Taşkent Televizyon Kulesi
Meydanın bir ucunda, önünde bir havuz ve çatısında Türkistan yazılı çok büyük beyaz bir bina yer alıyor.
Huma kuşu, kökeni Eski Türklere kadar dayanan, binlerce yıldır efsanelerde varlığını sürdüren bir kuş. Cennet kuşu olarak da adlandırılıyor. Arapça ruh anlamına gelen “hu” ve su anlamına gelen “ma” kelimelerinden oluşuyor. Huma kuşu ile ilgili Türk boylarının farklı yorumları olsa da, ortak inanışa göre konduğu yere mutluluk ve huzur getirdiği. Efsanelere göre Huma kuşunun canlı olarak görülmesi mümkün değil. Görülmeyecek kadar yükseklerde uçan Huma kuşunun, ayaklarının olmadığı da söyleniyor. Özbek halkı arasında bolluk, bereket, mutluluk gibi çeşitli güzellikleri içinde barındıran ve bunları sağlayan kuş olduğuna inanılıyor. Özbekistan'ın devlet armasında, 50.000 SOM para üzerindeki Huma kuşu figürü, bu efsaneleri hayata geçirir gibi.
Televizyon Kulesi 365 metre yüksekliği ile Orta Asya'daki en yüksek yapılardan biri. İnşaatına
1978 yılında başlanan kule, 15 Ocak 1985 tarihinde hizmete açılmış ve 1991 yılında Dünya Büyük Kuleler
Federasyonunun üyesi olmuş. Kule, 1985-1991 yılları arasında dünyanın en yüksek
üçüncü kulesi, şu an ise dünyadaki 200 kule
içinde 9. sırada yer alıyormuş. Özbekler bu durumla o kadar övünüyor
olmalılar ki, kulenin girişinde ve içinde kuleyi dünyanın diğer yüksek kuleleri
ile kıyaslayan pek çok maket ve bilgi panoları var.
Televizyon ve radyo yayınlarında kullanılan kule, aynı zamanda turistik
olarak da ilgi odağı haline gelmiş.
Özbek parasına sanırım yavaş yavaş alışmaya başladım.
Dolar bozdururken tonla para alıyorsunuz ama ödeme yaparken de bir ton para
vermeniz gerekiyor. Kuleye çıkış ücretli 40.000 SOM. Kulede güvenlik oldukça
sıkı tutuluyor. Fotoğraf makinası, cep telefonu ve cüzdan dışındaki eşyalarınızı
kule girişindeki emanet dolabına bırakmanız isteniyor. Kulenin güvenliği
geçtikten sonra giriş bölümünde yer alan duvar mozaiklerini çok beğeniyorum.
Daha sonra çok kısa bir süre içerisinde asansörle kuleye
çıkıyorum ve buradan cam arkasından Taşkent’in panoramik manzarasını izliyorum.
Taşkent ve çevresini dağlık olarak düşünürken, önümde dümdüz bir ovayla
karşılaşmak beni oldukça şaşırtıyor.
Bu kadar yükseğe çıkmışken insan ister istemez esen
rüzgârı yüzünde hissetmek istiyor. Kulenin daha üst katında 120. metrede
bulunan bir restoran var. Oraya çıkarak açık havada bir yorgunluk kahvesi içmek
istiyoruz ve tekrar asansöre biniyoruz.
Restorana ahşap oymalı ilginç bir kapıdan girdiğimizde, restoran tabanın saatte 360 derece dönecek şekilde hareketli olduğunu öğreniyoruz. Bir masaya oturarak kahve istiyorum ve etrafı seyretmeye başlıyorum. Camlarda yarıya kadar perde, tavanlardan ise yer kadar uzanan camdan devasa güzellikteki renkli objeler mevcut.
Restorana ahşap oymalı ilginç bir kapıdan girdiğimizde, restoran tabanın saatte 360 derece dönecek şekilde hareketli olduğunu öğreniyoruz. Bir masaya oturarak kahve istiyorum ve etrafı seyretmeye başlıyorum. Camlarda yarıya kadar perde, tavanlardan ise yer kadar uzanan camdan devasa güzellikteki renkli objeler mevcut.
Taban çok yavaş döndüğü için masadan kalkarak, hızla
bir tur atıyorum. Camdan baktığımda restoranın dışında dar bir teras görüyorum
ancak hiçbir şekilde açık hava ile temas etmek mümkün değil. Güvenlik sebebiyle
terasa çıkmanın yasak olduğunu söylüyorlar. Bu duruma hiç anlam veremiyorum.
Aklıma Paris’teki Eyfel Kulesi, Ankara’daki Ata Kule, ve çeşitli yerlerde
gördüğüm cam teraslar geliyor. Bir tel örgü veya kalın temperli cam ile bu
durumu düzeltmek mümkünken, böyle bir manzarayı kalın camlar arkasında perdeyle
örtülmüş bir yerden izlemek canımı sıkıyor açıkçası.
Kahvelerimizi içtikten sonra kuleden iniyoruz. Bu arada kulenin girişinde ücretsiz Wi-Fi bağlantısı olduğunu fark ederek, sabahtan beri Özbekistan’a sağ salim geldiğimi aileme haber vermediğimi anımsayarak hemen telefon görüşmelerimi yapıyorum.
Yorgunluk bir yandan, sıcak bir yandan bir anda enerjimin bittiğini hissediyorum. Bu havada yapılacak en iyi şey Taşkent’teki Botanik Bahçesi veya Hayvanat Bahçesine gitmek diye düşünüyorum. İlham beyde bahçelerin daha serin olduğunu doğrulayınca, her zaman favori mekânlarımdan olan Hayvanat Bahçesine (Hayvonot Bogi) geçiyoruz. Bahçeye giriş ücreti 10.000 SOM. Çeşitli ülkelerde gezdiğim diğer hayvanat bahçesi giriş ücretlerine göre bu oldukça uygun bir fiyat. En son İspanya’da 20-25 Euro ücret ödediğimi hatırlayınca, bu duruma çok memnun oluyorum.
Kahvelerimizi içtikten sonra kuleden iniyoruz. Bu arada kulenin girişinde ücretsiz Wi-Fi bağlantısı olduğunu fark ederek, sabahtan beri Özbekistan’a sağ salim geldiğimi aileme haber vermediğimi anımsayarak hemen telefon görüşmelerimi yapıyorum.
Yorgunluk bir yandan, sıcak bir yandan bir anda enerjimin bittiğini hissediyorum. Bu havada yapılacak en iyi şey Taşkent’teki Botanik Bahçesi veya Hayvanat Bahçesine gitmek diye düşünüyorum. İlham beyde bahçelerin daha serin olduğunu doğrulayınca, her zaman favori mekânlarımdan olan Hayvanat Bahçesine (Hayvonot Bogi) geçiyoruz. Bahçeye giriş ücreti 10.000 SOM. Çeşitli ülkelerde gezdiğim diğer hayvanat bahçesi giriş ücretlerine göre bu oldukça uygun bir fiyat. En son İspanya’da 20-25 Euro ücret ödediğimi hatırlayınca, bu duruma çok memnun oluyorum.
Bu sıcak havada en doğru yerde bulunduğumuzu bahçeye girer girmez fark
ediyorum. Hava şartları yüzünden, hayvanlar da siestaya geçmiş durumdalar.
Hayvanat bahçesinin hemen yanında da Botanik Bahçesi var, ancak orayı da
gezmek için yeterli vaktim ve enerjim kalmadığını düşünüyorum. Hayvanat Bahçesinin
ortasında oldukça büyük bir havuzun içinde su bisikletleri ile gezinti yapmak
mümkün. Parkın her yerinde çocukları eğlendirmek üzere akülü bisikletler, ünlü
çizgi film karakterleriyle dolu oyun parkları, midilli atlar ile gezinti yapmak
gibi pek çok etkinlik var. Elimden gelindiğinde bahçenin tamamını gezmeye ve daha
önce hiç görmediğin canlıları gözlemlemeye çalışıyorum. Bunlardan bir tanesine
akvaryum bölümünde rastlıyorum. Boynu oldukça uzun, yumuşak kabuklu deniz
kaplumbağası.
Bu arada bir kafede oturup bir soğuk bir şeyler de içerek
Taşkent’te bulduğum “Her andan zevk al”mayı ihmal etmiyorum...
Benim için günün sürprizi ise tam çıkış kapısına yaklaştığım an geliyor. Bir
bankın yaslanma bölümünde hareketsizce duran bir baykuş ve yanındaki akbaba. Önce
fotoğraf çektirmek için doldurulmuş olduklarını düşünüyorum ancak baykuş
kafasını oynatınca canlı olduğunu anlıyorum. Ayaklarından banka bağlanmış bu
kuşlar ile 5.000 SOM ücret karşılığında hatıra fotoğrafı çekiliyormuş.
Hayvanların doğal ortamlarında özgürce yaşaması gerektiğine inanmama ve esarete
karşı olmama rağmen, baykuşlara olan aşırı düşkünlüğüm sebebiyle bir fotoğraf
çektirmeden duramıyorum. Bu arada fotografçı nerdeyse 10 kg’dan daha ağır olan
akbabayı kolumun üstüne koymakta ısrar edince bir fotoğraf da onunla çektiriyorum.
Daha sonra bir kedi büyüklüğündeki baykuşu seviyor, onu yakından inceliyor,
gözlerine hayran kalıyorum. Bir baykuşa ilk kez dokunuyor olmak beni çok
heyecanlandırıyor. Daha sonra da baykuşun ve akbabanın pek çok açıdan bolca
fotoğrafını çekerek hayvanat bahçesi gezimi saat 17:30’a doğru sonlandırıyorum.
Yol yorgunluğu ve hava sıcaklığı yüzünden öğleden sonrayı otelimde
geçirmeyi planlamama rağmen, daha Taşkent’te gezilecek pek çok yer var. Bu
yüzden her zamanki gibi gezmeye devam diyorum. İnsan ömründe belki de sadece
bir kez görebileceği bir yere seyahat ettiği zaman uykusuzluk, açlık, yorgunluk
hissetmemesi gezginciliğin ruhunda var sanırım. Bu yüzden iş yerimdeki genç
arkadaşlarımın Seul-Kore seyahatimiz sırasında “Özlem hanım siz hiç yorulmaz,
acıkmaz mısınız?? Sanki Atom Karıncasınız” dediklerini gülümseyerek hatırlıyorum.
Taşkent Metrosu
Özbekistan seyahatim öncesi okuduğum
gezi yazılarında Taşkent metrosunun görülmesi gereken yerler arasında olduğu
yazılı idi. Orta Asya'nın ilk metrosu olarak 1972 yılında inşasına başlanmış ve
1978 yılında hizmete girmiş. Dört hattı bulunan metro, şehirdeki en rahat
ulaşım şekli ve kent trafik yükünü büyük ölçüde yeraltına taşıyor.
Rusya seyahatimde adeta bir müze
tadındaki Moskova metrosuna hayran kaldığım için Taşkent metrosunu da
beğeneceğimi düşünüyorum. Bu yüzden bir istasyonu görmek üzere Müstakillik
Meydanına gidiyoruz. Metro durağına indiğimizde Moskova’ya göre çok daha sade
ancak güzel bir metro olduğunu görüyorum.
Gelen ilk metroya binerek bir
istasyon daha ileri gidiyorum. Her bir metro istasyonunun içi ayrı bir tarzda
dekore edilmiş. En güzel istasyonun hangisi olduğunu ve oraya gidip
gidemeyeceğimizi soruyorum. Ancak iş çıkışı olması yüzünden oldukça kalabalık
olduğundan iki istasyonla yetiniyorum. Önceleri metroda fotoğraf çekimine izin
verilmezken, şu anda izin verdiklerini öğrendiğim için bir iki kare fotoğraf
almayı da ihmal etmiyorum.
Mustakillik Meydanı
Mustakillik Meydanı
Taşkent’in kalbi, Mustakillik Meydanı, geniş parklarla çevrili bir alan. 01
Eylül 1991 yılında SSCB’den ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Özbekistan’ın özgürlüğünü
simgeliyor. Her yıl bağımsızlık kutlamaların yapıldığı meydanda, Özbekistan Meclisi
ile pek çok kamu kurumu binası ve lüks oteller bulunuyor. Meydan, Sovyetler
Birliği zamanında da şehrin en büyük meydanı olduğundan önemli binalar burada inşa
edilmiş.
Meydanın bir ucunda, önünde bir havuz ve çatısında Türkistan yazılı çok büyük beyaz bir bina yer alıyor.
Havuzun önündeki heykel dikkatimi çekiyor ve ne olduğunu anlamaya
çalışıyorum. Bu heykelin ne olduğunu sorduğumda Hüma kuşu olduğunu öğreniyorum.
Huma kuşu, kökeni Eski Türklere kadar dayanan, binlerce yıldır efsanelerde varlığını sürdüren bir kuş. Cennet kuşu olarak da adlandırılıyor. Arapça ruh anlamına gelen “hu” ve su anlamına gelen “ma” kelimelerinden oluşuyor. Huma kuşu ile ilgili Türk boylarının farklı yorumları olsa da, ortak inanışa göre konduğu yere mutluluk ve huzur getirdiği. Efsanelere göre Huma kuşunun canlı olarak görülmesi mümkün değil. Görülmeyecek kadar yükseklerde uçan Huma kuşunun, ayaklarının olmadığı da söyleniyor. Özbek halkı arasında bolluk, bereket, mutluluk gibi çeşitli güzellikleri içinde barındıran ve bunları sağlayan kuş olduğuna inanılıyor. Özbekistan'ın devlet armasında, 50.000 SOM para üzerindeki Huma kuşu figürü, bu efsaneleri hayata geçirir gibi.
Türkistan binası çeşitli sanatsal etkinlikler için kullanılan bir mekân. Bugün
şansım yaver gidiyor. Binanın merdivenlerine askeri bando yerleşerek çok
keyifli bir konser vermeye başlıyor.
Bu arada binanın alt tarafındaki giriş kapısına gelenlerin sayısı ve binadaki
hazırlıklar artmaya başlıyor. Aralarında yerel kıyafet giymiş çocuk ve genç
grupları ile çok şık bayanlar da var. Akşama büyük bir etkinlik olduğu
anlaşılıyor. Ben de askeri bandonun müziğini bir süre daha zevkle dinlemeye
devam ediyorum.
Müstakillik Meydanının bir diğer simgesi de “Mutlu Anne” anıtı. Bir annenin
kucağında bebeği ile heykelin üstünde dünyayı simgeleyen kürede Özbekistan'ın
haritası yer alıyor. Burada daha önce 1941 yılında Moskova savunması sırasında
ölen askerler için yapılan Meçhul Asker Anıtı bulunuyormuş. Bağımsızlıktan
sonra bunun yerine “Mutlu Anne” anıtı yapılmış. Bu heykeli görmek istiyorum,
ancak Meclis binasının bitişiğindeki parkta yapılan yenileme çalışmalarından
dolayı yollar kapatılmış ve polisler bu alana geçmeme izin vermiyorlar. Hatta
elimdeki fotoğraf makinesi ile nerenin fotoğrafını çektiğimi anlamaya
çalışıyor. Sonunda yabancı olduğumu fark ederek, yasak işaretleri yaparak benim
bölgeden uzaklaşmamı istiyorlar.
Artık bende daha fazla yürüyebilecek durumda değilim. Arabaya doğru geri dönüyoruz ve yolumuz üzerinde ihtişamlı görüntüleri ile kolaylıkla fark edilen Özbekistan Parlamento Binasını ve çeşitli defilelerin ve gösterilen yapıldığı, ismi de bana çok komik gelen Özbek Liboşları Galeryasnı ve meşhur Özbekistan Otelini görüyoruz. Rotamızda Emir Timur Meydanında yer alan Emir Timur Müzesi var ve ben burayı gerçekten çok merak ediyorum.
Emir Timur Müzesi
Özbekistan’ın
kuruluşunun 660. yıldönümü olan 1996 yılı Emir Timur yılı ilan edilerek, Özbek
tarihinde çok önemli yer tutan Emir Timur Müzesi aynı yıl açılmış. Müzenin
bulunduğu meydanın adı da Emir Timur Meydanı. Meydanda 1993 yılında yapılan
Timur’un at üstünde bir heykeli de yer alıyor. Ancak yoğun araç trafiği
yüzünden meydanın ortasındaki heykeli maalesef görüntüleyemiyorum. Daha büyük
bir Timur heykelinin Semerkant’ta bulunduğunu öğrenince hevesimi oraya
saklıyorum.
Siyasi ve
askeri kimliğinin yanında eğitim ve sanata verdiği değerle tanınan Emir Timur
dönemi, Özbekistan’da Timur Rönesans’ı olarak adlandırılıyor. Müze 09:00-17:00
saatleri arasında açık olduğundan maalesef müzeye de giremiyorum. Müzede Emir
Timur’un soy kütüğü, iktidarına, diplomatik ve ticari ilişkilerine ait
belgeler, çeşitli haritalar, silahlar, paralar, kıymetli el yazmaları, takılar,
sanat eseri koleksiyonu ile diğer ülkelerden gelen hediyelik eşyalar varmış. Kalan
günlerimde zaman kalırsa müzeyi gezmeyi arzu etmeme rağmen maalesef bir fırsat
yaratamıyorum.
Nerdeyse 26
saatten fazla ayaktayım ve artık otelime giriş yaparak dinlenmek istiyorum.
Ramazan ayı olduğu için Taşkent’te de sokaklardan el ayak çekilmeye başladı, ancak
günler oldukça uzun ve sıcak. Akşam yemeği için plan yapmaya çalışırken çok
güzel, ufak bembeyaz bir caminin önündeki kalabalığı fark ediyorum. İlham bey
buranın Taşkent’in 2014 yılında açılan en yeni camisi olduğunu söylüyor. Minör
Cami adındaki caminin adı diğer ihtişamlı camilere nazaran ufaklığından
kaynaklanıyor diye düşünüyorum, ama bulunduğu semtin adı da Minör imiş. Ben kalan
son enerjimi bu camiyi gezmek için harcamaya karar verirken, İlham bey de
Özbekistan’da özellikle tatmak istediğim “Somsa” için iftar saatine yaklaşan
restoranın uygun olup olmadığını kontrol etmek için benden ayrılıyor.
Ankhor kanalının kenarında Minor Cami'nin çevresinin
peyzajı çok güzel yapılmış. Bu bölge Taşkentlilerin akşam gezintisi için tercih ettikleri bir park haline gelmiş.
Tamamen beyaz mermer kaplı bu cami, Taşkent’teki diğer
tuğla kaplama camilere göre farklılığını ortaya çıkarıyor. Küçük dediğime
bakmayın bu caminin kapasitesi de 2400 kişilikmiş J Beyaz mermerlerin güneş batmasına yakın aldığı renk
bana birden Taç Mahal’i hatırlatıyor… Caminin içerisine giriyorum, kimsenin
başımı örtmem yönünde hiçbir talebi olmamasına şaşırıyorum. Camide iftar yemeği
verilecek sanırım, çünkü halıların üzerine su şişeleri bırakılmaya başlanıyor.
Kısa bir turun ardından mekandan ayrılıyorum. Artık benim için de akşam yemeği vakti geliyor...
Ve işte meşhur “Somsa” ile buluşmam :) :)
Yeri gelmişken burada biraz Özbek yemeklerinden de
bahsedeyim. Nasıl anlatayım bilmiyorum ama söylenebilecek şey tek kelimeyle
HARİKA !!!. Tamamıyla bizim damak tadımıza hitap ediyor.
Özellikle hamur işleri, yaprak sarmaları, kuru dolma, mumbar ve tatlılar.
Meyvelerden kavun, karpuz, kayısı, kiraz, üzüm, şeftali, armut, elma vb. çok
lezzetli. Kuru baklava dedikleri bir şerbetsiz bir tatlıları var ki adeta
bomba. İçinde bol miktarda ceviz ya da badem bulunuyor.
Harika bir akşam yemeği, neredeyse tüm yorgunluğumu
unuttursa da, hem yol yorgunluğu hem sıcak havada gezme hem de saat farkı
yüzünden artık dinlenmem gerekiyor.... Yarın Özbekistan’ın Özerk
Cumhuriyeti olan Karakalpakistan’a çok erken saatte kalkacak uçakla gideceğim
için Taşkent'teki ilk günümün yorgunluğunu atmak üzere otelime giderek, hemen derin bir uykuya dalıyorum.
Karakalpakistan Özerk Cumhuriyetinde, Nukus, Muynak ve Aral Gölüne ilişkin izlenimleri 3.Bölümde okuyabilirsiniz.
Sevgiyle kalın...
Özlem ŞENOL
25.05.2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder