28 Haziran 2016 Salı

"İspanya-Madrid" 2. Bölüm

Madrid seyahatimin üçüncü gününde öğleden sonra gitmeyi planladığım yer arkadaşlarımın da şiddetli tavsiyesi ile Ulusal Sofia Reina Müzesi (Museo Nacional Centro de Arte Reina Sofia).

Müze, Atocha Metro ve Tren İstasyonu’nun hemen karşısında. Bu nedenle ulaşımı son derece kolay. Madrid’e gittiyseniz, çağdaş ve modern resim sanatına düşkünseniz, mutlaka ve mutlaka ziyaret etmeniz gereken bir müze. Ancak en az yarım gününüzü ayırmalısınız.

18. yüzyılda hastane olarak kullanılan bina, 1992 yılında müzeye dönüştürülerek dış cephesine iki adet cam panoramik asansör eklenmiş. 2005 yılında ise bir Fransız mimar tarafından tasarlanan bir uzantı eklenerek bugünü görünümüne kavuşmuş.


Müzedeki bir kısım eserler, Prado Ulusal Müzesinden buraya transfer edilmiş. Hazine olarak tanımlanan müze 4 katlı. 2 katında daimi koleksiyon eserleri bulunan müzenin diğer 2 katı geçici sergiler için ayrılmış. Daimi koleksiyon içinde Pablo Picasso, Salvador Dali, Joan Miro, Jose Solana, Francis Bacon ve Henry Moore gibi resim ve heykel sanatının pek çok paha biçilmez eseri yer almakta. Bu nedenle müzenin bazı özel bölümlerinde fotoğraf çekilmesine izin verilmiyor. 

Pablo Picasso Guernica Tablosu

Salvador Dali Masturbator Tablosu

Joan Mirro Portrait II Tablosu
Pablo Picasso Bust of Smiling (Gülen Kadın) Tablosu






















Müze içinde yer alan kütüphane, satış mağazası ve restoran da müzenin bir parçası. Müzeyi Pazartesi-Cumartesi günleri arasında saat sabah 10:00-akşam 21:00 arasında ziyaret edebilmek mümkün. Pazar günleri ise 10:00-14:30 arası açık olan müze Salı günleri kapalı. Müze giriş ücreti ise 8 €. 

Reina Sofia Müzesinde 

Müzeden çıktıktan sonra Madrid’in en ünlü meydanı olan Büyük Meydan (Plaza Mayor) ve Ekmek Evi (Casa de la Panaderia)’ya doğru yürümeye başlıyorum. Akşamüstü havanın da biraz serinlemesi ile birlikte insanlar sokaklara dökülmeye başlamışlar bile…

Büyük Meydan, II. Philip döneminde (1598-1621) inşa edilmiş olan Madrid’in kent merkezindeki en önemli meydanlardan birisi. 129 m boyunda, 94 m. eninde dikdörtgen şeklindeki meydanın 9 yerden girişi. Meydana bakan 237 adet balkonlu üç katlı bir bina ile çevrilmiş durumda. Meydanın tam ortasında ise III. Philip’in heykeli bulunuyor.

Plaza Mayor and Casa de la Panaderia
Büyük Meydan (Plaza Mayor) ve Ekmek Evi (Casa de la Panaderia)


Büyük Meydanın kuzey cephesinde meydana hakim Ekmek Evi binası bulunuyor. Bina kültürel faaliyetler için kullanılıyor. Büyük Meydanın inşası sırasında 1619 yılında inşa edilen binanın ortasında iki adet saat kulesi ve üzerinde son derece renkli ve ilginç duvar boyamaları yer alıyor. Tablo tadındaki bu boyamaları hayranlıkla izliyorsunuz.


Casa de la Panaderia
Ekmek Evi Duvar Resimleri
Ekmek Evi Duvar Resimleri





















Ekmek Evi Duvar Resimleri
Binanın zemin katında yer alan kafeteryalar ve akşam saatlerinde meydana taşınan masalar meydana canlılık katıyor. Meydana açılan yan sokaklarda ise İspanyol yemeklerini özellikle tapas’ı tadabileceğiniz, sangria içebileceğiniz pek çok restoran mevcut. Ayrıca sokak sanatçıları meydanda performanslarını sergileyerek ortama ayrı bir hava katmaktalar.

Büyük Meydandan yaklaşık 10 dakikalık kısa bir yürüyüşle Büyük Meydan’ın bir kaç blok ötesinde yer alan bir başka ünlü meydana Güneş Kapısı-Sol Meydanına (Puerta del Sol) geliyorum. Burası şehrin en bilinen ve en kalabalık bölgelerinden biri. Meydan, gece çok geç saatlere kadar kalabalık ve meydan yakınlarında pek çok kafe, bar, sinema, tiyatro vb. bulunmakta. 

Puerta del Sol
Sol Meydanı (Puerta del Sol)
Güneş kapısı, 15. yy.’dan kalma Madrid'i saran şehir duvarı kapılarından birisi, Adını, her sabah doğan güneşin şehri doğudan aydınlatmaya başlamasından alıyor. Ortaçağda duvarın dışında şehre ait banliyöler başlamaktaymış. 17-19 yy.’lar arasında meydan önemli bir buluşma yeriymiş. Meydandaki postane binası, Fransız mimar Jacques Marquet tarafından 1766 ile 1768 arasında inşa edilmiş. Franco'nun diktatörlüğü sırasında ise bina İçişleri Bakanlığı olarak kullanılmış.

Sol Meydanı İspanyollar için özel anlamlar ifade ediyor. 1962 yılından beri yeni yıl kutlamaları bu meydanda yapılarak televizyonlardan canlı yayımlanıyormuş. Ayrıca, özellikle savaş ve her türlü vahşete karşıt gösteri ve protestolar da bu meydanda gerçekleşiyormuş. Bende kendimi Coca Cola karşıtı bir protestonun içinde buluyorum.

Puerta del Sol
Sol Meydanı (Puerta del Sol)
İspanya ulaşım sisteminin merkezi ve aynı zamanda İspanyanın sembolik merkezi kabul edilen “0 km” noktası da Sol Meydanından başlıyor. Sol isimli metro durağı da meydanın altından geçmekte. Meydandaki binalar, pek çok alışveriş merkezini ve kafeleri barındırıyor ve çok sayıda turisti bu alana çekiyor. Meydanda çok ünlü bir saat kulesi de bulunmakta.

Sol Meydanının kuzeyinde ise Madrid'in simgelerinden biri olarak kabul edilen ayı ve kocayemiş ağacının bronz heykeli var. 1967 yılında inşa edilen heykelin ağırlığı 20 tonmuş. Bu noktada pek çok yerli ve yabancı turist fotoğraf çekilebilmek için sıraya giriyor.

Kocayemiş, meyveleri çileğe benzeyen ancak daha az tatlı ve sarhoş edici boyu ortalama 4-5 m’lik kırmızı meyveli bir ağaçmış. Kuzey Amerika, Avrupa ve Akdeniz’in ılıman iklimlerinde yetişiyormuş. Bu ağaç ve ona tırmanan ayı, 13. yy’dan beri şehrin sembolü olarak kabul ediliyormuş. Şehrin sembolünün neden ayı ve çilek ağacı olduğu hakkında birkaç teori mevcut ancak hiçbirisi kesin değilmiş. Ayrıca ünlü futbol takımı Atletico Madrid'in ambleminde de bu heykel yer almakta.

Madrid'in Simgesi
Madrid'in Simgesi Ayı ve Kocayemiş Ağacı
Sol Meydanından sonra kuzeye doğru, metro ile yaklaşık 2 durak mesafesindeki İspanyol Meydanına (Palaza de Espana) 15 dakikalık bir yürüyüşle ulaşıyorum. Yürüyüşümü Grand Via Caddesinden geçerek yapıyorum. Madrid’in ünlü tiyatro ve opera binaları ile ilginç mimariye sahip çok katlı binalar, Sfera ve Zara gibi ünlü i birçok alışveriş mağazası da bu cadde üzerinde. Bu meydan da turistler tarafından çok popüler bulunan bir alan.

Teatro Lope de Vega
Vega Tiyatrosu Afişleri
Teatro Lope de Vega
Vega Tiyatrosu Afişleri












Teatro Lope de Vega
Vega Tiyatrosu
Madrid’de bütün meydanlara gerek metro ile gerekse yürüyerek ulaşmak çok kolay. Metro istasyonlarının girişinde yer alan makinalardan biletinizi kolaylıkla alabiliyorsunuz. Ücretler gideceğiniz mesafeye göre 1,5-2 € arasında değişiyor. Otobüslerde de ücretler hemen hemen aynı. İspanyol Meydanının doğu köşesinde de aynı adı taşıyan metro istasyonu yer alıyor.

İspanyol Meydanı Metro Durağı
Meydanın ortasında, ünlü İspanyolca romancı, şair ve oyun yazarı Miguel de Cervantes Saavedra için yapılan anıt yer almakta. Anıt, mimar Rafael Martínez Zapatero ve Pedro Muguruza ile heykeltıraş Lorenzo Coullaut Valera tarafından tasarlanmış. Anıtın büyük bölümü 1925-1930 yılları arasında inşa edilmiş, 1956- 1957 yılları arasında heykeltıraşın oğlu Federico Coullaut-Valera Mendigutia tarafından tamamlanmış. Anıtın kule kısmında Don Kişot ve Sanço Panza’nın bronz heykellerine bakan Cervantes'in taş heykeli bulunmakta.

Cervantes ve Don Kişot Heykeli, İspanyol Meydanı

Cervantes ve Don Kişot Heykeli, İspanyol Meydanı
Kulenin yanında ise Don Kişot'un gerçek aşkını temsil eden iki taş heykel yer almaktadır. Bunlardan biri basit köylü kadını Aldonza Lorenzo, diğeri de hayallerindeki Dulcinea del Toboso.

Cervantes ve Don Kişot Heykeli, İspanyol Meydanında
Meydanın bitişiğinde Madrid’in en uzun iki binası; 117 m.lik İspanya Binası (Edificio Espana) 1953 yılında, 142 m.lik Madrid Kulesi (Torre de Madrid) ise 1957 yılında inşa edilmiş. Ayrıca meydandaki 1911 yılında inşa edilen Gallardo Evi, Art Nouveau tarzı mimarinin şehirdeki önemli örneklerinden biri olarak kabul edilmekte. İspanyol meydanın güneyinde yer alan Kraliyet Sarayı’na (Palacio Real) kısa bir yürüme mesafesi ile ulaşmak mümkün. Ancak akşam olması sebebiyle Kraliyet Sarayını gezmeyi yarına bırakıyorum.

Bugün otelden ayrılmadan önce resepsiyondaki görevlinin yardımıyla bu akşam için bir Flamenko gösterisine rezervasyon yaptırdım. Bu yüzden İspanyol Meydanına yakınında yer alan mekana gitmek için acele ediyorum. Gösteri 20:30’da başlıyor. Flamenko gösterisi için yemekli ve sadece içkili mekanların fiyatları değişim gösteriyor. Ben 27 € ücret ödeyerek yemeksiz flamenko izlemeyi tercih ediyorum. Bu arada kısaca Flamenko hakkında bilgiler vereyim.

Flamenko, Avrupa müzik formlarından biri, Endülüs Halk Müziği ve bu müzik eşliğinde yapılan dansın adı. İspanya'ya özgü olduğu bilinmesine rağmen, aslında Endülüs bölgesinin kültürü. Bölgede Latince konuşan yerli İberik halklar, Berberi-Arap Müslümanlar, İspanya Yahudileri ve Çingeneler tarafından beraberce ortaya çıkarılan bir tür olarak kabul edilmekte. Flamenko’da şarkı “cante”, gitar “toque” olarak isimlendirilmekte.

Flamenko Gösterisi
Flamenko’da öncelikli ve vazgeçilmez olan şarkıcı. İyi bir Flamenko şarkıcısı, cantenin birkaç tarzında uzman olmalı ve ilgili olduğu tarzın birçok ritmini, geleneksel ezgilerini ve şiirlerini bilmek durumunda. Ayrıca sesini batıdan çok doğu tekniğine yakın bir tarzda kullanabilmeli. Flamenko şarkıcıları, parmaklarını masaya vurarak, alkış yaparak, ayaklarıyla -yaşlıysa bastonuyla- yere vurup ritim tutarak, kendi sağlayacağı ritmin eşliğinde geleneğe bağlı fakat kendi ruhunu ve anın getirdiği hisleri de katarak solosunu yaratıyor. Kadın ve erkek şarkıcılar tipik olarak aynı mutlak ses aralığında, birbirine yakın seslerde şarkıyı söylüyorlar. Şarkı ile birlikte dansçıyı desteklemek de gitarcının görevi. Flamenko’da gitar, genel olarak atak ve agresif çalınıyor.

Flamenko Gösterisi
Flamenko Gösterisi




























Flamenco
Flamenko Gösterisi
Ufak bir salonda hafifçe yüksek bir platform üzerinde yaklaşık 2 saat süren gösteriyi heyecanla ve zevkle izliyorum. Şarkıcıların kıyafetleri, dans ederken ki yüz ifadeleri, gırtlak sesleri, ayak ritimleri ve ortamın havası gerçekten büyüleyici. Bir daha İspanya’ya gelecek olursam, yapacağım etkinliklerin başında yine Flamenko gecesine katılmak isterim. Bu keyifle gelirken kullandığım rotayı geri dönüş yolumda da tekrarlayarak Sol meydanına çıkıyorum. Bu arada flamenko üzerine meydandaki rap dansçılarını da seyrederek otelime dönüyorum. Dolu dolu geçen bir günün keyfiyle günü sonlandırıyorum... 
 

Özlem ŞENOL
28.06.2016

27 Haziran 2016 Pazartesi

"İspanya-Madrid" 1. Bölüm

İstanbul'dan yaklaşık 3,5 saatlik THY’nin direk uçuşu ile bu sefer 24-27 Haziran 2015 tarihleri arasında İspanya'nın başkenti Madrid'deyim... İlkini 2007 yılında Barselona’ya yaptığım ikinci İspanya ziyaretim için oldukça heyecanlıyım. Çünkü genelde Avrupa ülkeleri benim çokta tercih ettiğim yerler arasında değil. Ancak bir Akdeniz ülkesi olan İspanya’yı bu genellemenin dışında tutuyorum. Bunda Akdeniz ülkesi insanlarının sıcaklığının etkisi olduğunu düşünüyorum. İspanya ile aramızda saat farkı bulunması sebebiyle uçaktan iner inmez hemen saatimi 1 saat geri alıyorum.

Resmi adı ile İspanya Krallığı, Avrupa'nın güneybatısında İber Yarımadası'nda yer alıyor. Başkent Madrid ise yarımadanın ortasında 1.020 km² yüzölçümüne sahip. Nüfusu yaklaşık 4 milyon olan Madrid; İstanbul, Londra, Berlin ve Paris'ten sonra Avrupa'nın en kalabalık beşinci şehri.




Parlamenter demokrasi şeklinde örgütlenmiş anayasal monarşi ile yönetilen İspanya’da 17 özerk bölge, 2 özerk şehir ve elli il bulunmakta. Yedi özerk bölgenin (Asturias, Balearic Adaları, Cantabria, La Rioja, Madrid, Murcia, ve Navarre) her biri aynı zamanda bir il. İspanya, 1986 yılından bu yana Avrupa Birliğinin üyesi.







Ülkede resmi dil İspanyolca ise de özerk bölgelerde günlük hayatta Katalanca, Galiçyaca, Baskça ve Aranese dilleri de konuşuluyor. Halkın büyük çoğunluğu Katolik.












Yıllık ortalama hava sıcaklığı 2°-24 °C arasında değişen Madrid’de yaz aylarında 38 °C'ye kadar ulaşabilen boğucu sıcaklar yaşanabiliyor. Haziran ayında olmamıza rağmen hava gerçekten çok sıcak ve bunaltıcı… Bir iş seyahati sebebiyle geldiğim bu şehirde bu kadar kısa sürede zamanımı nasıl değerlendireceğim konusunda gelmeden önce biraz araştırma yapıyorum. Günler oldukça uzun ve hava sıcak. Bu nedenle akşam üstleri şehirde gezmeyi planlıyorum.

Hava alanından taksi ile şehir merkezinde yer alan otelime yerleşiyorum. Yerel saat farkı yüzünden 1 saat kazanmış durumdayım. Biraz dinlendikten sonra elime lobiden aldığım şehir ve metro haritası ile birlikte saat 16:00 gibi otelden ayrılıyorum. Otelimin hemen yakınındaki metro durağının ismine bakarak bulunduğum bölgeyi işaretliyorum. Şehirdeki metro ağı oldukça kullanışlı gözüküyor ve istasyonlar da çok sık aralıklarla. 

Atocha Tren İstasyonu’nu merkez kabul ederek, yine her zamanki gibi kaybolma tekniğiyle yürümeye başlıyorum. Haritaya göre şehir merkezinden doğuya doğru gidince büyük bir park var. Haziran ayında 35 dereceye varan sıcak bir günün akşamında yapılacak en iyi iş sanırım bu parkta, yani Retiro Park’da (Buen Retiro Park) akşam yürüyüşüne çıkmak. Bu kararımın ne kadar isabetli olduğunu parka adım atar atmaz anlıyorum. Nasıl canlı ve cıvıl cıvıl bir mekan anlatamam. Madrid’in en büyük (1,4 km 2) parklarından birisi olduğu söyleniyor, birkaç yönden giriş kapısı var.

Parka girer girmez peyzajı dikkatimi çekiyor. Her yerde çok güzel, çok değişik bitkiler ile meydanlarda heykeller ve süs havuzları var. Yollarda bisiklete, patene, scoterlara, kaykaya ve ismini bilmediğim çok değişik tekerlekli aletlere binenler, çocuklarını ve köpeklerini gezdirenler, sokak çalgıcıları, spor yapanlar… Parkın ortasına doğru yürüdükçe hepten şaşırıyorum, çok büyük bir havuz ve içinde kano yapanlar, sandala binenler. 

Retiro Park

Retiro Park
Retiro Park
Retiro Park








Ve havuzun tam ortasında devasa XII. Alfonso Anıtı yer alıyor.

XII. Alfonso Anıtı, Retiro Park
Parkın içine yürüdükçe kocaman bir cam serayı andıran bina dikkatimi çekiyor. Camdan yapılan bu binaya adı çok yakışmış Kristal Saray (The Crystal Palace). Önündeki havuzun içinde çok güzel renklerde ördekler ve sayısız su kaplumbağası var. Çocuklar havuzun kenarındaki merdivende elleriyle kaplumbağaları besliyorlar. Suyun içinde de kökleri suda bulunan büyük çam ağaçları ve tahtadan köprüler. Çimlerin üzerinde gitar çalarak, şarkı söyleyen gençler. Ne tarafa baksanız bir keyifli bir etkinlik var :)

Kristal Saray, Retiro Park
Parkın içerisinde yer alan binalarda çeşitli sergileri de ziyaret edebilmeniz mümkün. Kristal Sarayın içinde sahara kültürünü sergilemek üzere kurulan bedevi çadırı içerisindeki döşeklerde bende biraz dinleniyorum.

Bedevi Çadırı, Kristal saray, Retiro Park

Parkın içindeki bir diğer bina da, Kristal Saray ile XII. Alfonsa Anıtı arasında. Binanın da önüne gelince buranın Velazquez Sarayı (Palacio de Velazquez) olduğunu anlıyorum. Bu bina da sergi salonu olarak kullanılıyor. Neo klasik tarzda, kırmızı tuğla ve kiremitten inşa edilen binada, doğal yoldan aydınlanmak için geniş camlar kullanılmış. Dış cephede kapı ve pencere üstlerinde bizim İznik seramiklerine benzeyen lacivert, turkuaz ve toprak renklerinde yoğun seramik süsler mevcut. Bina dönemin madencilik, metalürji, seramik, cam yapımı ve maden suyu sanayi alanındaki başarıları göstermek üzere 1881-1883 yılları arasında inşa edilmiş.

Velazquez Sarayı, Retiro Park
Velazquez Sarayı, Retiro Park

Kapısında kanatlı iki aslan bulunan ve kısa bir merdivenle çıkılan yüksek tavanlı binanın içerisine girdiğimde ise çok farklı bir sergiyle karşılaşıyorum.

Velazquez Sarayı, Retiro Park

Velazquez Sarayı, Retiro Park
Tahta, demir ve beton bloklarla yapılmış çeşitli geometrik eserler. Özel olarak ayrılmış camdan vitrinler içine gelişigüzel serpilmiş ufak cam objeler ve vidalar. Sanırım modern sanat dedikleri böyle bir şey :)
Velazquez Sarayı, Retiro Park

Velazquez Sarayı, Retiro Park
  
Velazquez Sarayı, Retiro Park
Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor ve saatime baktığımda 21:00’ e geldiğini anlıyorum. Yaklaşık 5 saatlik ilk gün gezim oldukça doyurucu geçiyor ve artık otelime dönüyorum.

Seyahatimin ikinci günü sabah 09:00’da başlayan ve öğleden sonra saat 14:00’de biten toplantıyla başlıyor. İspanyollar sıcak havada çalışmayı sevmiyorlar ve tüm kamu kurumları öğleden sonra tatil oluyor. Siesta kültürü hakim. Bunu fırsat bilerek hemen otelime dönüyor ve üstümü değiştiriyorum. Bu günümü Madrid’e yaklaşık 75 km. uzaklıkta bulunan Toledo’yu ziyaret etmeye karar veriyorum. Saat 16:30’da Atocha tren istasyonundan kalkan hızlı trenle 33 dakika sonra Toledoda’yım. Toledo izlenimlerime ilişkin yazıma http://ozlemcegeziyorum.blogspot.com.tr/2015/12/ozlemce-geziyorum.html adresinden erişebilirsiniz.



Özlem ŞENOL
27.06.2016