruz. Arazide yerleşim yerleri tepeliklerde, tarım arazileri ise düzlüklerde. Bu sırada yol kenarında çok güzel çilekler satıldığını görerek hemen bir kasa çilek alıyoruz ve tadına bakıyoruz. Biraz daha ileride yolun biraz kenarında bir köy kilisesi görüyoruz ve aracımızı hemen durduruyoruz. Kilisenin içini merak ediyoruz, ancak kapalı.

Makedonya'da Köy Kilisesi


Kilisenin bahçesine doğru yürüdüğümüzde ise arka tarafındaki mezarlığı görüyoruz. Mezarlık o kadar ilginç ki. Mezar taşları siyah granitten ve üzerlerinde ölen kişilerin portreleri itinayla çizilmiş. Bu tip bir mezarlığı Azerbaycan-Bakü’de şehitlikte görmüştüm ve granit taşların çok pahalı olduğunu öğrenmiştim. Aynı mezar yerine gömülen ve aynı aileden oldukları tahmin ettiğim 3 kişilik mezarlar da mevcut.

Makedonya'da Köy Kilisesi ve Mezarlığı
Makedonya'da Köy Kilisesi ve Mezarlığı






















Mezarlıktan sonra köyün içlerine doğru kısa bir yürüyüş yapıyoruz. Evler gayet modern gözüküyor. Bunun yanı sıra taş evler ve bizdeki serendere benzer ahşap yapılarda mevcut. Serenderlerin üst katında mısır kurutuluyor ve alt kat ise garaj olarak kullanılıyor. Meraklı gezinmem ve hayvanlarla olan diyalogum bir çiftçinin dikkatini çekiyor. Bizi hemen evinin bahçesine çağırıyor ve kedilerini ve köpeğini gösteriyor. Onların birkaç kare fotoğrafını çekerken eline bir battaniye alarak beni ata bindirmek istiyor. Çiftçinin sıcaklığı çok hoşuma gidiyor ancak aracımızın çalan kornasıyla geç kaldığımızı anlayarak, çiftçiye de teşekkür ederek aracımıza koşuyorum…






Yol boyunca dağların arasından kıvrılan yolda giderken yolun sağ tarafında yeni yapılmakta olan otobana ait viyadük inşaatlarını ve taş ocaklarını görüyoruz. Dağlık yolun sonunda bir otobana bağlanıyoruz. Kullandığımız otobanın adı Rahibe Terasa Otobanı. Üsküp’te sokaklarda, duvarlarda ve hediyelik eşya satıcılarında Rahibe Terasının pek çok fotoğrafını görmüştüm. Rehberimizin bilgilendirmesiyle Rahibe Teresa’nın Üsküp doğumlu olduğunu öğreniyorum.

Rahibe Teresa
Biraz daha araştırma yaptığımda, gerçek adıyla Agnes Gonca Boyacı’nın Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kosova Vilayeti’ne bağlı Üsküp’te 26 Ağustos 1910 tarihinde doğan Arnavut bir Katolik olduğunu öğreniyorum. Babası bir Ulah, annesi ise Prizrenli Katolik bir Arnavut ailenin iki kardeşten küçük olanı. 18 yaşında rahibe olmaya karar vererek Hindistan'da misyonerlik çalışmalarıyla tanınan Loretto Hemşireleri'ne katılıyor. Teresa adını bu dönemde alıyor. 1950 yılında Vatikan'ın izniyle Hayırsever Misyonerler Cemaati'ni kuruyor. 12 kişiyle kurulan bu cemaat, dünyanın 450 noktasında 4.000 rahibenin görev aldığı bir topluluk haline geliyor. Teresa’nın 1980 yılında Üsküp şehrine yaptığı bir ziyaret sırasında kendisine Arnavut, Makedon ya da bir Sırp olup olmadığı sorulduğunda "Ben kendimi Üsküp'ün bir vatandaşı hissediyorum, doğduğum şehir burası. Ancak ben dünyaya aitim." şeklinde yanıt veriyor. Üsküp'te Rahibe Teresa adına 26 Ağustos 2010 tarihinde yüzüncü yaş gününde bir anma evi inşa edilmiştir. 5 Eylül 1997 tarihinde 87 yaşında Hindistan-Kalküta’da vefat eden Rahibe Teresa’ya 1979 yılında Nobel Barış Ödülü verilmiştir. Rahibe Teresayı hem Arnavutlar, hem de Makedonlar sahiplenmekteler.

Tetova’dan güneye doğru inmeye devam ediyoruz ve Gostivar şehri yakınlarına geliyoruz. Makedonya’nın 301 km ile en uzun nehri olan Vardar Nehri, Gostivar sınırlarında yer alan Şar Dağlarıdaki Vrutok köyünde doğarak Ege denizine dökülmekte. Bu bölgede Arnavut ve Türkler birlikte yaşıyorlar. Dolayısıyla yol boyunca cami ve kiliseleri yan yana görmek oldukça doğal bir durum. Ayrıca, bizim Bolu-Mengenli ustalarımız gibi Gostivarlı ustalarda tatlıcılık ve aşçılık konusunda çok ünlülermiş. İstanbul’da Beyazıt semtindeki ustaların pek çoğu Gostivarlı imiş.

Otobanın sonunda saat 14:00’de Ohri’ye ulaşıyoruz. Şehir merkezine yakın bir yerde otobüsten inerek yürümeye başlıyoruz. Ohri Çarşısının girişinde yer alan en az 600 yıllık olan anıt çınar ağacının yanından geçerek merkeze ulaşıyoruz. Şehrin mimarisi bana Safranbolu evlerini anımsatıyor. Ohri, birçok Makedonya şehri gibi Türk çizgileri taşıyor. Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerini yansıtan ahşap, cumbalı evler çok güzel korunmuş ve Makedonların taş mimarisiyle birlikte güzel bir birliktelik oluşturmuş. Dar sokaklar ise Arnavut taşlı. Türk nüfusunun bir bölümü çarşıdaki dükkanların sahipleri ve televizyon sayesinde Türkçeleri gayet güzel.

Ohri Limanından Şehrin Görüntüsü

Çarşıdaki ana caddeden yürümeye devam ederek, Ohri gölü kenarındaki iskeleye ulaşıyoruz. Şansımıza hava çok kapalı ve ara ara yağmur atıştırıyor. Saat 16:00’ya kadar serbest zamanımız var. Arkadaşım ile birlikte önce limandaki Nemo isimli kafeteryaya oturarak ton balıklı güzel bir salata ve alfredo macaroni yiyor ve üstüne de sıcacık çaylarımızı içiyoruz. Bu keyifli yemeğin fiyatı ortalama 250 Denar civarında.

Nemo Kafede Öğle Yemeği

Daha sonra bizim için bir saatliğine ayarlanan Aleksandrija isimli tekneye doğru yürürken göl kenarındaki beyaz kuğu ve yavrularını keyifle seyrediyoruz. Güneşli bir günde bu gölün ne kadar güzel olabileceğini düşünüyorum.

Ohri Gölünde Gezi Tekneleri

Ohri Gölünde Kuğular

Ohri gölü St. Naum tur ücreti 5 €. Turizm firmalarında bu rakam katılımcı sayısına göre 10-30 € arasında değişebiliyor. Limanda tekne turlarıyla pazarlık yapabilmeniz mümkün.

Ohri Limanı





















Ohri gölü oluşum bakımından Balkanlar'daki en eski ve derin göl. Yaklaşık 2 milyon yıl önce oluştuğu düşünülen gölün uzunluğu 30,4 km, genişliği ise 14,8 km. Gölün derinliği 155-288 m arasında değişmekte. Gölde yöreye özgü dünya çapında öneme sahip 200'den fazla canlı türü bulunmakta. Göl, UNESCO tarafından 1979 yılında Dünya Kültür Mirası listesine alınmış. Ancak göl çevresindeki insani baskıların olumsuz etkiler ile gölün su miktarı giderek azalmaya başlamış.

Ohri Gölünde




Ohri Gölünde


















Ohri Gölü, 2/3’ü Makedonya, 1/3’ü Arnavutluk sınırında yer alan sınır aşan göl karakterinde. Göl kenarına kurulu üç şehirden Ohri ve Struga Makedonya, Pogradec ise Arnavutluk'ta. Göl çevresinde Arnavutluk'ta 45,000 kişi, Makedonya'da 90,000 kişi olmak üzere toplam 135.000 kişi yaşıyor. Göl kenarında birçok küçük balıkçı köyü bulunmasına karşın, bölgedeki ana gelir kaynağı turizm. Ohri, Balkanlar’daki önemli turizm merkezlerinden birisi. Özellikle, Ege Denizi dışında, denize çıkışı olmayan ülke vatandaşları için bölge, tatil merkezi özelliğinde.

Tekne turu boyunca Ohri kalesi (Samuel Kalesi), şehir merkezindeki eski Osmanlı evlerinin panoramik görüntüsünün yanı sıra Aziz John Kaneo Kilisesi, Aya Sofya Kilisesi ve Tito’nun yazlığını görmeniz mümkün.

Samuel Kalesi

Aziz Kanoe Kilisesi

Ayasofya Kilisesi

Tito’nun Yazlık Evi

Bir saatlik tekne turu dönüşünde otelimize geçmeden önce şehir merkezinde biraz daha gezme şansımız oluyor. Şehirde Osmanlı döneminden kalma 10 adet cami ile 1 adet tekke ile yaklaşık 40 kadar kilise var. Kiliselerden en meşhuru da Aya Sofya Kilisesi ancak hava muhalefeti nedeniyle burayı ziyaret edemiyoruz.

Ohri, Kiril alfabesinin doğduğu yer olarak kabul edildiğinden dolayı Slavlar için oldukça önemli bir şehir. Limanda Kiril alfabesinin atası kabul edilen Glagolitik alfabesini geliştiren Yunanlı Kiril ve Metodius kardeşler ile Ohrid şehrinin koruyucusu olarak kabul edilen Aziz Kliment’in heykelleri var.


Kiril Kardeşler
Aziz Kliment























Ohri çarşısında yolun her iki tarafında inci takılar satan mağazalar da göreceksiniz. Ohri, incisi ve sedef işlemeciliği ile ünlü. İncinin hammaddesi olan sedef, gölden çıkan plasica balığının pullarından elde ediliyor. Pek çok insan eşine, dostuna hediye olarak inci satın alıyor. Bense kelebek şeklinde sedeften ufak bir yaka iğnesi almayı tercih ediyorum. Ücreti de de gayet makul 3 €. Daha önce uzak doğu turlarımdan edindiğim tecrübe ile gerçek inciyi anlamanın çok zor olduğunu biliyorum. Ayrıca incilerin fiyatları oldukça yüksek geliyor, bu yüzden mutlaka pazarlık yapmanız gerekli.

Ohri İncileri

Ohri çarşısın tam ortasında bir diğer ilginç nokta ise kumarhane…

Ohri Kumarhane Kapısında
Hava hepten bozuyor ve kesintisiz bir yağmur başlıyor. Bu havada yapılabilecek en doğru şey iç mekanda fotoğraf çekimi yapmak. 


Yağmurlu Bir Günde Ohri Sokakları
Tekne turuna giderken fotoğrafçı arkadaşlarım ile birlikte şans eseri gördüğümüz ahşap oyma atölyesi bu iş için ideal bir nokta. Biraz çekinerek de olsa atölyeye giriyoruz. Atölyenin sahibi Sanja adında Boşnak bir hanım. Eşi Stevan ile birlikte” Farmakovski” adındaki atölyeyi işletiyorlar. O kadar misafirperver ve cana yakın bir bayan ki çekim yapmak istediğimiz belirtince bizi kırmadan hemen kabul ediyor. Kendi elleriyle yapmış olduğu ahşap tablo, biblo ve takılarla bizi kendisine hayran bırakıyor. Tamamıyla el işi göz nuru tabloların fiyatları 9000-15000 Denar civarında. Eğer bir gün Ohri’ye yolunuz düşerse Atelje Farmakovski’ye mutlaka uğrayın derim. Sizi güler yüzü ile Sanja hanım karşılayacaktır.

Sanja Hanım Çalışırken

Farmakovski Atölyesi




















Sanja Farmakovski Atölyesinde

Hava kararmaya başlıyor ve çarşı başındaki anıt çınarın altında buluşarak araçlarımıza biniyoruz. Ohri çıkışında yer alan otelimiz bulmamız bir hayli zor oluyor. Sonunda saat 20:30’da Hotel Prestige’e ulaşıyoruz ama aklımız Ohri’de kalıyor. Çantalarımızı odalarımıza koyarak, üstümüzü hemen değiştirerek otelden bir taksi ayarlıyoruz. 5 kişilik bir grup oluşturuyoruz ve bizi 8 €’ya Ohri merkeze götürüyor. Taksi şoförümüzle bu yağmurda taksi bulmak zor olabilir düşüncesiyle dönüşte 23:45’de bizi bıraktığı noktadan almak üzere randevulaşıyoruz.

Çarşının tam bitiminde limanın kıyısında yoğun kalabalığın tercih ettiği çok otantik bir restorana giriyoruz. Rezervasyonumuz olmamasına rağmen bir masa ayarlıyorlar. Ancak mekanda canlı müzik olmadığını öğrenince vakit kaybetmeden oradan kalkıyoruz.


Aklımızda taverna kültürünü yaşamak var. Müziğin sesini takip ederek daha sakin bir yer buluyoruz. Burası Rivieria Otel’in restoran bölümü. Akordeon, gitar, klarnet ve keman eşliğinde Rumeli şarkıları çalınıyor.

Riviera Otelinde Taverna
Balık, salata ve uzo eşliğinde müzik dinleyerek harika bir gece geçiriyoruz. Tavernada kişi başı ödediğimiz ücret 12 €. Saat 23:45’de taksicimizin söz verdiği noktada buluşarak otelimize dönüyoruz. Sadece bir gün geçirebildiğimiz Ohri’de aklımız ve gönlümüz kalıyor. Bir başka sefere güzel bir havada yolumuzun tekrar buraya düşmesini diliyoruz. Bu arada Ohri ile ilgili söylenen bir söz de çok hoşuma gidiyor “Cennet yaratılırken bir damla yeryüzüne düşmüş, o damla da Ohri’dir”.


Özlem ŞENOL

06.06.2016


* Fotoğraf desteği için Tahsin ÖKSÜZ ve Fikret DADAŞ'a teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder