21 Nisan 2016 Perşembe

DOĞU AFRİKA GÜNCESİ (V. BÖLÜM)

12 Şubat 2016 Cuma RİBAVU ŞEHRİ VE KİVU GÖLÜ
Afrika'nın orta doğu kesiminde, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Ruanda ve Uganda arasındaki sınır bölgesinde 80 km boyunca uzanan volkanik Virunga dağlarında (M'fumbiro dağları olarak da biliniyor) aileler şeklinde yaşayan gümüş sırtlı gorilleri ziyaret edecek olan arkadaşlarımızın sabah 05:00’de kalkmaları yüzünden biz de güne oldukça erken başlıyoruz. Fatima otel ilginç bir yer. Ortada bahçe, kenarında odalar, banyo, çamaşırhane, mutfak ve ayin yapılan odalar yan yana. Her şey son derece sade, huzurlu. Sabah otel çalışanları için düzenlenen ayini dinliyoruz, katılmak isteseydik kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum, sadece kapıdan bakmakla yetiniyoruz. Kahvaltımızı rahat rahat yaptıktan sonra saat 09:00 için randevulaştığımız rehberimizi bekliyoruz. Rehberimiz tam vaktinde geliyor. 28 yaşında bir genç ve adı Barak. Bizleri arabasıyla “Ribavu” şehrinde yer alan “Kivu” gölüne götürecek.

Yolda bol bol başının üstünde meyve-sebze, sırtında ise bebek taşıyan kadınları görüyoruz. Herkes yolda, ya pazara ya okula yürüyorlar. Ayrıca yolda çay bahçelerinde çalışanları, sarı bidonları ile su sırası bekleyen insanları, yemyeşil muz bahçeleri ve işlenmiş tarlalar ile soykırımda bir milyondan fazla insanın ölümünden suçlu bulunan mahkumların şu an kaldıkları hapishaneyi görüyoruz. Bu arada “Mahoko” ismindeki yerleşim yerinden geçerken inanılmaz güzellikte verimli bir arazi ile arazide yer alan evlerin çatıları dikkatimizi çekiyor. Çatılar renkli saçtan ve önlerinde mutlaka 2 sütunlu bir kapısı var. Son derece modern batılı güzel bir tasarım. Bu arada birden UNICEF’in çadırlarını görüyorum. Ne olduğunu sorduğumda Kongo’dan Ruanda’ya gelen mültecilerin kampı olduğunu söylüyor rehberimiz. 

Ruanda'da Çay Bahçeleri

Su Sırası Bekleyenler


Soykırım Suçlularının Kaldığı Hapishane

 
UNICEF Mülteci Kampı




















Ruanda “Agaseke-Barış Sepeti” ile “Imigongo” adı verilen resim sanatı ile meşhur. İlk durağımız sanatçıların bu tip el ürünlerinin kooperatifler vasıtasıyla bir araya getirilerek pazarlandığı yerel bir dükkan. İki bayan alışveriş lafını duyunca adeta kendimizden geçiyoruz ve 1 saati nasıl harcadığımızı bilmiyoruz. Elimizde kocaman bir mask, örme sepetler, aklımızda ise hangisini alacağımıza bir türlü karar veremediğimiz sırtında bebek taşıyan temsili Ruanda bez bebekler.   Birde Ruanda’da savaştan dönüşü simgeleyen "Intore" savaş dansında erkeklerin kullandığı başlığı denemeden duramıyorum.Beylerin asık suratı eşliğinde kendimizi arabamızda buluyoruz. Alışveriş için değil, fotoğraf için yola çıktık mottosu ile yola devam :)

Afrika Maskları
Agasake-Barış Sepeti İşleri






"Intore" Savaş Dansı Başlığıyla
Ribavu şehrine yaklaştıkça camiler ve başında takkeli beyaz entarili beyleri görmeye başlıyoruz. Rehberimize bizimde Müslüman olduğumuzu söylüyoruz ama inanmakta zorlanıyor. Rwanda’da hükümet tarafından Müslümanların çok sevilmediğini ve şiddetvari tutumlarından bahsediyor…
Kivu gölüne iyice yaklaştık. Hava oldukça ısındı ve manzara çok güzel. Göl kıyısında bir şeyler içmek istediğimiz belirtiyoruz ve rehberimiz bizi adı “Paradise” olan bir butik otelin göl kıyısındaki bahçesine götürüyor. Avrupalı yaşlı turistlerin tercih ettiği huzurlu ve hoş bir mekân. Bahçesinde güneşin biraz kırılmasını beklerken bir yandan kahvelerimizi yudumluyor bir yandan da önümüzde balık tutan, yük taşıyan kayıkçıların fotoğrafını çekiyoruz.
Kivu Gölü-Paradise Cafe


Kivu Gölü Balıkçıları

Gölün içindeki ufak bir ada ile karşı kıyıdaki balıkçı barınağı dikkatimizi çekiyor. Bir saatlik molanın arkasından yola tekrar çıkıyoruz ve Ruanda’nın meşhur bir fabrikası olan “Primus” tesislerinin içinden geçerek balıkçıların bulunduğu sahile ulaşıyoruz. Burada da çekimler yapıyor ve sahilde kurulan ufak bir pazarda muz satıcısı hanımlar ile bir sohbet ediyoruz.

Kivu Gölü Balıkçı Barınağı


Kivu Gölü Pazarında Muz Satıcılarıyla


Muz Satıcısı Bayanlar

Rotamızda termal suların çıktığı bölgeyi ziyaret etmek var. Yol üzerinde bir hidroelektrik santral tesisi görüyoruz. Termal suların bulunduğu yerde yüzeceğimizi hayal ederken ufacık bir koya geliyoruz. Kiwu gölü kıyısında sıcak su kaynağı burasıymış. Suya girmeniz mümkün değil çok sıcak diyorlar. Suyun kenarında oluşmuş ufak bir çamur havuzu başında bekleyen bir bayan var, masaj yapılıyormuş. Seyahate çıkmadan önce Kenya Büyükelçiliğinden aldığım bir tanıtım DVD’sinde gördüğüm termal gölü hatırlayınca, bu suya kim girer diye düşünerek ufak bir hayal kırıklığı yaşıyorum…
Kivu Gölü Termali

Bu arada rehberimiz Barak, programımızda olmayan bir etkinliği bizlere sunuyor. Demokratik Kongo sınırına çok yakınız ve bizim için özel bir izin alarak bizi tampon bölgeye götürebileceğini söylüyor. Bizde bu fırsatı hiç kaçırmıyoruz ve doğruca sınır kapısına gidiyoruz. Sınır kapısı çok kalabalık, serbest ticaret bölgesine giriyoruz, herkes tekerlekli arabalarla, çuvallarla, kadınlar ise başlarının üzerinde bir şeyler taşıyor. Kelimenin tam anlamıyla tam bir pazar yeri. Fotoğraf çekimine izin verilmese burada bir kaç kare fotoğraf almadan yapamıyoruz…
Ruanda-D. Kongo Sınırı Serbest Bölgesi

Buralara kadar gelmişken Demokratik Kongo’ya uğramamak ve D. Kongo güzeliyle bir hatıra fotoğrafı çektirmemek olur mu hiç :)
D. Kongo Güzeliyle Hatıra Fotoğrafı
Ruanda-D. Kongo Sınırında






Demokratik Kongo sınırından ayrılarak öğle yemeğimizi yemek üzere “Lake Kivu Serena Otel”e geçiyoruz. Göl kenarında gerçekten çok güzel bir otel ve açlığımızı unutarak kendimizi hemen plaja ve ılık sulara atıyoruz. Daha sonra otelin bahçesinde çimlerin üzerinde günün yorgunluğunu çıkarıyoruz…

Kivu Gölü Serena Otel Plajında

İki saatlik dinlenme molamızın ardından dönüş yoluna başlamak üzere otelin ön bahçesine geçiyoruz ki birden beklenmedik bir yağmur başlıyor. Üşütmeyen yağmur çok da sürmüyor. Arabamıza tekrar biniyoruz ve sabah göl kenarında gördüğümüz “Attari” plajının yakınındaki balık kurutma alanına geçiyoruz. Ancak yağmur sebebiyle bütün satıcılar kurutulmuş balıklarını sergilerden toplayarak kaldırmışlar. Fotoğraf açısından bugünün kaybı da bu oluyor. Saat 17:00’ye doğru Fatima Kampımıza dönüyoruz. Bu arada Fatima Otelin ufakta olsa bir hediyelik eşya reyonu olduğunu fark ediyorum. Reyonda tahtadan insan büstleri, kayıkçılar, masklar, el işi tablolar, çeşitli takılar ve tabi ki İnciller var. Sisteki Goriller filminden esinlenerek hazırlanmış olan ve üzerinde Sisteki Beyaz Adam yazılı tişört ile Bunyonyi gölünde gördüğümüz kayıkçıları temsil eden tahta heykeli hiç tereddütsüz beğenip hemen alıyorum.

Saat 18:30’da gümüş sırtlı goril turundan dönen yorgun arkadaşlarımız ile birlikte Musanze şehrinde bir gece önce buldukları restoranda balık, tavuk ve kırmızı etten oluşan tercihli menü ile akşam yemeğimizi yiyerek günü sonlandırıyoruz.
13 Şubat 2016 Cumartesi KİGALİ VE SOYKIRIM MÜZESİ ve RWAMAGANA
Sabah saat 08:00’de yolculuğumuz hafif bir yağmur altında başlıyor ve Ruanda’nın başkenti Kigali’ye doğru yola çıkıyoruz. İlk durağımız “Soykırım Müzesi”.
Kigali Soykırım Müzesine ilişkin izlenimlerimi http://ozlemcegeziyorum.blogspot.com.tr/2016/03/ruanda-kigali-soykirim-muzesi.html adresinde yer alan yazımdan okuyabilirsiniz. 
Soykırım Müzesinden çıktığımızda kimse bir kelime konuşmak bile istemiyor. Tırımıza biniyoruz ve Kigali içinde bir tur atarak alışveriş merkezine gidiyoruz. Akşam yemeği için alışverişimiz yapıyoruz. Bu arada meşhur Ruanda Oteli filminin çekildiği otelin önünden de geçiyoruz. Daha sonra Rwamagana’da bulunan “Avega East” isimli kamp sahamıza doğru yola çıkıyoruz. Yeni kampımız yine kocaman yeşil bir bahçe içinde. Odalara şöyle bir bakıyoruz ve hoşumuza gidiyor sadece bir gece kalacağımız bu kampta çadır kurmamak için odada kalmaya karar veriyoruz. 
Avega East Kamp Alanı


Avega East Kamp Alanı Kafeteryası


Avega East Kamp Alanında Akşam Yemeği Hazırlığı

Osman Hoca ve Often, Avega East Kampında 












Odamızda hemen bir ılık duş alarak yemek hazırlığında arkadaşlarıma yardım ediyorum. Yine bir Türk yemeği gecesi. Bugün menüde etli, sebzeli türlü ve pilav var. Yemek için bu akşam Often ve ben de yardımcı oluyoruz, çünkü bu akşam sevgili Osman Hocamız için sürpriz doğum günü partimiz var. Yemekten sonra üflenen mumlar ve doğum günü partisiyle keyfimiz yerine geliyor. Saat 22:00'e doğru bu kadar keyif yeter diyorum, çünkü tır temizleme sırası da bende. Yemek ortağım Andrew ile birlikte hızlıca tırımızı temizleyerek, rahat yatağıma dönerek deliksiz bir uykuya dalıyorum.
14 Şubat 2016 Pazar  RUANDA-TANZANYA SINIRI VE BİHARAMULO
Bugün uzun bir gün olacak rotamızda Ruanda’dan Tanzanya’ya geçiş var. Sabah kahvaltımızı 07:30’da tamamlayarak Tanzanya sınırına doğru yola çıkıyoruz. Öğleye doğru sınırdayız. Doğu Afrika vizesi Tanzanya’yı kapsamadığı için hepimiz sınır kapısında 50 dolar karşılığında vize alıyoruz. Öğle yemeği olarak bir gün önce alışveriş merkezinden aldığımız samosalarımız ayranlarımız ile birlikte yiyoruz. Bütün günümüz yolda geçiyor. Bu rota Oasis Overland dahil hepimiz için yeni bir rota ve ilk kez deneniyor. Bu sebeple yol durumunda bilemediğimizden dolayı yeni bir konaklama yeri bulamayacağımız ve belki de ilk defa bir “bush camp” yapacağımız söyleniyor. Yani yolumuz üzerinde bulacağımız güvenli bir alanda doğayla baş başa kalacağız. Ben bunun çok keyifli bir deneyim olacağını düşünüyorum.
Sınırdan geçerek Tanzanya’ya girdikten sonra elimizde kalan Ruanda paralarını çevirmek ve diğer acil ihtiyaçlarımız için bir kasabada duruyoruz. İnsanların ve özellikle çocukların sarı tırımıza olan ilgileri çok fazla. Tam hareket edeceksen tırın arka merdivenine bir çocuğun takıldığını şoförümüz Often yan aynadan fark ediyor. Tırın aniden durmasıyla olayın bizde farkına varıyoruz. Often tırdan inip koşarak çocuğu kovalamaya başlıyor ve onu yakalıyor. 10-12 yaşlarındaki erkek çocuğu tırın en önüne getiriyor bir şeyler konuşuyor. Biz araçtan inemediğimiz için ne olduğunu anlayamıyoruz. Çocuk salya sümük ağlıyor, Often çocuğun benzer hareketlerde tekrar bulunmaması için ona bir ders vermek gayesiyle kendisini polise şikâyet edeceğini söyleyerek çocuğu bırakıyor. Çocuk tırın arkasına geliyor ve bize artist hareketler yaparak bizden para istiyor. Sanki az önce ağlayan çocuk o değildi J Often’in gittiğimiz her yerde çocuklara karşı ilgisi ve ders verme şekli gerçekten takdire şayan :)
Hava kararmak üzere ve merakla nerede kamp yapacağımızı merak ederken “Biharamulo” kasabasında tarihi bir Alman kalesinden kalma alanda kamp yeri buluyoruz. Oda sayısı sınırlı, bu yüzden kura çekiyoruz. Oda bize çıkıyor ancak odalarda çok da bakımlı değil. Duş yapmak bile içimizden gelmiyor. Bu yüzden çadırda kalmaya karar veriyoruz. 
Biharamulo-Alman Kalesi  Kamp Alanı


Biharamulo-Alman Kalesi  Kamp Alanında 

Kaldığımız tesisi gündüz gözüyle sabah inceleme fırsatımız oluyor. 1902-1905 yılları arasında inşa edilen kale, surlarla çevrili yuvarlak odaları olan yeşil bir bahçe içinde tarihi ve ilginç bir mekân. Karargâh binası içinde, uzun koridorlar boyunca çalışma odaları, kamp odasına çevrilmiş. Duvarlarda o dönemden kalma bilgilendirici fotoğraflar, silahlar ve hayvan başları. Bu sebeple biraz da ürkütücü geliyor. Aslında tesis biraz bakım görse çok ilginç bir yer haline gelebilir. Bu arada bu kadar bakımsız bir kamp alanında bahçede kocaman bir uydu çanağı ve her odada eskide olsa TV var :)
Biharamulo-Alman Kalesi  Odaları

Biharamulo-Alman Kalesi  Odaları

  
15 Şubat 2016 Pazartesi VİKTORYA GÖLÜ ve MWANZA
Sabah saat 06:00’da erkenden uyandık ve çadırlarımızı topladık. Saat 08:00’de yola çıktık. Bugün Viktorya gölünde tırımızla birlikte feribota bineceğiz. Yol boyunca manzara yine harika ufak kırmızı kuşları ve devasa boynuzlu sığırlardan her yerde görüyoruz. Tam su kıyısında bir sığır sürüsüne rastlıyoruz ama nedense yerel halk fotoğraf çekmemize tepki gösteriyor.
Dev Boynuzlu Sığır 


Dev Boynuzlu Sığır Sürüsü


Saat 14:30 gibi feribotun kalkacağı iskeleye geliyoruz. Tırdan inerek iskelenin yakınındaki bakkallardan ufak tefek ihtiyaçlarımızı gideriyoruz. Hava o kadar sıcak ve nemli ki çok bunalmış durumdayız. İskele de oldukça kalabalık. Feribot yolculuğumuz ılık bir rüzgar eşliğinde yarım saat kadar sürüyor. Bölgenin coğrafyası da çok ilginç. Gölde ufak adaların arasından geçerek saat 15:00’de karşı iskeleye ulaşıyoruz.
Viktorya Gölünde Feribot

Bu arada feribotta bana çok komik gelen bir olay yaşıyorum. Feribotun balkonunda oturduğum sıranın karşısında iki genç bayan yanlarında çocukları ile oturuyorlar. Bayanlardan biri siyah kıyafetler içinde Müslüman Arap olduğu hemen anlaşılıyor ve kucağında 1-2 yaşlarında erkek çocuğu var. Diğer bayan ise rengârenk ve oldukça şık kıyafetler içinde. Kollarında, boynunda ve kulaklarında altından takıları olan hali vakti belli ki yerinde olan bir bayan. Yanında da bembeyaz fırfırlı elbisesi ve çorabı ile beyaz fiyonklu ayakkabısı olan 2-3 yaşlarında sevimli mi sevimli kızı var. İskeleden kızarmış patates almışlar ve kız çocuğu eli yüz yağ içinde kalmış şekilde patates kızartmasını yiyor. Bu dünyada patates sevmeyen çocuk yok sanırım. Hali o kadar sevimli ki gözümü ondan alamıyorum. Artık nasıl dikkatli izliyorsam çocuk benden bir anda korkarak ağlamaya başlıyor. Annesi ne kadar susturmaya çalışsa da kız çocuğu susmuyor ben şirinlik yaptıkça o daha da ağlıyor. Bu arada gözler kapalı ama bir yandan da patatesini yemeye devam ediyor. Gözünü açıyor, karşısında beni görüyor ağlıyor ve patates yemeye devam ediyor :) Erkek bebek ise gözlerini benden ayırmıyor o kadar dikkatli izliyor ki, birkaç kaş göz işareti yapınca oda gülmeye başlıyor. Annesi de beni seyrediyor. Kollarımı uzatınca kadın hiç tereddüt etmeden çocuğu hop diye kucağıma bırakıveriyor. Bu halimizi gören kız çocuğu ise hepten hıçkırarak ağlamaya başlıyor. El, yüz, üst, baş yağı içinde kalıyor. Annesine kolonyalı mendil uzatıyorum kızını temizliyor. Erkek bebek kucağımda gülücükler atarken kız çocuk çığlık çığlığa :) Kızın neden ağladığını sonradan kavrayabiliyorum. Bizde ufak çocukları esmer insanlarla korkuturlar ya, sanırım aynı şey Afrika’da beyaz insanlar için geçerli :) Kucağımdaki yakışıklıyı iskeleye yanaşınca annesine teslim ederek feribottan ayrılıyorum. Feribot çok kalabalık olduğundan tırımız bir sonraki feribotla 15:30’da gelebiliyor. 
Viktorya Gölünde Feribotta



Mwanza şehrine gelmemiz saat 18:00’i buluyor. Bizim için yolda geçen yine uzun bir gün oluyor. Mwanza, Tanzanya’nın 2. büyük şehri ve ticaret merkezi. Kıyıda bir rafineri görüyoruz. Ayrıca yollarda antrenman yapan birçok kızlı erkekli koşucu. Yoldaki insanlarla vücut dili ve mimikler sayesinde inanılmaz diyaloglar kuruyoruz… Victoria gölü kenarında birçok turistik tesis var.

Mwanza’nın coğrafi yapısı da oldukça çok ilginç, her yer volkanik kayalarda dolu. Rüzgâr erozyonu ile şekillenen kayaların yanlarına evler yapılmış. Kayaların şekilleri peri bacasına benzemese de burası hem bize hem de tur liderimiz Tracy ile ülkemizi daha önce ziyaret eden İngiliz arkadaşımız Martin’e Kapadokya’yı hatırlatıyor. Birbirimize bakarak gülüşüyoruz… Artık yavaş yavaş evimizi özlemeye başladık sanırım…
Victoria Gölü kenarında “Tunza Resort” adındaki tesisimize güneşin batışını 10 dakika kala ulaşıyoruz. Tesis gerçekten çok güzel ve güvenliğinden yerel giysili Masai Mara erkekleri sorumlu. Keşke buraya bir saat kadar önce gelebilseymişiz diye içleniyoruz. Kamp sahasında daha önce Kenya’da Karen Kampta tanıştığımız diğer bir tur firmasının kampçıları ile karşılaşıyoruz. Onlar muhtemelen daha erken gelmişler, kimisi gölde yüzerken, kimisi de bilardo oynuyor.
Mwanza-Viktorya Gölünde Güneş Batımı


Göl kıyısında kumların üzerinde bir masaya oturarak hemen ayaklarımızı ılık kumlara sokarak, soğuk bir şeyler içiyoruz. Yayında da patates kızartması keyfi yapıyoruz. Burada çadır kurmaya hiç niyetimiz yok, odalar o kadar keyifli ve güzel gözüküyor ki… Çatıları samandan duvarları topraktan yapılmış kulübelerin içi bir harika. Beyaz tülden cibinlikli bembeyaz yataklar, harika bir banyo sanki tropik bir adayız. Oda fiyatı 60 dolar ve odalarda 3 yatak var. 3 arkadaş bu fırsatı kaçırmadan hemen odamıza yerleşiyor ve harika bir duş alıyoruz.
Mwanza Tunza Resort

Yaklaşık 12 saat süren bugün ki yolculuğumuzda o kadar yorulmuş ki, yemek gruplarından kimsenin eli ayağı kalkmıyor. Grup liderimiz Tracy’de bugün hepimize bir kıyak yaparak akşam yemeğimizi Tunza Resort’ün restoranında ayarlıyor. yemek bitiminde grup liderimiz Dan tarafından Tanzanya hakkında bilgiler aktarılıyor. Alman kalesinden sonra bu gece keyfimize diyecek yok açıkçası. Yemek sonrası plajdaki kumların üzerinde ay ışığı altında dalgaların seslerini dinliyoruz. Yarın benim için çok büyük gün olacak !!! Sabah çok erken kalkarak Serenegeti’de safariye çıkacağız. Bu yüzden geceyi daha fazla uzatmadan yarın için bol enerji toplamak adına konforlu odamıza çekiliyoruz: ) 


Özlem ŞENOL
21.04.2016



19 Nisan 2016 Salı

DOĞU AFRİKA GÜNCESİ (IV. BÖLÜM)

09 Şubat 2016 Salı  UGANDA EKVATORU
Bugün erkenden Kampala’dan Ruanda sınırına çok yakın bir yerde bulunan Kabele’ye geçmek üzere Uganda'daki son kapımıza doğru yola çıkıyoruz. Saat 09:00’da daha önce fotoğraflarını gördüğüm ve Uganda Ekvatoru çizgisine geliyoruz. “Aid Child Cafe” de tırımızdaki malzemelerle ve sabah klasiğimiz haline gelen mısır gevreği ve muzla kahvaltımızı yaptıktan sonra birbirinden keyifli fotoğraflar çekiyoruz. Bu arada civardaki hediyelik eşya dükkanlarından da alışveriş yapmayı ihmal etmiyoruz :)
Uganda Ekvatorunda

Uganda Ekvatorunda

Uganda Ekvatorunda

  
Uganda Ekvatorunda

Bu arada tam “0” enlemi üzerinde yapılan “Coriolis Kuvveti Deneyi”ni ilgiyle izliyoruz. Kuzey yarım küre sınırı içinde büyükçe bir huniye doldurulan suyun üzerine bir çiçek bırakılıyor. Çiçek koymanın amacı suyun akış yönünü rahatça görebilmek için. Suyun boşalmaya başlamasıyla birlikte çiçek saat yönünde dönerek huniden aşağıya boşalıyor. Benzer deneyi güney yarım kürede yaptığınızda su saatin ters yönünde akarak boşalıyor. Bu sefer huniyi tam ekvator çizgisi üzerine koyarak suyu boşaltmaya başladığınızda, su olduğu noktadan aşağıya dökülüyor. Bunun bilimsel açıklaması ise şu şekilde: Dönen yer kürenin yüzeyi üzerinde hareket eden hava, kuzey yarım kürede hareket yönünün sağına, güney yarım kürede soluna saptırır. Bu saptırma gücüne “Coriolis Kuvveti” denir. Fransız matematik ve fizikçisi, Gustave Gaspard Coriolis (1792-1843) onuruna bu ad verilmiştir.

Tüm gün süren yolculuğumuz Kabale’de “Cephas Inn” adındaki kamp yerimize saat 17:00 civarında ulaşmamızla sona eriyor. Bir otelin bahçesi içindeki kamp alanımız gayet düzenli. Otelin restoran ve kafeterya bölümü var. Ayrıca bahçedeki kafeteryada gece müzikli eğlenceler de düzenleniyor. Ancak o kadar yorgunuz ki ses duyacak halimiz kalmamış. Bu arada otelin bahçesini silahlı koruma görevlileri sabaha kadar nöbet tutuyorlar.
10 Şubat 2016 Çarşamba BUNYONYİ GÖLÜ, PIGME KÖYÜ ve GÖL TOPLULUĞU PROJESİ
Sabah 08:00’de kamp sahamızdan bizleri almaya gelen minibüs ile Kabale yakınında yer alan Bunyonyi gölüne gidiyoruz. Geçmiş yıllarda kamp sahası olarak Bunyonyi Gölündeki tesisler kullanılıyormuş, ancak kötü yol şartları sebebiyle bu bölgeye tırın girmesi zor olduğundan Kabale merkezde konaklama yapmışız.

Bir saatten daha kısa bir süre içinde Bunyonyi gölü kıyısına ulaşıyoruz. Burada bizi bekleyen rehberimiz ile birlikte hemen kıyıdaki motorlu kayıklardan birisine biniyoruz. Karşı kıyıya geçmemiz 45 dakikamızı alıyor, yol boyunca göl üzerinde sayısız kayık görüyoruz. Kayıklar göl üzerinde taşımacılık için kullanılıyor. Etrafımız yeşilin her tonu ile çevrili muhteşem güzellikte bir yerdeyiz. Rehberimiz göl hakkında bilgi vermeye başlıyor. Bunyonyi gölü ve göl içerisinde yer alan adaların hikayesini http://ozlemcegeziyorum.blogspot.com.tr/2016/04/afrikanin-kucuk-insanlari-pigmeler.html adresindeki yazımdan okuyabilirsiniz.
Bunyonyi Göl Topluluğu Projesi (Lake Bunyonyi Community Project)
Oasis Overland tur firmamızın desteklemekte olduğu Bunyonyi Göl Topluluğu Projesi (Lake Bunyonyi Community Project) ziyaret etmek üzere bindiğimiz motorlu kayık ile gölün diğer kıyısına ulaşıyoruz. Kıyıda bizleri ziyaret edeceğimiz ilkokul ve yetimhanenin Müdürü Edison Twebaze karşılıyor. Oldukça dik patika bir yoldan tırmanmaya başlıyoruz. 15 dakikalık nefes nefese tırmanışın sonunda okula ulaşıyoruz. Okula ulaştığımızda bahçede öğretmenleriyle birlikte etkinlik yapan 20-25 kişilik çocuk grubunu görüyoruz. Çocuklar bizi gördükleri andan itibaren öğretmenlerinin de izniyle hoş geldiniz şarkısını söyleyerek arkasından da dans etmeye başlıyorlar.
Bunyonyi Okulu Bahçesi

Bunyonyi Okulunda Karşılama Töreni
Bunyonyi Okulunda Karşılama Töreni
























Etrafımızı çeviren çocuklarla birlikte bizde dansa katılıyoruz. Çocukların enerjisi hiç biteceğe benzemiyor. Ellerindeki yerel davul da dans sırasında ritim tutmaya devam ediyorlar ve bu konuda da oldukça başarılılar. Bu arada öğretmen bayan çok ciddi ve çocukların disiplini bozacak hiçbir hareketine izin vermiyor. Dansımız nerdeyse 1 saate yakın sürüyor. Aralarında yetim çocukların da yer aldığı önce ürkek duran, bakışlarını bizden kaçıran çocuklarla yakın iletişimimiz başlıyor. Danslar esnasında birbirinden güzel fotoğraflar çekiyoruz. Dansların bitiminde grup liderimiz Trayc’nin Avusturalya’dan taşıdığı çeşit çeşit kalem ve boyaları, çıkartmaları, boyama kitabı gibi okul malzemelerini ve bir adet fotoğraf makinasını, bizimse Türkiye’den getirdiğimiz kalem ve şekerleri bu güzel çocuklara dağıtmak üzere öğretmenlerine teslim ediyoruz. Öğretmenimiz kargaşaya mahal vermemek için çocukları bir güzel sıraya sokuyor ve herkesin bu hediyelerden faydalanmasını sağlıyor. Gülen, sevinen bu çocukların yüzleri kalbimizde unutulmaz anılar bırakıyor. Beraber dans ettiğimiz bir kız çocuğunun yanımıza gelerek, ben yetim değilim, diğer arkadaşlarımla da ilgilenin demesi ise beyinlerimize kazınan bir anı oluyor. Çocuklarla birlikte en son olarak grup fotoğrafımızı çektikten sonra proje hakkında daha detaylı bilgi almak ve gelişmeleri öğrenmek üzere Edison’un yanına gidiyoruz.
Bunyonyi Okulunda Öğretmen ve Öğrenciler


Bunyonyi Okulunda Öğrenciler


Bunyonyi Okulu Çocukları ile Birlikte

Edison 2004 yılında başlayan bu projeye nasıl başladıklarını ve bu kapsamda gerçekleştirdikleri çalışmaları anlatmaya başlıyor.
Edison, Uganda’da yaşanan iç savaş ve diktatörlük yıllarının ardından geriye şu anda sadece yoksulluk ve AIDS’in etkileri kaldı diyor. Afrika'da ailelerin çoğu zaman geniş olduğu ancak iç savaşta ebeveynleri kaybeden çocukların kendilerinden büyük kardeşlerine emanet edilerek çocukların hem yaşama tutunma hem de eğitim şanslarının ellerinden alındığından bahsediyor. 

Bunyonyi Okulunda Kardeşler

Şanslı olanların ise kendileriyle ilgilenecek yakınları (teyze/amca/hala/dayı) ve onları barındıracak evleri olduğunu söylüyor. Bunyonyi Gölü Topluluğu Okul ve Yetimhane Projesi fikrinin de buradan ortaya çıktığını belirtiyor.

Gölde yaşayan insanlar bir araya gelerek bölgedeki çocuklara yardım için bir şeyler yapılması gerektiğine karar veriyorlar. Bu topluluğun başlıca hedefleri arasında bir okul kurmak ve çocukların en çok ihtiyaç duyduğu şeyi yani yiyecek ve sağlık hizmetlerine erişimi sağlamak yer alıyor.
Devletten ya da herhangi bir sivil toplum kuruluşundan yardım almadan işe başlayan Edison, 2007 yılında Oasis Overland mürettebatı ile tanışınca aralarında bir dostluk başlıyor. Bunun sonucunda hem bölgeye gelen turistler için hem de burada yaşayanlar için karşılıklı yarar sağlayacak programlar düzenleyebilecekleri konusunda anlaşıyorlar.

Oasis Overland, bu topluluğun içinde bulunduğu zor durumu ve buralarda neler olup bittiğini göstermek için bölgeye ücretsiz turlar düzenlemeye başlıyor. Edison ve beraberindeki insanların yardım için bir herhangi beklentileri yok. Gelen ziyaretçilere konukseverliklerini göstererek ve elleriyle hazırladıkları yerel öğle yemeğini sunarak ziyaretçilere güzel bir gün yaşatıyorlar. Ziyaretçiler de bu misafirperverliğin altında kalmak istemeyince karınca kararınca yardımlar başlıyor.
Bunyonyi gölünde arazi çok kıt ve pahalı. Gelen yardımlarla öncelikle okul inşası için bir arazi satın alınıyor. Daha sonra dört derslikli okul inşa ediliyor. Arkasından da bölgeye gelen ziyaretler eğer burada kalmak ve çeşitli konularda yardım etmek isterse, konaklamaları için 2-3 kulübe ve akşam yemeklerini yiyebilecekleri bir yemek odası yapılıyor. 

Bunyonyi Okulunda Misafir Kulübeleri

Topluluk kendi kendine yeterli olmaya çalışıyor. Eğitim dışında, çevre köylerden okula gelen öğrenciler ve yetimhane çocukları için her gün düzenli olarak 150 kişilik öğle yemeği veriyor. 10 kimsesiz çocuğa ise evlerinin kapısını açıyorlar. Ayrıca ilkokulu başarılı şekilde bitiren ve umut vadeden çocuklar, Kabale’de yatılı okula yollanarak eğitimlerini sürdürmeleri sağlanıyor. Edison, büyüyen ve üniversite çağına gelen kız öğrenciler için yıllık 300 doların her türlü ihtiyacı karşılamak için yeterli olduğu belirterek, yeni projelerinden bahsediyor.

Yeni satın aldıkları arazide çocukların süt ve et ihtiyacını karşılamak üzere küçükbaş hayvan almak istediğinden bahsediyor. Merak edip soruyoruz burada bir koyun fiyatı ne kadar diye. Aldığımız cevap ise oldukça şaşırtıcı sadece 30-35 dolar. Tüm bu çalışmalar bölge insanının özverisi ve Oasis’in gönüllü yardımları ile gerçekleşiyor.
Daha sonra Edison bize kendi elleriyle yaptığı öğle yemeğini okulun bir binası içinde ikram ediyor. O kadar candan, güler yüzlü ve temiz bir insan ki, Oasis’in neden bu projeye gönüllü destek verdiğini hemen anlayabiliyorsunuz. Hele Uganda’da yaşadığımız slum tecrübesinden sonra kimlerin gerçekten gönüllü olduğunu anlamak hiçte zor değil. Grubumuzdan bağış yapmak isteyenler hemen Edison’a bunu elden teslim ediyorlar, oda birer makbuz hazırlayıp getiriyor. Bu proje ile ilgilenenlerin bundan sonraki faaliyetlerini nasıl takip edebileceklerini ve bağış yapmak isterlerse nasıl bir prosedür izleyeceklerini anlatıyor. Bu arada yemekler gerçekten mükemmel. Tavuk eti zannettiğim güzellikte bir balık, yeşil fasulyeye benzer bir etli yemek, tatlı patates, pirinç pilavı vb. Edison bizim için döktürmüş. Bu kadar yemeği tabi ki bitiremiyoruz okuldaki çocuklarla paylaşıyoruz. 
Bunyonyi Okulunda Öğle Yemeği


Edison ve Ailesi

Yemekten sonra Edison bizleri Bunyonyi Gölünü ve adaları panoramik olarak seyredebileceğimiz bir tepeye çıkarıyor. Bu noktadan Bunyonyi gölü ve adaların manzarası gerçekten harika…
Bunyonyi Gölü ve Adalar

İniş yolumuzda ise dev boynuzlu bir sığır ile yol boyunca bize eşlik eden kurt köpeği ve kalp şeklindeki ada adeta bizi unutmayın, tekrar görüşmek üzere bize hoşça kalın diyor…
Bunyonyi Gölü 


Bunyonyi Gölünde Adalar 

Kıyıya indikten sonra bizi bekleyen kayığımız ile bu sefer daha önce Oasis’in kamp yeri olarak kullandığı kamp sahasına bir saat mola vermek üzere yanaşıyoruz. Tesis gerçekten çok güzel, göle nazır bir terası ve gümüş sırtlı goril, timsah, yerli insan vb. figürleriyle dolu bir bahçesi var. Burada anı fotoğrafları çekerken ve kahvelerimizi yudumlarken vaktin nasıl geçtiğini fark edemiyoruz.
Bunyonyi Gölü


Bunyonyi Gölünde

Saat 15:15’te tesisten ayrılıyoruz ve yaklaşık bir saat süren bir kayık gezisiyle pigmelerin yaşadığı dağ köyünün kıyısına ulaşıyoruz. Burada da pigme topluluğun entegrasyonu projesi (Lake Bunyoni Pigme Community) kapsamında gerçekleştirilen çalışmaları göreceğiz.
Afrika'nın sahipler, en ilkel ve ufak insanlar topluluğu "PİGMELER"e ilişkin yazımı http://ozlemcegeziyorum.blogspot.com.tr/2016/04/afrikanin-kucuk-insanlari-pigmeler.html adresinden okuyabilirsiniz.


Akşam yemeğimizi göldeki adalardan biri olan Prime Island’da "Nature’s Prime Island" adındaki restoranda yiyoruz. Menümüzde gölün meşhur balığı var. Bu güzel akşam yemeğinin ardından gece kampımıza 22.30 gibi geç bir saatte ulaşıyoruz. 


Bunyonyi Gölünde Akşam Yemeğimiz

11 Şubat 2016 Perşembe UGANDA-RUANDA SINIRI ve MUSANZE ŞEHRİ
Sabah 08:15’de Kabale’den yola çıkarak saat 12:15 civarında Uganda-Ruanda sınırına ulaşıyoruz. Saatlerimiz artık 1 saat geri alarak Türkiye ile aynı saat dilimine geçmiş oluyoruz.
Yol boyunca Ruanda’nın “Bin Tepeli Ülke”nin muıhteşem dağ manzaralarını seyrediyoruz. Tırımızın tepesini ilk defa açarak yol boyunca fotoğraf çekimi yapıyoruz. Uganda’dan Ruanda’ya geçer geçmez insanlar, çocuklar, evler değişmeye başlıyor. Okullarda renk renk formalı kızlı erkekli öğrenciler hemen dikkatimizi çekiyor. Yaşayış tarzı Uganda’ya göre çok daha modern gözüküyor.


Saat 15:00’e doğru “Musanze” şehrine geldiğimizde hali hazırda kilise olarak da hizmet veren “Fatimas” isimli bir komplekse giriş yapıyoruz. Kilisenin bir bölümü kampçıların kullanımı için hazırlanmış. Dorm denilen toplu yatakhaneler, çamaşırhane, yemek hazırlamak içinde mutfak bölümleri var. Banyo ve tuvaletler son derece temiz… 
Fatima Otel


Fatima Otel

Temiz banyo ve tuvalet fırsatını yakalamışken hemen günlerdir biriken çamaşırlarımızı yıkamaya karar veriyoruz. Daha sonra Ruanda’daki etkinliklerimiz ile ilgili olarak ayarlanan yerel rehberimiz kampımıza gelerek bizlere bilgi veriyor. Yarın 4 arkadaşımız gümüş sırtlı gorilleri görmek üzere Virunga dağına çıkacaklar. Onları açıkça çok kıskanıyorum. Benimde gerçekleştirmek istediğim hayallerimden birisi bu. Dünyada 800 tane kaldığı söylenen gümüş sırtlı gorillerle ilgili olarak bu seyahate çıkmadan önce Anthony Hopkins’in “Instinct- İçgüdü” ve Dian Fossy’in yaşam hikâyesini anlatan Sigourney Weaver’in “Gorillas In tne Mist-Sisteki Goriller” filmini kaç kez seyrettim bilemiyorum. Ama bir günlük bir tur için öyle bir fiyat belirlemişler ki, 19 günlük seyahatimizden daha pahalı. Bu paranın nerdeyse tamamına yakını da Ruanda hükümetine dağa çıkış izni olarak ödeniyormuş. İçim burkularak bu geziye katılamıyorum. Ama biliyorum ki bir gün tekrar buraya geleceğim ve gümüş sırtlı gorilleri ben de göreceğim…

Milli Parkın içinde ve dışında yapılabilecek yaklaşık 10 adet etkinliği rehberimiz fiyatlarıyla birlikte bir çırpıda anlatıyor. Yazılı herhangi bir doküman maalesef yok. Aklımda kalanlar, gümüş sırtlı gorilleri görmek üzere düzenlenene gezi, milli park içinde dağ tırmanışı (bu esnada da dağda gorillerle karşılaşabilmek mümkünmüş!!!), milli park gezisi (gorilla maymunları, fil, antilop vb. hayvanları görebilmek mümkünmüş), Dian Fossey mezarını ziyaret, balıkçı köyü ve termal sular, mağara ve köy gezisi, ikiz göller ve pigme köyü ziyareti.
Biz grup olarak değişik fotoğraf çıkabileceği düşüncesiyle balıkçı köyü ve termal sular gezisini katılmayı tercih ediyoruz. Yarın sabah bizi gezdirecek olan rehberimizle saat 09:00’da buluşmak üzere sözleşiyoruz. Bu arada akşam yemeği için saat 19:00’da bir araya gelmeye karar veriyoruz. Bu arada günün sürprizleri de peşi sıra geliyor. Bugün kamp sahamızda çadır kurmamıza gerek olmadığı, hepimizin istersek dorm adı verilen yatakhanede kalabileceği, bu akşamki yemeğin şoförümüz Often ile liderimiz Dan tarafından hazırlanacağı ve bize Kenya’ya özgü lezzetleri tattırmak istedikleri söyleniyor. Bu haberden grup olarak çok memnun kalıyoruz :)
Serbest zamanımızı değerlendirmek üzere Fatima Otel’den yürüyerek bulunduğumuz şehri gezmeye karar veriyoruz. İlk etapta döviz bozdurarak ufak marketten temel ihtiyaçlarımızı alıyoruz. Daha sonra oturup bir şeyler yiyebileceğimiz bir mekan arıyoruz ama ufak bir kasaba görüntüsüne sahip şehirde uygun bir mekan bulamayarak otelimize geri dönüyoruz. Yollarda en çok ilgimi çeken şey ise motosikletin şehirde hem yük taşıma hem de taksi olarak kullanılması oluyor. Duvarlardaki dağ gorilleri resimleri ise birer sanat eseri gibi… Otelimizin bahçesinde yer alan kafeteryada yorgunluğumuzu attıktan sonra akşam yemeğine geçiyoruz.
Musanze Şehrinde Motorsikletler


Musanze Şehrinde Duvar Boyalamarı


Fatima Otel 

Akşam yemeği menümüzde mısır unu ve suyla yapılan Kenyalıların sabah akşam ekmek niyetine yedikleri “Ugali”, tadını ıspanak veya madımağa benzettiğimiz “Muçiça”, tatlı patatesten yapılmış püre ve et sote var. Yemeklerin tadı da bizim damak tadımıza oldukça uygun ve gerçekten çok lezzetli.
Ugali ve Muçiça'lı Akşam Yemeğimiz

Klasik hale gelen bulaşık yıkama seansımızdan sonra Dan tarafında Ruanda hakkında bilgiler veriyor. Ruanda’ya ilişkin detaylı bilgiyi http://ozlemcegeziyorum.blogspot.com.tr/2016/03/ruanda-kigali-soykirim-muzesi.html adresindeki yazımdan okuyabilirsiniz. Daha sonrasında hep birlikte yatakhaneye yerleşiyoruz. Bazı arkadaşlarımızın horlama ihtimaline karşın kimimiz cep telefonumuzun kulaklıklarıyla kimimiz ise uçakta dağıtılan kulaklıkla cibinliğimizin altına girerek eğlenceli bir gece yaşıyoruz. Hiç öğrenci yatakhanesi tecrübem olmamıştı. Bunu da Ruanda’da yaşamak nasipte varmış diyorum :)


Fatima Otel Yatakhanemizde




                                                                                                            Özlem Şenol
                                                                                                             19.04.2016