30 Eylül 2016 Cuma

Kuzey Ege'nin Yıldızı "Ayvalık " (1. Bölüm)

1998 yılından bu yana yaz tatillerimizin önemli bir bölümünü Ayvalığın 14 km kuzeyinde Gömeç ilçesindeki yazlığımızda geçiririz. Madra Dağlarının eteklerinde, zeytinlikler arasında ufak bir koyda bulunan evimizden sonbahar başında Ankara’ya dönüşümüz hep zor gelmiştir. Ayvalığın bol oksijenli tertemiz havası, sakin ve dinginliği, zeytinyağlı yemekleri ile tarihsel dokusu insanı cezbeder. Diğer tatil yörelerine göre Ayvalık, benim için hep özel olmuştur.

Seyahat yazılarımın tamamında şimdiye kadar hep yurt dışı izlenimlerimi anlattım. Canım babam bir gün neden en çok gittiğin ve bildiğim Ayvalığı yazmıyorsun diye sordu. Bu yüzden 18 yıllık Ayvalıklı olarak, Ankara’dan Ayvalığa doğru yol boyunca izlenimlerimi ve Ayvalıkta sizleri nelerin beklediğini bu yazımda anlattım…


Ankara’dan güzel bir yaz günü sabah erken saatte yolla çıkarak Eskişehir, Bursa ve Balıkesir üzerinden öğleden sonra Edremit Körfezine, Ege Denizine ulaşıyoruz. Çanakkale-İzmir kavşağında Edremit'e uğramadan, İzmir yönünde güneye doğru devam ederek Burhaniye’ye geliyoruz.

Edremit Körfezi
  • Kurhaniye ve Kuvva-i Milliye Anıtı

Burhaniye’nin Kurtuluş Savaşımızda çok önemli bir yeri bulunmakta.  Kurtuluş Savaşında ilk kurşunu atma onuru Burhaniye’ye nasip olmuş. 1919 yılında Ayvalığa asker çıkartan Yunanlılar, Yarbay Ali Çetinkaya komutasında 172. Alayın direnişi ile karşılaşırlar ve Yunanlılara ilk kurşun burada atılır. Alay, bugünkü Karaağaç kasabasında Kuva-i Milliye’nin ilk cephesini oluşturur. Milli Mücadele boyunca bölgedeki harekatlar Burhaniye’den komuta edilmiştir.
Burhaniye Kurtuluş Savaşı Anıtı
TBMM tarafından Cumhuriyetimizin 10. Kuruluş yılında 29 Ekim 1933 tarihinde, ulusal kurtuluş savaşımızda yararlılık gösteren 10 yerleşim yerinden biri olarak belirlenen Burhaniye’ye Kurtuluş Savaşı anısı olarak bir küçük anıt gönderilir. Mermerden olan anıt, dört basamaklı kaide üzerinde bir sütundur. Sütunda üstte ay yıldız ve altta “BURHANİYELİLER CUMHURİYETİN ANISINA ONUNCU YIL DÖNÜMÜNÜ BURADA KUTLADILAR” yazmaktadır. Anıt, Burhaniye’deki Koca Cami duvarının dışında kıble yönünde yer almaktadır. Daha sonra anıtın üstüne Atatürk büstü yerleştirilir ve büst 1960 yılına kadar burada kalır. 1960 yılında şehir meydanına Atatürk heykeli yapılır, büst kaldırılır. Ayvalık, 1928 yılında Burhaniye’den ayrılarak ilçe olur.

Burhaniye ilçe merkezi çıkışında bu defa Kuvva-i Milliye Anıt Parkı önünde duruyorum. 8 Eylül 2008 tarihinde açılan Kuvai Milliye Anıtı 2600 m2’lik bir alanda yer almakta ve üç bölümden oluşuyor.
Burhaniye Kuvva-i Milliye Anıtı
Birinci bölümde, Kuvva-i Milliye’nin ilk kurşununu atan ve ilk şehidi olan Burhaniyeli Recep Onbaşı’nın at üstünde heykeli bulunmakta. 26 Mayıs 1919 tarihinde İngiliz Harp gemisi eşliğinde Yunan torpidosu Ayvalık limanına girer. Asker dolu bir gemi dalyan boğazında, bir diğeri ise Gömeç kıyılarındadır. Yunanlılar 29 Mayıs 1919’da Cunda Adasının kuzey sırtlarında mevzilenir ve karaya çıkan Yunan kuvvetlerini Ayvalık Rumları tarafından çanlar çalınarak karşılanır. İlk kurşunu atan Recep Onbaşı, aynı gün şehit mertebesine ulaşır.
Kuvva-i Milliye Anıtı (Recep Onbaşı)
İkinci bölümde, bir kaide üzerinde, Borozan Çavuş ile ilçe halkından Kadir ve Hasan Efelerin heykelleri yer almaktadır. Burhaniye Pelit Köyünden olan İsmail Çavuş, 8 Eylül 1922 tarihinde Burhaniye Hanay Cami minaresinden, ordumuz Burhaniye’ye girmek üzere diyerek hücum borusu çalar. Önceden anlaştığı arkadaşları da kasaba dışında havaya ateş açmaya başlarlar. Bu şekilde Yunanlıları paniğe uğratarak apar topar Burhaniye’den kaçmaları sağlanmıştır. Borozan Çavuş, İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir.
Kuvva-i Milliye Anıtı (Kadir Efe, Hasan Efe ve Borozan Çavuş)
Üçüncü bölümde, üzerinde “İlk Kuvva-i Milliye Ateşi” yazan yuvarlak ve yüksek kaide üstüne Atatürk, Yarbay Ali Çetinkaya ve Milletvekili Mehmet Cavit Emir’in heykelleri konmuştur. Heykelin arkasında 23 m yükseklikte bir sütun bulunmaktadır.
Kuvva-i Milliye Anıtı (Yarbay Ali Çetinkaya, Atatürk ve Milletvekili Cavit Emir)
  • Atatürk Kayalıkları

Kuvva-i Milliye Anıtını gezdikten sonra yol boyunca sağlı sollu zeytinliklerin arasından geçerek, Gömeç ayrımına ulaşıyoruz. Bu günün son durağı olarak Gömeç ilçe merkezi dışında, Çanakkale-İzmir karayolu üzerinde “Atatürk Kayalarını İzleme Noktası”nda duruyorum. Gömeç ilçesi sınırları içinde yer alan Madra dağı üzerinde birkaç kayalığın art arda sıralanması ile bir Atatürk’ün profili oluşuyor. Babam ve ağabeyim araba ile bu kayalıkların dibine kadar çıkmışlar. Doğada her yerde görülebilen sıradan bir kayalıkmış. Ancak, kayalıktan uzaklaştıkça yüz hatları bile belirginleşen bir Atatürk başı profili oluşmakta.

Bu doğa harikasının izlemesi için E8-T karayolu üzerinde bir nokta belirlenmiş. Bu noktadan dağdaki Atatürk profilinin fotoğrafını çekebilmeniz mümkün. Burayı daha iyi tanıtabilmek amacıyla Gömeç Belediyesi bu profili belediyenin logosu olarak kullanılmakta.
Atatürk Kayaları İzleme Noktası
Gömeç Belediyesi Amblemi



















Babam izleme noktasından Atatürk kayaları görüntüsünü bir yağlı boya tablo yaparak resimlemişti, ben de aynı noktadan kayaların fotoğrafını çekiyorum. Daha sonra Gömeç sahilindeki yazlığımıza geçiyoruz.
Atatürk Kayalıkları
  • Cunda (Alibey) Adası

Yaklaşık 670 km ve molalarla birlikte 10 saat süren yolculuğumuzun ardından sabah geç kalkarak kahvaltımızı yapıyoruz. Hafta sonunda anne ve babamı bırakıp Ankara’ya geri döneceğim için çok kısıtlı bir zamanım var. Bu nedenle iyi planlama yapmak durumundayım. Bugünün programında Cunda Adası, Cennet Tepe ve Çamlığı giderek akşamüstü güneşin batışını Şeytan Sofrasında izlemek istiyorum.

Hep birlikte evden çıkıyoruz. Deniz kıyısı boyunca zeytin, incir, çam ağaçları içinde yer alan tatil köylerini birbirine bağlayan yollardan ilerleyerek Ayvalık merkezindeki Kuvva-i Milliye caddesi ve Abdi İpekçi caddesini geçerek, birkaç dakikada Ayvalık-Cunda adası arasında 1964 yılında inşa edilen Türkiye’nin 54 m’lik ilk boğaz köprüsüne ulaşıyoruz.
Türkiye'nin İlk Boğaz Köprüsü
Türkiye'nin İlk Boğaz Köprüsü

Cunda (Alibey) Adası, Ayvalık koyundaki 22 adanın yerleşime açık olan en büyük adası. Adanın her yeri zeytin ağaçları ile kaplı ancak hızlı bir şekilde yerleşime açılmış.

Cunda adasına, Kurtuluş Savaşımızın başında, Yunanlılara “Teslim Ol” emrine karşı çıkan ve silahlı mücadeleye başlayan işgalcilere ilk kuşunu atan birliğin komutanı Ali Çetinkaya’yı ölümsüzleştirmek için Alibey Adası ismi verilmiş.
Ali Çetinkaya Büstü
  • Aşıklar Tepesi

Şehir merkezine girmeden ilk durağımız Aşıklar Tepesi olarak adlandırılan eski bir yel değirmeninin yer aldığı bölge. Dar ve dik olan Arnavut taşı döşeli bir sokaktan çıkılan yel değirmeni ile bitişik şekilde bir kilise ve manastır bulunuyor. Yıllardır harap şekilde kalan bu yapılar, 7 Ağustos 2007 tarihinde Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı bünyesinde restore edilerek Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı olarak hizmete açılmış durumda.
Rahmi M. Koç Müzesi, Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı
Müzeden aldığım broşüre göre, Edremitli iki keşiş tarafından İstanbul’un fethinden çok kısa bir süre önce kurulan ve Aziz Yahya’ya atfedilen bu manastır ve kilise, çok önemli azizleri, patrikleri ve keşişleri bünyesinde barındırmış. Manastır, Patrik Teodosios zamanında İstanbul’daki Rum Patrikhanesine bağlanmış.

Kilise, manastırın kuzey batısında yer alıyor, içindeki şapel ise manastırın vazgeçilmez bir parçası. Manastıra yer alan kitaplık 1835 yılından itibaren dini kitaplar yanında 17. ve 18. yy kilise hukuku yayınlarıyla zenginleşerek ün salmış. Şapel, 1923 yılındaki mübadele sırasında büyük ölçüde tahrip olmuş. II. Dünya Savaşında Musevilere yardımcı olabilmek için kendi hayatını tehlikeye atan Türk Diplomatı Necdet Kent’e ait 1300’ü aşkın kitap oğlu tarafından bu müzeye bağışlanarak Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı oluşturulmuş.
Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı

Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı
Değirmenin giriş katında hediyelik eşya ve özel zeytinyağları satan bir kafeterya bulunmakta. Kafeteryanın terasından Ayvalığın eşsiz manzarasını, Cunda limanını ve Taksiyarhis Kilisesini izlerken demli bir çay içmek gerçekten çok keyifli.
Yel Değirmeni

Taksiyarhis Kilisesi
Ayrıca Ayvalık merkezinden bineceğiniz, programında adaları ve Cunda’nın da yer aldığı günü birlik gezi teknelerinden yel değirmenini ile Taksiyarhis Kilisesini görüntülemeniz de mümkün.
Cunda Adası, Aşıklar Tepesi
Adanın kuzey ucunda yer alan Patricia koyuna bir noktaya kadar asfalt sonrasında ise stabilize olan yol ile ulaşmak mümkün. Denizi ve doğası oldukça bakir olan bu koyda su çok temiz, berrak ve ılık. Ayvalık ve Gömeçte rüzgarın ve dalganın çok olduğu günlerde bu koy adeta bir sığınak. Çevresi oldukça sessiz ve sakin olan bu koyda, son derece iptidai tesisler bulunmakta. Hatta eski yel değirmenleri bu tesislerin mutfağı veya deposu olarak kullanılmakta. Patricia koyundan sonra ise yolu oldukça kötü olan ve henüz hiç göremediğim adanın en kuzeyinde Ayışığı Manastırı yer alıyor. Bu bölgeyi bir daha ki turumda keşfetmeyi çok istiyorum.

  • Cunda Çarşısı

Cunda Adasının sahil şeridinde kıyıya uzanan pek çok paralel ve dik sokak, kıyıdaki ana caddeye açılıyor. Cadde özellikle akşam saatlerinde yüzlerinde mutluluk ve dinginlikleri açıkça belli olan yerli ve yabancı turistlerle dolu, adeta bir insan seli. Ana caddenin deniz tarafında pençeleri, camları, sandalyeleri boncuk gibi boyanmış, her yıl farklı konseptde süslenen pek kafe, pastane ve restoran bulunmakta. 
Cunda Sokakları (2015)
Cunda Sokakları (2016)
Cunda Sokakları
Cunda Çarşısında ise hediyelik eşya satan sergilerden alabileceğiniz midye kabuklarından, zeytin ağacından, cam şişelerden, seramikten, kozalaklardan vb. yapılmış pek çok ilginç obje bulabilirsiniz.
Cunda Çarşısı
Ayrıca Ayvalık genelinde ve Cunda adası sokaklarında inanılmayacak güzellikte sokak hayvanları insanlarla uyum içerisinde mutlu bir şekilde yaşıyorlar.
Ayvalık ve Cunda'nın Sessiz Sakinleri

Ayvalık ve Cunda'nın Sessiz Sakinleri
Ayvalık ve Cunda'nın Sessiz Sakinleri



















Çarşıda, bahçe ve parklarda dondurmacılarını yalayarak gezinen insanları görüyorsunuz. Adanın sakızlı dondurması pek meşhur. Benim tercihimde her zaman ve asla değişemeyen karadutlu ve sakızlı dondurma. Hemen dondurmalarımız alarak biraz serinliyoruz.

Deniz kıyısında bulunan balık restoranların yola bakan vitrinlerinde kalamar, ahtapot, karides ve mevsim balıkları gibi deniz ürünlerinin yanı sıra deniz börülcesi, fava, kaşarlı mantar gibi pek çoğu Egeye özgü zeytinyağlı mezeler sergileniyor ve çok iştah kabartıcı gözüküyorlar... 

Deniz Börülcesi
Sarıkız Fasulyesi


Börülce

Gömeç Bamyası




Patates-Biber Kızartması :) :) 



















Öğle yemeği için erken olduğundan balık yeme fikrinden vaz geçiyoruz. Bunun yerine adanın adeta sembolü haline gelmiş olan Taş Kahve’de sakızlı kahvelerimizi yudumlamayı tercih ediyoruz.
Taş Kahve
Taş Kahvenin inşasında kullanılan doğal sarımsak taşı, taş işçiliği, yüksek tavanı ve kolonsuz inşası ile dönemin en mükemmel mimari yapılarından birisi olduğu kabul ediliyor. Binanın atmosferi daha adımınızı atar atmaz sizi etkiliyor.

Taş Kahvenin ilginç ve yüreği sızlatan bir hikayesi var. Hikaye Osmanlı İmparatorluğunun uzak adasında, mübadil Giritli Hüseyin Bey ile başlıyor. Hüseyin Beyin fotoğrafı halen kahvenin duvarında yer alan antik aynanın üzerinde asılı.
Taş Kahvenin Sahibi Giritli Hüseyin
Girit, Osmanlı topraklarına en son katılan ve Osmanlı egemenliğinin en gevşek örüldüğü coğrafya. Müslümanlar ve Rumlar bu topraklarda 150 yıl birlikte yaşamışlar. Giritli Hüseyin Bey’de hem zeytincilik yaparak hem de Girit-Remo meydandaki büyük çınarın altındaki “Taş Kahve”yi babası Nuri bey ile birlikte çalıştırıyormuş. Ancak milliyetçilik akımının etkisiyle Osmanlının parçalanmaya başladığı 1912-1922 yıllarında Balkanlar’da, Ege Adalarında ve Anadolu’da karmaşalar başlamış. Yunanistan’da yerleşik Türkler ile Türkiye’de yerleşik Rumlar, Mübadele Sözleşmesi ile zorunlu göçe tabii tutulmuşlar. Yaklaşık iki milyon insan yurtlarından ayrılarak yeni yerleşim bölgelerinde yaşamaya mecbur edilmişler.

Baba Nuri Bey Girit’ten ayrılamadan önce vefat etmiş. Hüseyin Bey annesi ile birlikte her şeylerini Girit'te bırakarak onları Türkiye’ye götürecek olan vapura binmişler. 1923 yılında yeni vatan olarak belirlenen Ayvalık Cunda adasına gelmişler. Anne “burası Girit’e benziyor” diyerek hasretini gizlemeye ve oğlunun yeni vatanda kök salmasına destek olmaya çalışmış. Hüseyin Beye bir kahve verilmiş ancak, bu kahve Girit Resmo’daki gibi büyük değilmiş. Hüseyin Bey hem annesini hem de ailesini geçindirmek zorunda kalmış. 1927 yılında şimdiki “Taş Kahve”nin satılacağını öğrenmiş. Hemen kırık Türkçesi ile “benim param var ve burayı çok sevdim mutlaka satın almalıyım” diyerek çok beğendiği Taş Kahve’yi almış. Önce iki kahveyi birlikte işletmiş ama bir süre sonra küçük kahveyi satmış. Artık sadece Resmo’dakine benzeyen “Taş Kahve”si kalmış.

Bu arada Hüseyin Bey Soyadı Kanunu ile “Barış” soyadını almış. Annesi vefat ettikten kısa bir süre sonra yine Girit mübadili Aliye Hanımla evlenmiş ve oğlu Ali Barış dünyaya gelmiş. Ancak oğlu henüz 3 yaşında iken vefat etmiş. Aliye hanım eşinden yadigâr kalan “Taş Kahve”yi ve aileye ait tüm değerleri çok iyi koruyarak yeni nesillere aktarılmasını sağlamış. Şu anda “Taş Kahve”yi oğul Ali Barış “Dededen-toruna” uzanan mirası aynı şekilde koruyarak hizmet vermekte….

Bu hikayeyi öğrenince aklına 2011 yılında yönetmenliğini Çağan Irmak'ın yaptığı ve baş rollerini Çetin Tekindor ve Hümeyra'nın paylaştığı "Dedemin İnsanları" filmi geliyor ve hüzünleniyorum. O yıllarda yaşanan mübadele olayını anlatan bu filmi https://www.youtube.com/watch?v=0ixDCdiT3p8 adresinden izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. 

Taş Kahveden çıktıktan sonra arabamızı park yerinden alarak artık Ayvalığa geçerek çevrenin en yüksek noktasından, Ege Denizindeki adaların panoramik olarak izlenebildiği Cennet Tepesine çıkıyoruz.
  • Cennet Tepesi

Ayvalığın Armutcuk bölgesinin üstünde mesire yeri olarak düzenlenen tepedeyiz. Etrafta çam ağaçları ve ağaçların altında banklar ve masalar var. Hava oldukça sıcak. Çam ağaçlarının altında, esen hafif rüzgârda Ayvalık şehir merkezini, Ayvalık limanını, Cunda adasını ve diğer küçük adaları seyretmek için en ideal noktalardan birindeyiz. Midilli adası da tam karşımızda. 
Cunda Adasından Cennet Tepesi
Cennet Tepesinde kullanılmayan çöp kutuları dikkatimiz çekiyor. Üzülüp söyleniyoruz, adı gibi cennet gibi bir yerdeyiz ve insanlarımız maalesef çevreye karşı son derece duyarsız… Yanımızda getireceğiniz yiyecek ve içeceklerle gün batımını bu tepeden seyretmenin çok güzel olduğunu biliyorum. Geçen sene de aynı noktadan güneşin batışını fotoğraflamıştım. Ama bu sefer güneşi batırmak üzere Ayvalığın bir başka efsanesi haline gelen “Şeytan Sofrası”na gitmek üzere yola devam ediyoruz.
Cennet Tepesinden Gün Batımı
  • Çamlık

Ayvalık çarşısına inmeden, Cennet Tepe’den devam eden yoldan eski Ayvalık Devlet Hastanesinin önüne iniyoruz. Çamlık, hastaneden Sarmısaklı’ya kadar geniş bir alanı kapsıyor. Bu bölge, Ayvalığın sessiz ve huzurlu köşelerinden küçük bir kasabaya benzeyen bir yerleşim yeri.
Çamlık Koyu
Çamlık koyu ve çevresi fıstık çamı ormanları ile kaplı. Bu bölgedeki sokaklara çiçek adları verilmiş. Her tarafta piknik alanları, restoran, kafe, bahçeler, güzel binalar, tarihsel köşkler ve yalılar… Çam zenginliğine ulu çınar ağaçları da ekleniyor. Bir restoranın bahçesinde çamlarının altında uzun süre dinleniyoruz. Bu restoranlarda ünü Ayvalık sınırlarını aşmış lokma tatlısı yapılmakta. Çamlıktan sonra Şeytan Sofrasına doğru devam ediyoruz.
  • Şeytan Sofrası

Çam ormanları içerisinden asfalt bir yolla yaklaşık 3 km. sonra tepeye ulaşıyoruz. Şeytan Sofrası sönmüş volkanik kayaçlardan oluşmuş yüksek bir tepe. Ayvalık, adalar ve Midilli adasının çok rahat bir şekilde izlenebileceği tepe, Ayvalığın en popüler turistik alanı. Buradan zorda olsa halen doğallığını korumaya çalışan ormanı, tertemiz denizi ve koyları panoramik olarak seyretmeye doyum olmuyor. Önceki yıllarda çıkan orman yangını sonucunda tahrip edilmiş alanın yerleşime açıldığını görünce nedense şaşıramıyor, sadece çok üzülüyoruz. 
Şeytan Sofrasında
İddialara göre ülkemizde en iyi gün batımı görüntüsü bu tepeden izlenmekte. Gerçekten de denizden gün batışı sırasında harika bir ambiyans oluşuyor. Sofraya benzetilen tepede lav birikintisinden oluşmuş ayak izi şeklinde bir çukur bulunmakta, buna da şeytanın ayak izi denilmekte. Tepede pek çok kafeterya bulunmakta.
Şeytan Sofrasından Gün Batımı ve Adalar
Rivayete göre Şeytan Sofrası, Ayvalık civarında Rumların yaşadığı ve Osmanlı İmparatorluğunun hüküm sürdüğü dönemde bu tepede Panolepe adında (Şeytan lakaplı) kendini halktan soyutlamış, mistik bir yaşam süren bir şahıs yaşamaktaymış. Ayvalık ve civarında kıtlık baş göstermeye başlayınca, din adamları ve papazlar tarafından kıtlığın sebebi olarak Panolepe gösterilmiş ve halkı galeyana getirerek onun linç edilmesini istemişler. Bunun haberini bir keçi çobanından alan Panolepe, çözümü burada kuş sütü dahi eksik olmayan bir sofra hazırlamakta bulmuş. Kendisini linç etmek isteyen halk sofranın cazibesine kapılıp Panolepeyi unutmuşlar, o da buradan kaçarak kurtulmuş. O tarihten beri bu tepenin adı Şeytan Sofrası olarak anılmaya başlanmış.
Şeytanın Ayak İzi
Şeytanın Ayak İzi












Rivayete göre Ayak İzinin Hikayesi ise şöyledir. Edremit Körfezine tam hakim dağların adı Kaz Dağları (İda Dağı)dır. Yani Yunan mitolojisinin yaşandığı dağlar. Gerek tek tanrılı gerekse pagan dinlerin tek bir ortak özelliği vardır. Oda Şeytan’ın cennetten kovulduğudur. Yunan mitolojisinde ise Tanrıların Kralı Zeus tarafından bu görev Ay Işığı Tanrıçası Selene’ye verilir. Selene tarafından cennetten kovulan Şeytan’ın bir adımını buraya, diğer bir adımını ise Midilli Adasına atıp kaçtığı rivayet edilmektedir. Diğer bir mite göre ise Zeus’un süt annesi İda, Zeus’a zarar vereceği gerekçesiyle Şeytanı kovar. Üçayaklı olduğuna inanılan şeytanın bir ayağı İda dağı eteklerinde, bir ayağı Midilli adasında, bir ayağı da Şeytan sofrasındadır.

Burayı ziyaret eden insanlar nedense bu çukura Roma’daki Aşk Çeşmesi gibi bozuk para atarak dilek tutuyorlar. Ancak bu sene burayı tekrar ziyaret ettiğimde hepten şaşırdım kaldım. Olayın boyutu gerçekten değişmiş, çukur demir parmaklıklarla koruma altına alınmış. İnsanlarımız da burayı adeta türbe havasına çevirerek ellerine geçen her türlü malzemeyi parmaklıklara bağlamaya başlamış. Bunu fırsat bilen akıllı tüccarlar ise 10-15 cm’lik kırmızı kurdeleyi 50 kuruşa satarak hem çevre korumaya, hem estetik anlayışa hem de Şeytan’dan medet uman halkımıza hizmet vermekteler. :) :)
Şeytan'ın Türbesi :) :) 
Uzun ve çok keyifli bir günün ardından Gömeç’e dönüyoruz. Yarın Ayvalık’ta son günüm. Bir yandan yarınki programımı hazırlıyorum, bir yandan da bugüne dair notlarımı kaleme alıyorum. Yarın Gömeç’teki Kız Çiftliğini, Ayvalığın tarihi evlerini ve Tuzla bölgesinde yer alan flamingoların fotoğraflarını çekmek istiyorum. Bu günlük benden bu kadar arkası yarın :) :)


Sevgiyle kalın...
Özlem ŞENOL



30.09.2016









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder