1998 yılından bu yana yaz tatillerimizin
önemli bir bölümünü Ayvalığın 14 km kuzeyinde Gömeç ilçesindeki yazlığımızda
geçiririz. Madra Dağlarının eteklerinde, zeytinlikler arasında ufak bir koyda
bulunan evimizden sonbahar başında Ankara’ya dönüşümüz hep zor gelmiştir. Ayvalığın
bol oksijenli tertemiz havası, sakin ve dinginliği, zeytinyağlı yemekleri ile
tarihsel dokusu insanı cezbeder. Diğer tatil yörelerine göre Ayvalık, benim
için hep özel olmuştur.
Seyahat yazılarımın tamamında şimdiye kadar hep yurt dışı izlenimlerimi anlattım. Canım babam bir gün neden en çok gittiğin ve bildiğim Ayvalığı yazmıyorsun diye sordu. Bu yüzden 18 yıllık Ayvalıklı olarak, Ankara’dan Ayvalığa doğru yol boyunca izlenimlerimi
ve Ayvalıkta sizleri nelerin beklediğini bu
yazımda anlattım…
Ankara’dan güzel bir yaz günü sabah erken
saatte yolla çıkarak Eskişehir, Bursa ve Balıkesir üzerinden öğleden sonra Edremit
Körfezine, Ege Denizine ulaşıyoruz. Çanakkale-İzmir kavşağında Edremit'e uğramadan, İzmir yönünde güneye doğru devam ederek Burhaniye’ye geliyoruz.
Edremit Körfezi |
- Kurhaniye ve Kuvva-i Milliye Anıtı
Burhaniye’nin Kurtuluş Savaşımızda çok önemli
bir yeri bulunmakta. Kurtuluş Savaşında ilk
kurşunu atma onuru Burhaniye’ye nasip olmuş. 1919 yılında Ayvalığa asker
çıkartan Yunanlılar, Yarbay Ali Çetinkaya komutasında 172. Alayın direnişi ile
karşılaşırlar ve Yunanlılara ilk kurşun burada atılır. Alay, bugünkü Karaağaç
kasabasında Kuva-i Milliye’nin ilk cephesini oluşturur. Milli Mücadele boyunca
bölgedeki harekatlar Burhaniye’den komuta edilmiştir.
Burhaniye Kurtuluş Savaşı Anıtı |
TBMM tarafından Cumhuriyetimizin 10. Kuruluş
yılında 29 Ekim 1933 tarihinde, ulusal kurtuluş savaşımızda yararlılık gösteren
10 yerleşim yerinden biri olarak belirlenen Burhaniye’ye Kurtuluş Savaşı anısı
olarak bir küçük anıt gönderilir. Mermerden olan anıt, dört basamaklı kaide
üzerinde bir sütundur. Sütunda üstte ay yıldız ve altta “BURHANİYELİLER
CUMHURİYETİN ANISINA ONUNCU YIL DÖNÜMÜNÜ BURADA KUTLADILAR” yazmaktadır. Anıt,
Burhaniye’deki Koca Cami duvarının dışında kıble yönünde yer almaktadır. Daha
sonra anıtın üstüne Atatürk büstü yerleştirilir ve büst 1960 yılına kadar
burada kalır. 1960 yılında şehir meydanına Atatürk heykeli yapılır, büst kaldırılır.
Ayvalık, 1928 yılında Burhaniye’den ayrılarak ilçe olur.
Burhaniye ilçe merkezi çıkışında bu defa Kuvva-i
Milliye Anıt Parkı önünde duruyorum. 8 Eylül 2008 tarihinde açılan Kuvai
Milliye Anıtı 2600 m2’lik bir alanda yer almakta ve üç bölümden
oluşuyor.
Burhaniye Kuvva-i Milliye Anıtı |
Birinci bölümde, Kuvva-i Milliye’nin ilk
kurşununu atan ve ilk şehidi olan Burhaniyeli Recep Onbaşı’nın at üstünde
heykeli bulunmakta. 26 Mayıs 1919 tarihinde İngiliz Harp gemisi eşliğinde Yunan
torpidosu Ayvalık limanına girer. Asker dolu bir gemi dalyan boğazında, bir
diğeri ise Gömeç kıyılarındadır. Yunanlılar 29 Mayıs 1919’da Cunda Adasının kuzey
sırtlarında mevzilenir ve karaya çıkan Yunan kuvvetlerini Ayvalık Rumları tarafından
çanlar çalınarak karşılanır. İlk kurşunu atan Recep Onbaşı, aynı gün şehit mertebesine
ulaşır.
Kuvva-i Milliye Anıtı (Recep Onbaşı) |
İkinci bölümde, bir kaide üzerinde, Borozan
Çavuş ile ilçe halkından Kadir ve Hasan Efelerin heykelleri yer almaktadır.
Burhaniye Pelit Köyünden olan İsmail Çavuş, 8 Eylül 1922 tarihinde Burhaniye
Hanay Cami minaresinden, ordumuz Burhaniye’ye girmek üzere diyerek hücum borusu
çalar. Önceden anlaştığı arkadaşları da kasaba dışında havaya ateş açmaya
başlarlar. Bu şekilde Yunanlıları paniğe uğratarak apar topar Burhaniye’den kaçmaları
sağlanmıştır. Borozan Çavuş, İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir.
Kuvva-i Milliye Anıtı (Kadir Efe, Hasan Efe ve Borozan Çavuş) |
Üçüncü bölümde, üzerinde “İlk Kuvva-i Milliye
Ateşi” yazan yuvarlak ve yüksek kaide üstüne Atatürk, Yarbay Ali Çetinkaya ve
Milletvekili Mehmet Cavit Emir’in heykelleri konmuştur. Heykelin arkasında 23 m
yükseklikte bir sütun bulunmaktadır.
Kuvva-i Milliye Anıtı (Yarbay Ali Çetinkaya, Atatürk ve Milletvekili Cavit Emir) |
- Atatürk Kayalıkları
Kuvva-i Milliye Anıtını gezdikten sonra yol
boyunca sağlı sollu zeytinliklerin arasından geçerek, Gömeç ayrımına
ulaşıyoruz. Bu günün son durağı olarak Gömeç ilçe merkezi dışında,
Çanakkale-İzmir karayolu üzerinde “Atatürk Kayalarını İzleme Noktası”nda
duruyorum. Gömeç ilçesi sınırları içinde yer alan Madra dağı üzerinde birkaç
kayalığın art arda sıralanması ile bir Atatürk’ün profili oluşuyor. Babam ve
ağabeyim araba ile bu kayalıkların dibine kadar çıkmışlar. Doğada her yerde
görülebilen sıradan bir kayalıkmış. Ancak, kayalıktan uzaklaştıkça yüz hatları bile belirginleşen bir Atatürk
başı profili oluşmakta.
Bu doğa harikasının izlemesi için E8-T
karayolu üzerinde bir nokta belirlenmiş. Bu noktadan dağdaki Atatürk profilinin
fotoğrafını çekebilmeniz mümkün. Burayı daha iyi tanıtabilmek amacıyla Gömeç
Belediyesi bu profili belediyenin logosu olarak kullanılmakta.
Atatürk Kayaları İzleme Noktası |
Gömeç Belediyesi Amblemi |
Babam izleme noktasından Atatürk kayaları
görüntüsünü bir yağlı boya tablo yaparak resimlemişti, ben de aynı noktadan
kayaların fotoğrafını çekiyorum. Daha sonra Gömeç sahilindeki yazlığımıza
geçiyoruz.
Atatürk Kayalıkları |
- Cunda (Alibey) Adası
Yaklaşık 670 km ve molalarla birlikte 10 saat
süren yolculuğumuzun ardından sabah geç kalkarak kahvaltımızı yapıyoruz. Hafta
sonunda anne ve babamı bırakıp Ankara’ya geri döneceğim için çok kısıtlı bir zamanım
var. Bu nedenle iyi planlama yapmak durumundayım. Bugünün programında Cunda
Adası, Cennet Tepe ve Çamlığı giderek akşamüstü güneşin batışını Şeytan
Sofrasında izlemek istiyorum.
Hep birlikte evden çıkıyoruz. Deniz kıyısı
boyunca zeytin, incir, çam ağaçları içinde yer alan tatil köylerini birbirine
bağlayan yollardan ilerleyerek Ayvalık merkezindeki Kuvva-i Milliye caddesi ve Abdi
İpekçi caddesini geçerek, birkaç dakikada Ayvalık-Cunda adası arasında 1964
yılında inşa edilen Türkiye’nin 54 m’lik ilk boğaz köprüsüne ulaşıyoruz.
Türkiye'nin İlk Boğaz Köprüsü |
Türkiye'nin İlk Boğaz Köprüsü |
Cunda (Alibey) Adası, Ayvalık koyundaki 22
adanın yerleşime açık olan en büyük adası. Adanın her yeri zeytin ağaçları ile
kaplı ancak hızlı bir şekilde yerleşime açılmış.
Cunda adasına, Kurtuluş Savaşımızın başında,
Yunanlılara “Teslim Ol” emrine karşı çıkan ve silahlı mücadeleye başlayan
işgalcilere ilk kuşunu atan birliğin komutanı Ali Çetinkaya’yı ölümsüzleştirmek
için Alibey Adası ismi verilmiş.
Ali Çetinkaya Büstü |
- Aşıklar Tepesi
Şehir merkezine girmeden ilk durağımız
Aşıklar Tepesi olarak adlandırılan eski bir yel değirmeninin yer aldığı bölge.
Dar ve dik olan Arnavut taşı döşeli bir sokaktan çıkılan yel değirmeni ile
bitişik şekilde bir kilise ve manastır bulunuyor. Yıllardır harap şekilde kalan
bu yapılar, 7 Ağustos 2007 tarihinde Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı
bünyesinde restore edilerek Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı olarak hizmete
açılmış durumda.
Rahmi M. Koç Müzesi, Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı |
Müzeden aldığım broşüre göre, Edremitli iki keşiş tarafından İstanbul’un fethinden
çok kısa bir süre önce kurulan ve Aziz Yahya’ya atfedilen bu manastır ve
kilise, çok önemli azizleri, patrikleri ve keşişleri bünyesinde barındırmış.
Manastır, Patrik Teodosios zamanında İstanbul’daki Rum Patrikhanesine
bağlanmış.
Kilise, manastırın kuzey batısında yer alıyor,
içindeki şapel ise manastırın vazgeçilmez bir parçası. Manastıra yer alan
kitaplık 1835 yılından itibaren dini kitaplar yanında 17. ve 18. yy kilise
hukuku yayınlarıyla zenginleşerek ün salmış. Şapel, 1923 yılındaki mübadele
sırasında büyük ölçüde tahrip olmuş. II. Dünya Savaşında Musevilere yardımcı
olabilmek için kendi hayatını tehlikeye atan Türk Diplomatı Necdet Kent’e ait
1300’ü aşkın kitap oğlu tarafından bu müzeye bağışlanarak Sevim ve Necdet Kent
Kitaplığı oluşturulmuş.
Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı |
Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı |
Değirmenin giriş katında hediyelik eşya ve özel
zeytinyağları satan bir kafeterya bulunmakta. Kafeteryanın terasından Ayvalığın
eşsiz manzarasını, Cunda limanını ve Taksiyarhis Kilisesini izlerken demli bir
çay içmek gerçekten çok keyifli.
Yel Değirmeni |
Taksiyarhis Kilisesi |
Ayrıca Ayvalık merkezinden bineceğiniz,
programında adaları ve Cunda’nın da yer aldığı günü birlik gezi teknelerinden
yel değirmenini ile Taksiyarhis Kilisesini görüntülemeniz de mümkün.
Cunda Adası, Aşıklar Tepesi |
Adanın kuzey ucunda yer alan Patricia koyuna
bir noktaya kadar asfalt sonrasında ise stabilize olan yol ile ulaşmak mümkün.
Denizi ve doğası oldukça bakir olan bu koyda su çok temiz, berrak ve ılık.
Ayvalık ve Gömeçte rüzgarın ve dalganın çok olduğu günlerde bu koy adeta bir
sığınak. Çevresi oldukça sessiz ve sakin olan bu koyda, son derece iptidai
tesisler bulunmakta. Hatta eski yel değirmenleri bu tesislerin mutfağı veya
deposu olarak kullanılmakta. Patricia koyundan sonra ise yolu oldukça kötü olan
ve henüz hiç göremediğim adanın en kuzeyinde Ayışığı Manastırı yer alıyor. Bu
bölgeyi bir daha ki turumda keşfetmeyi çok istiyorum.
- Cunda Çarşısı
Cunda Adasının sahil şeridinde kıyıya uzanan
pek çok paralel ve dik sokak, kıyıdaki ana caddeye açılıyor. Cadde özellikle
akşam saatlerinde yüzlerinde mutluluk ve dinginlikleri açıkça belli olan yerli
ve yabancı turistlerle dolu, adeta bir insan seli. Ana caddenin deniz tarafında
pençeleri, camları, sandalyeleri boncuk gibi boyanmış, her yıl farklı konseptde
süslenen pek kafe, pastane ve restoran bulunmakta.
Cunda Sokakları (2015) |
Cunda Sokakları (2016) |
Cunda Sokakları |
Cunda Çarşısında ise hediyelik eşya satan
sergilerden alabileceğiniz midye kabuklarından, zeytin ağacından, cam
şişelerden, seramikten, kozalaklardan vb. yapılmış pek çok ilginç obje
bulabilirsiniz.
Cunda Çarşısı |
Ayrıca Ayvalık genelinde ve Cunda adası
sokaklarında inanılmayacak güzellikte sokak hayvanları insanlarla uyum
içerisinde mutlu bir şekilde yaşıyorlar.
Ayvalık ve Cunda'nın Sessiz Sakinleri |
Ayvalık ve Cunda'nın Sessiz Sakinleri |
Ayvalık ve Cunda'nın Sessiz Sakinleri |
Çarşıda, bahçe ve parklarda dondurmacılarını
yalayarak gezinen insanları görüyorsunuz. Adanın sakızlı dondurması pek meşhur.
Benim tercihimde her zaman ve asla değişemeyen karadutlu ve sakızlı dondurma.
Hemen dondurmalarımız alarak biraz serinliyoruz.
Deniz kıyısında bulunan balık restoranların
yola bakan vitrinlerinde kalamar, ahtapot, karides ve mevsim balıkları gibi
deniz ürünlerinin yanı sıra deniz börülcesi, fava, kaşarlı mantar gibi pek çoğu
Egeye özgü zeytinyağlı mezeler sergileniyor ve çok iştah kabartıcı gözüküyorlar...
Deniz Börülcesi |
Sarıkız Fasulyesi |
Börülce |
Gömeç Bamyası |
Patates-Biber Kızartması :) :) |
Öğle yemeği için erken olduğundan balık yeme fikrinden
vaz geçiyoruz. Bunun yerine adanın adeta sembolü haline gelmiş olan Taş
Kahve’de sakızlı kahvelerimizi yudumlamayı tercih ediyoruz.
Taş Kahve |
Taş Kahvenin inşasında kullanılan doğal sarımsak taşı,
taş işçiliği, yüksek tavanı ve kolonsuz inşası ile dönemin en mükemmel mimari
yapılarından birisi olduğu kabul ediliyor. Binanın atmosferi daha adımınızı
atar atmaz sizi etkiliyor.
Taş Kahvenin ilginç ve
yüreği sızlatan bir hikayesi var. Hikaye Osmanlı İmparatorluğunun uzak
adasında, mübadil Giritli Hüseyin Bey ile başlıyor. Hüseyin Beyin fotoğrafı
halen kahvenin duvarında yer alan antik aynanın üzerinde asılı.
Taş Kahvenin Sahibi Giritli Hüseyin |
Girit, Osmanlı topraklarına en son katılan ve Osmanlı
egemenliğinin en gevşek örüldüğü coğrafya. Müslümanlar ve Rumlar bu topraklarda
150 yıl birlikte yaşamışlar. Giritli Hüseyin Bey’de hem zeytincilik yaparak hem
de Girit-Remo meydandaki büyük çınarın altındaki “Taş Kahve”yi babası Nuri bey
ile birlikte çalıştırıyormuş. Ancak milliyetçilik akımının etkisiyle Osmanlının
parçalanmaya başladığı 1912-1922 yıllarında Balkanlar’da, Ege Adalarında ve
Anadolu’da karmaşalar başlamış. Yunanistan’da yerleşik Türkler ile Türkiye’de
yerleşik Rumlar, Mübadele Sözleşmesi ile zorunlu göçe tabii tutulmuşlar. Yaklaşık
iki milyon insan yurtlarından ayrılarak yeni yerleşim bölgelerinde yaşamaya
mecbur edilmişler.
Baba Nuri Bey Girit’ten ayrılamadan önce vefat etmiş. Hüseyin
Bey annesi ile birlikte her şeylerini Girit'te bırakarak onları Türkiye’ye
götürecek olan vapura binmişler. 1923 yılında yeni vatan olarak belirlenen
Ayvalık Cunda adasına gelmişler. Anne “burası Girit’e benziyor” diyerek
hasretini gizlemeye ve oğlunun yeni vatanda kök salmasına destek olmaya çalışmış.
Hüseyin Beye bir kahve verilmiş ancak, bu kahve Girit Resmo’daki gibi büyük
değilmiş. Hüseyin Bey hem annesini hem de ailesini geçindirmek zorunda kalmış. 1927
yılında şimdiki “Taş Kahve”nin satılacağını öğrenmiş. Hemen kırık Türkçesi ile
“benim param var ve burayı çok sevdim mutlaka satın almalıyım” diyerek çok beğendiği
Taş Kahve’yi almış. Önce iki kahveyi birlikte işletmiş ama bir süre sonra küçük
kahveyi satmış. Artık sadece Resmo’dakine benzeyen “Taş Kahve”si kalmış.
Bu arada Hüseyin Bey Soyadı Kanunu ile “Barış”
soyadını almış. Annesi vefat ettikten kısa bir süre sonra yine Girit mübadili
Aliye Hanımla evlenmiş ve oğlu Ali Barış dünyaya gelmiş. Ancak oğlu henüz 3
yaşında iken vefat etmiş. Aliye hanım eşinden yadigâr kalan “Taş Kahve”yi ve
aileye ait tüm değerleri çok iyi koruyarak yeni nesillere aktarılmasını sağlamış.
Şu anda “Taş Kahve”yi oğul Ali Barış “Dededen-toruna” uzanan mirası aynı
şekilde koruyarak hizmet vermekte….
Bu hikayeyi öğrenince aklına 2011 yılında yönetmenliğini Çağan Irmak'ın yaptığı ve baş rollerini Çetin Tekindor ve Hümeyra'nın paylaştığı "Dedemin İnsanları" filmi geliyor ve hüzünleniyorum. O yıllarda yaşanan mübadele olayını anlatan bu filmi https://www.youtube.com/watch?v=0ixDCdiT3p8 adresinden izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Taş Kahveden çıktıktan sonra arabamızı park
yerinden alarak artık Ayvalığa geçerek çevrenin en yüksek noktasından, Ege
Denizindeki adaların panoramik olarak izlenebildiği Cennet Tepesine çıkıyoruz.
- Cennet Tepesi
Ayvalığın Armutcuk
bölgesinin üstünde mesire yeri olarak düzenlenen tepedeyiz. Etrafta çam
ağaçları ve ağaçların altında banklar ve masalar var. Hava oldukça sıcak. Çam
ağaçlarının altında, esen hafif rüzgârda Ayvalık şehir merkezini, Ayvalık
limanını, Cunda adasını ve diğer küçük adaları seyretmek için en ideal
noktalardan birindeyiz. Midilli adası da tam karşımızda.
Cunda Adasından Cennet Tepesi |
Cennet Tepesinde kullanılmayan çöp kutuları
dikkatimiz çekiyor. Üzülüp söyleniyoruz, adı gibi cennet gibi bir yerdeyiz ve
insanlarımız maalesef çevreye karşı son derece duyarsız… Yanımızda
getireceğiniz yiyecek ve içeceklerle gün batımını bu tepeden seyretmenin çok
güzel olduğunu biliyorum. Geçen sene de aynı noktadan güneşin batışını
fotoğraflamıştım. Ama bu sefer güneşi batırmak üzere Ayvalığın bir başka
efsanesi haline gelen “Şeytan Sofrası”na gitmek üzere yola devam ediyoruz.
Cennet Tepesinden Gün Batımı |
- Çamlık
Ayvalık çarşısına inmeden, Cennet Tepe’den
devam eden yoldan eski Ayvalık Devlet Hastanesinin önüne iniyoruz. Çamlık, hastaneden
Sarmısaklı’ya kadar geniş bir alanı kapsıyor. Bu bölge, Ayvalığın sessiz ve
huzurlu köşelerinden küçük bir kasabaya benzeyen bir yerleşim yeri.
Çamlık Koyu |
Çamlık koyu ve çevresi fıstık çamı ormanları
ile kaplı. Bu bölgedeki sokaklara çiçek adları verilmiş. Her tarafta piknik
alanları, restoran, kafe, bahçeler, güzel binalar, tarihsel köşkler ve yalılar…
Çam zenginliğine ulu çınar ağaçları da ekleniyor. Bir restoranın bahçesinde çamlarının
altında uzun süre dinleniyoruz. Bu restoranlarda ünü Ayvalık sınırlarını aşmış
lokma tatlısı yapılmakta. Çamlıktan sonra Şeytan Sofrasına doğru devam
ediyoruz.
- Şeytan Sofrası
Çam ormanları içerisinden asfalt bir yolla
yaklaşık 3 km. sonra tepeye ulaşıyoruz. Şeytan Sofrası sönmüş volkanik
kayaçlardan oluşmuş yüksek bir tepe. Ayvalık, adalar ve Midilli adasının çok
rahat bir şekilde izlenebileceği tepe, Ayvalığın en popüler turistik alanı.
Buradan zorda olsa halen doğallığını korumaya çalışan ormanı, tertemiz denizi
ve koyları panoramik olarak seyretmeye doyum olmuyor. Önceki yıllarda çıkan
orman yangını sonucunda tahrip edilmiş alanın yerleşime açıldığını görünce
nedense şaşıramıyor, sadece çok üzülüyoruz.
Şeytan Sofrasında |
İddialara göre ülkemizde en iyi gün batımı
görüntüsü bu tepeden izlenmekte. Gerçekten de denizden gün batışı sırasında
harika bir ambiyans oluşuyor. Sofraya benzetilen tepede lav birikintisinden
oluşmuş ayak izi şeklinde bir çukur bulunmakta, buna da şeytanın ayak izi denilmekte.
Tepede pek çok kafeterya bulunmakta.
Şeytan Sofrasından Gün Batımı ve Adalar |
Rivayete göre Şeytan Sofrası, Ayvalık
civarında Rumların yaşadığı ve Osmanlı İmparatorluğunun hüküm sürdüğü dönemde
bu tepede Panolepe adında (Şeytan lakaplı) kendini halktan soyutlamış, mistik
bir yaşam süren bir şahıs yaşamaktaymış. Ayvalık ve civarında kıtlık baş
göstermeye başlayınca, din adamları ve papazlar tarafından kıtlığın sebebi
olarak Panolepe gösterilmiş ve halkı galeyana getirerek onun linç edilmesini
istemişler. Bunun haberini bir keçi çobanından alan Panolepe, çözümü burada kuş
sütü dahi eksik olmayan bir sofra hazırlamakta bulmuş. Kendisini linç etmek
isteyen halk sofranın cazibesine kapılıp Panolepeyi unutmuşlar, o da buradan
kaçarak kurtulmuş. O tarihten beri bu tepenin adı Şeytan Sofrası olarak anılmaya
başlanmış.
Şeytanın Ayak İzi |
Şeytanın Ayak İzi |
Rivayete göre Ayak İzinin Hikayesi ise
şöyledir. Edremit Körfezine tam hakim dağların adı Kaz Dağları (İda Dağı)dır.
Yani Yunan mitolojisinin yaşandığı dağlar. Gerek tek tanrılı gerekse pagan
dinlerin tek bir ortak özelliği vardır. Oda Şeytan’ın cennetten kovulduğudur.
Yunan mitolojisinde ise Tanrıların Kralı Zeus tarafından bu görev Ay Işığı
Tanrıçası Selene’ye verilir. Selene tarafından cennetten kovulan Şeytan’ın bir
adımını buraya, diğer bir adımını ise Midilli Adasına atıp kaçtığı rivayet
edilmektedir. Diğer bir mite göre ise Zeus’un süt annesi İda, Zeus’a zarar
vereceği gerekçesiyle Şeytanı kovar. Üçayaklı olduğuna inanılan şeytanın bir
ayağı İda dağı eteklerinde, bir ayağı Midilli adasında, bir ayağı da Şeytan
sofrasındadır.
Burayı ziyaret eden insanlar nedense bu
çukura Roma’daki Aşk Çeşmesi gibi bozuk para atarak dilek tutuyorlar. Ancak bu
sene burayı tekrar ziyaret ettiğimde hepten şaşırdım kaldım. Olayın boyutu
gerçekten değişmiş, çukur demir parmaklıklarla koruma altına alınmış.
İnsanlarımız da burayı adeta türbe havasına çevirerek ellerine geçen her türlü
malzemeyi parmaklıklara bağlamaya başlamış. Bunu fırsat bilen akıllı tüccarlar
ise 10-15 cm’lik kırmızı kurdeleyi 50 kuruşa satarak hem çevre korumaya, hem
estetik anlayışa hem de Şeytan’dan medet uman halkımıza hizmet vermekteler. :) :)
Şeytan'ın Türbesi :) :) |
Uzun ve çok keyifli bir günün ardından
Gömeç’e dönüyoruz. Yarın Ayvalık’ta son günüm. Bir yandan yarınki programımı hazırlıyorum, bir yandan da bugüne dair notlarımı kaleme alıyorum. Yarın Gömeç’teki Kız Çiftliğini, Ayvalığın
tarihi evlerini ve Tuzla bölgesinde yer alan flamingoların fotoğraflarını çekmek
istiyorum. Bu günlük benden bu kadar arkası yarın :) :)
Sevgiyle kalın...
Özlem ŞENOL
30.09.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder