Sabah 07:00’de oldukça
keyifli bir otel kahvaltısının ardından 08:00’de Tetova (Kalkandelen) üzerinden
Ohri’ye doğru yola çıkıyoruz. Üsküp-Ohri arası yaklaşık 175 km. Yol boyunca Şar
dağlarının eteklerinden geçiyoruz. Şar dağları Osmanlı döneminde Maya dağları olarak
adlandırılıyor. 2400-2700 m arasında pek çok zirvesi bulunan bu dağların arkası
Kosova, etekleri ise meşhur Vardar Ovası. Atatürk’ümüzün çok sevdiği Rumeli
Türkülerinden birisi olan Vardar Ovası türküsünün de ilginç bir hikayesi var.
1371 yılında Osmanlı
devletinin büyüme ve genişleme süreci devam etmektedir. Anadolu'nun fethi henüz
tamamlanmamış, bir yandan da Rumeli'de fetihler sürmektedir. İstanbul henüz
fethedilmemiştir. Padişah I.Murat Üsküb'ü kuşatmıştır. Saray erbabı Vezir
Çandarlı Ali Bey’in otağı da Üsküp’tedir. Kuşatma sürerken civar köylerden ve
kasabalardan halk Sırplardan kaçarak Osmanlıya sığınmak için ovaya akın etmektedir.
Vardar Ovası türküsünün
kahramanı olan genç kız da bu kalabalığın içinde aç sefil sığınacak bir yer
aramaktadır. Genç kızın yolu Vezir Çandarlı Ali Beyin oğlu Çandarlı Halil Paşa
ile kesişir. Halil Paşa kızı sahiplenir ve onu otağına alarak el üstünde tutar.
Bütün Balkanların 500 senelik Türk hâkimiyetine girdiğini savaş alanında 1.
Murat hayatını kaybeden tek Osmanlı Padişahı olur. Osmanlı ordusu geri dönerken
yanlarında Rumeli’den pek çok insan bulunmaktadır. Fakat bir kısmı kendi
rızası, bir kısmı zorla yurtlarından koparılan bu insanların sıla özlemi hiç
bitmez. Çandarlı Halil Paşanın yanına sığınan genç kızda Halil Paşayı çok sever
ve bağlanır ancak onun da memleket özlemi hiç bitmez.
Vardar Ovası
türküsü bu hikaye üzerine yazılır. Türkü anonimdir, yazarı bilinmez. Hicaz
makamında söylenen bu şarkıyı Müzeyyen Senar, Hamiyet Yücesoy, Zeki Müren gibi
pek çok yorumcu söylemiştir. Bir zamanlar Osmanlı'nın olan topraklardan kalan
türkü şöyledir.
Maya dağdan kalkan kazlar
Ak topuklu beyaz kızlar
Yarimin yüreği sızlar
Eğlenemem aldanamam
Ben bu yerlerde duramam
Vardar ovası, Vardar ovası
Kazanamadım sıla parası
Maya dağın yıldızıyım
Ben annemin bir kızıyım
Vardar ovası, Vardar ovası
Kazanamadım sıla parası
Efendimin sağ gözüyüm
Eğlenemem aldanamam
Ben bu yerlerde duramam
Vardar ovası, Vardar ovası
Kazanamadık rakı parası
Türküyü, Müzeyyen Senar’ın sesinden https://www.youtube.com/watch?v=5r2MzXLlvlo bağlantısından dinleyebilirsiniz.
Eski Yugoslavya’da Tito döneminde Arnavutlara ve
Türklere ana dilde eğitim ve tanıtım ile bayrak kullanımı gibi bir takım
ayrıcalıklar tanınmış. Ancak 2001 yılında Arnavut ve Makedonlar arasında bir iç
çatışmalar yaşanmış. Yol boyunca pek çok dağ
köyü görüyoruz ve tabelaların çoğu Arnavutça. Seyahat ederken şehirden
şehire değişen etnik yapıyı sokaklarda gördüğünüz tabelalardan kolaylıkla
anlayabiliyorsunuz. Ayrıca bölgedeki camilerin minareleri
de Türk ve Arnavut köylerini ayırt etmenizi sağlıyor. Arnavut köylerindeki
camilerin uzun minareleri uç bölüme doğru inceliyor ve hatları yuvarlaklaşıyor.
Arnavut Camisi |
Makedonya'nın
kuzeybatısında yer alan Tetova (Kalkandelen) şehri, Osmanlı zamanında yapılan
okların çok güçlü olması ve kalkanı delmesi sebebiyle bu isimle anlıyor. Şehir
Şar Dağlarının eteklerinde Pena nehri kıyısında kurulu. 85.000 nüfuslu
Tetova, Üsküp ve Manastırdan sonra Makedonya'nın üçüncü büyük şehri. Bugün
Tetova’da Arnavut ağırlıklı bir nüfus yaşamakta.
Tetova Pane Nehri ve Türk Hamamı |
Alaca Cami |
Alaca Cami Dış Duvarları |
Alaca Camide |
Alaca Camide |
Alaca Cami Minberi |
Dönem camilerinin çoğu bir sultan, bey, paşa veya bir makam sahibi kişinin mali desteği ile yapılırken, Alaca Cami Kalkandelen iki kız kardeş, Hurşide ve Mensure hanımların mali desteği ile yapılmış. Duvarlarla çevrelenmiş olan avluda caminin bahçesinde iki kız kardeşin türbeleri yer almakta.
1438
yılında inşa edilen Alaca Caminin mimarı İshak Bey. Recep Paşa’nın mimariye
düşkün oğlu Abdürrahman Paşa tarafından 1883 yılında cami büyük oranımdan
geçirilmiş. 1991 yılında Kalkandelen İslam Cemiyeti, caminin etrafına Osmanlı tarzında
duvar yaptırmış. 2010 yılında ise özel boyalarla yeni bir bakım çalışması yapılmış
ve bu çalışma için 120.000 Dinar dolayında para harcanmış.
Alaca
Cami’den Ohri’ye doğru tekrar yola çıkıyoruz. Arazide yerleşim yerleri
tepeliklerde, tarım arazileri ise düzlüklerde. Bu sırada yol kenarında çok
güzel çilekler satıldığını görerek hemen bir kasa çilek alıyoruz ve tadına
bakıyoruz. Biraz daha ileride yolun biraz kenarında bir köy kilisesi görüyoruz
ve aracımızı hemen durduruyoruz. Kilisenin içini merak ediyoruz, ancak kapalı.
Kilisenin
bahçesine doğru yürüdüğümüzde ise arka tarafındaki mezarlığı görüyoruz.
Mezarlık o kadar ilginç ki. Mezar taşları siyah granitten ve üzerlerinde ölen
kişilerin portreleri itinayla çizilmiş. Bu tip bir mezarlığı Azerbaycan-Bakü’de
şehitlikte görmüştüm ve granit taşların çok pahalı olduğunu öğrenmiştim. Aynı
mezar yerine gömülen ve aynı aileden oldukları tahmin ettiğim 3 kişilik
mezarlar da mevcut.
Makedonya'da Köy Kilisesi ve Mezarlığı |
Mezarlıktan sonra köyün içlerine doğru kısa bir yürüyüş yapıyoruz. Evler gayet modern gözüküyor. Bunun yanı sıra taş evler ve bizdeki serendere benzer ahşap yapılarda mevcut. Serenderlerin üst katında mısır kurutuluyor ve alt kat ise garaj olarak kullanılıyor. Meraklı gezinmem ve hayvanlarla olan diyalogum bir çiftçinin dikkatini çekiyor. Bizi hemen evinin bahçesine çağırıyor ve kedilerini ve köpeğini gösteriyor. Onların birkaç kare fotoğrafını çekerken eline bir battaniye alarak beni ata bindirmek istiyor. Çiftçinin sıcaklığı çok hoşuma gidiyor ancak aracımızın çalan kornasıyla geç kaldığımızı anlayarak, çiftçiye de teşekkür ederek aracımıza koşuyorum…
Yol
boyunca dağların arasından kıvrılan yolda giderken yolun sağ tarafında yeni
yapılmakta olan otobana ait viyadük inşaatlarını ve taş ocaklarını görüyoruz. Dağlık
yolun sonunda bir otobana bağlanıyoruz. Kullandığımız otobanın adı Rahibe
Terasa Otobanı. Üsküp’te sokaklarda, duvarlarda ve hediyelik eşya satıcılarında
Rahibe Terasının pek çok fotoğrafını görmüştüm. Rehberimizin bilgilendirmesiyle
Rahibe Teresa’nın Üsküp doğumlu olduğunu öğreniyorum.
Rahibe Teresa |
Tetova’dan güneye doğru inmeye devam ediyoruz ve
Gostivar şehri yakınlarına geliyoruz. Makedonya’nın 301 km ile en uzun nehri
olan Vardar
Nehri, Gostivar sınırlarında yer alan Şar Dağlarıdaki Vrutok köyünde doğarak Ege
denizine dökülmekte. Bu
bölgede Arnavut ve Türkler birlikte yaşıyorlar. Dolayısıyla yol boyunca cami ve
kiliseleri yan yana görmek oldukça doğal bir durum. Ayrıca, bizim Bolu-Mengenli
ustalarımız gibi Gostivarlı ustalarda tatlıcılık ve aşçılık konusunda çok
ünlülermiş. İstanbul’da Beyazıt semtindeki ustaların pek çoğu Gostivarlı imiş.
Daha sonra bizim için bir saatliğine ayarlanan Aleksandrija
isimli tekneye doğru yürürken göl kenarındaki beyaz kuğu ve yavrularını keyifle
seyrediyoruz. Güneşli bir günde bu gölün ne kadar güzel olabileceğini
düşünüyorum.
Ohri gölü St. Naum tur ücreti 5 €. Turizm firmalarında bu rakam katılımcı sayısına göre 10-30
€ arasında değişebiliyor. Limanda tekne turlarıyla pazarlık yapabilmeniz
mümkün.
Ohri gölü oluşum bakımından Balkanlar'daki en eski ve derin göl. Yaklaşık 2 milyon yıl önce oluştuğu düşünülen gölün uzunluğu 30,4 km, genişliği ise 14,8 km. Gölün derinliği 155-288 m arasında değişmekte. Gölde yöreye özgü dünya çapında öneme sahip 200'den fazla canlı türü bulunmakta. Göl, UNESCO tarafından 1979 yılında Dünya Kültür Mirası listesine alınmış. Ancak göl çevresindeki insani baskıların olumsuz etkiler ile gölün su miktarı giderek azalmaya başlamış.
Ohri Gölünde |
Ohri Gölünde |
Ohri Gölü, 2/3’ü Makedonya, 1/3’ü Arnavutluk sınırında yer alan sınır aşan göl karakterinde. Göl kenarına kurulu üç şehirden Ohri ve Struga Makedonya, Pogradec ise Arnavutluk'ta. Göl çevresinde Arnavutluk'ta 45,000 kişi, Makedonya'da 90,000 kişi olmak üzere toplam 135.000 kişi yaşıyor. Göl kenarında birçok küçük balıkçı köyü bulunmasına karşın, bölgedeki ana gelir kaynağı turizm. Ohri, Balkanlar’daki önemli turizm merkezlerinden birisi. Özellikle, Ege Denizi dışında, denize çıkışı olmayan ülke vatandaşları için bölge, tatil merkezi özelliğinde.
Tekne
turu boyunca Ohri kalesi (Samuel Kalesi), şehir merkezindeki eski Osmanlı
evlerinin panoramik görüntüsünün yanı sıra Aziz John Kaneo Kilisesi, Aya Sofya
Kilisesi ve Tito’nun yazlığını görmeniz mümkün.
Bir saatlik
tekne turu dönüşünde otelimize geçmeden önce şehir merkezinde biraz daha gezme
şansımız oluyor. Şehirde Osmanlı döneminden kalma 10 adet cami ile 1 adet tekke
ile yaklaşık 40 kadar kilise var. Kiliselerden en meşhuru da Aya Sofya Kilisesi
ancak hava muhalefeti nedeniyle burayı ziyaret edemiyoruz.
Ohri, Kiril
alfabesinin doğduğu yer olarak kabul edildiğinden dolayı Slavlar için oldukça
önemli bir şehir. Limanda Kiril alfabesinin atası kabul edilen Glagolitik
alfabesini geliştiren Yunanlı Kiril ve
Metodius kardeşler ile Ohrid şehrinin koruyucusu olarak kabul edilen Aziz
Kliment’in heykelleri var.
Ohri çarşısında yolun her iki tarafında inci takılar satan mağazalar da göreceksiniz. Ohri, incisi ve sedef işlemeciliği ile ünlü. İncinin hammaddesi olan sedef, gölden çıkan plasica balığının pullarından elde ediliyor. Pek çok insan eşine, dostuna hediye olarak inci satın alıyor. Bense kelebek şeklinde sedeften ufak bir yaka iğnesi almayı tercih ediyorum. Ücreti de de gayet makul 3 €. Daha önce uzak doğu turlarımdan edindiğim tecrübe ile gerçek inciyi anlamanın çok zor olduğunu biliyorum. Ayrıca incilerin fiyatları oldukça yüksek geliyor, bu yüzden mutlaka pazarlık yapmanız gerekli.
Ohri çarşısın tam ortasında bir diğer ilginç nokta ise
kumarhane…
Ohri Kumarhane Kapısında |
Yağmurlu Bir Günde Ohri Sokakları |
Sanja Farmakovski Atölyesinde |
Hava kararmaya başlıyor ve çarşı başındaki anıt çınarın altında buluşarak araçlarımıza biniyoruz. Ohri çıkışında yer alan otelimiz bulmamız bir hayli zor oluyor. Sonunda saat 20:30’da Hotel Prestige’e ulaşıyoruz ama aklımız Ohri’de kalıyor. Çantalarımızı odalarımıza koyarak, üstümüzü hemen değiştirerek otelden bir taksi ayarlıyoruz. 5 kişilik bir grup oluşturuyoruz ve bizi 8 €’ya Ohri merkeze götürüyor. Taksi şoförümüzle bu yağmurda taksi bulmak zor olabilir düşüncesiyle dönüşte 23:45’de bizi bıraktığı noktadan almak üzere randevulaşıyoruz.
Çarşının tam bitiminde limanın kıyısında yoğun
kalabalığın tercih ettiği çok otantik bir restorana giriyoruz. Rezervasyonumuz
olmamasına rağmen bir masa ayarlıyorlar. Ancak mekanda canlı müzik olmadığını
öğrenince vakit kaybetmeden oradan kalkıyoruz.
Aklımızda taverna kültürünü yaşamak var. Müziğin sesini takip ederek daha sakin bir yer buluyoruz. Burası Rivieria Otel’in restoran bölümü. Akordeon, gitar, klarnet ve keman eşliğinde Rumeli şarkıları çalınıyor.
Riviera
Otelinde Taverna
|
Özlem ŞENOL
06.06.2016
* Fotoğraf desteği için Tahsin ÖKSÜZ ve Fikret DADAŞ'a teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder