DURDURUN DÜNYAYI TOLEDO’DA İNECEK VAR !!!
Madrid’in
75 km. güneyinde yer alan Toledo’ya, Madrid-Atocha Tren istasyonundan hızlı
trenle gitmek sadece 33 dakikanızı alıyor. Madrid’e gidip de İspanya’nın eski
başkenti, Kastilya La Mancha özerk bölgesinin merkezi olan Toledo’ya gitmezseniz
yazık etmiş olursunuz…
Benim
de hiç aklımda yokken tamamen doğaçlama gelişen yarım günlük gezimden arta
kalanları sizlerle paylaşmak istedim. Bir gün yolum tekrar buralara düşerse
gezeceğim çok daha yer var Toledo’da…
Atocha Tren İstasyonu
Madrid’den
mevsimine göre gün içerisinde saat 06:50-21:50’ye kadar, Toledo’dan ise saat 06:25-22:00
arasında karşılıklı tren seferler mevcut. Tren ücretleri de dönemsel olarak gidiş-dönüş
yaklaşık 20-25 € arasında değişiyor. Biletlerinizi online olarak http://www.raileurope-world.com/train-tickets/journey-insights/article/madrid-toledo internet sitesinden kredi kartı ile
alabilmeniz mümkündür.
Ben hem
Madrid’deki programlı işim gereği, hem de ülkemize göre çok daha batıda olan
İspanya’da güneş yaklaşık 3 saat kadar daha geç battığından 16:30’da
gidip 21:30’da döndüm. Ancak 5 saatlik Toledo gezimin tadı damağımda kaldı… Bu
nedenle Toledo’yu dolu dolu gezebilmeniz için bir tam gün yeterli olacaktır.
Atosha
tren istasyonu oldukça ilginç bir mekan. Dışarıdan bakıldığında içerisi
hakkında pekte fazla bir fikir vermiyor. Ancak içeri girip bilet almak için alt
kata indiğinizde sanki bir botanik bahçesine gitmiş gibi oluyorsunuz. İçerisi yüksek
cam tavanı sayesinde sera havasında. İstasyondaki palmiye ve muz ağaçlarını ile
havuzdaki onlarca su kaplumbağasını görünce şaşkınlığınız artıyor.
Trene
binmek için en alt kattaki peronlar bölümüne geçtiğinizde ise bekleme
salonları, tren kompartımanlarının içi şeklinde dizayn edilmiş hoş ve rahat bir
alan.
İspanya Demiryolları RENFE Hızlı Treni |
Bekleme Salonu |
Toledo, La Mancha
ovasına bakan bir tepenin üzerinde kurulmuş, kale
duvarlarıyla örülü görkemli bir orta çağ şehri. Toledo kale duvarları, var olduğu günden
buyana şehrin kentsel peyzaj şekillendirmekte. Şehrin yüzölçümü 232 km2. Tajo
(Tagus) nehri ise Toledo’yu üç tarafından bir kuşak gibi sarıyor. Nehir, İber
Yarımadasının 1038 km ile en uzun nehri. İspanya’da doğarak Portekiz’den Atlas
Okyanusuna dökülüyor.
Toledo, 1986 yılında UNESCO tarafından “Dünya
Mirası” listesine alınmış bir şehir. Açık hava müzesi tadında ve zamanın adeta donmuş
olduğu bir şehir…
Kuşbakışı Toledo |
Toledo’nun tarihine baktığımızda, M.Ö.590
yılında Yahudiler tarafından kurulan şehre “Toldoth” adı verilmiş. M.Ö. 193
yılında ise Romalılar tarafından fethedilen şehir, bu dönemde “Toletum” diye
anılmış. Roma İmparatorluğu'nun son dönemlerinde ortaya çıkan ve
bir Cermen
kabilesinin kollarından olan Ostrogotlar ve Vizigotlar’ın hakimiyetinden sonra
MS. 711 yılında Müslüman Arapların egemenliğine girmiş. Şehrin bu dönemde adı “Tuleytula”.
Son olarak 1085 yılında Araplardan geri alınarak Kastilya Krallığı ve İspanyol
İmparatorluğu’na başkent olmuş ve “Toledo” olarak isimlendirilmiş. Cenovalı
kaşif ve gezgin Kristof Kolomb’un, İspanya’nın Katolik kralları himayesinde 1492
yılında Atlas Okyanusunu aşarak Amerika kıtasına ulaşmasıyla daha da
zenginleşen şehir, İspanyol İmparatorluğunun merkezi haline gelmiş. Ancak Katolik
kralların ve engizisyon mahkemelerinin Müslüman ve Musevileri kentten sürgün
etmeleriyle, şehir önemini kaybetmeye başlamış. Kral II. Felipe’nin 1561
yılında Madrid’i başkent ilan etmesiyle kraliyet ailesi, aristokratlar,
tüccarlar Madrid’e taşınmış.
Toledo, tarih boyunca İber
yarımadasında coğrafi konumu sebebiyle son derece stratejik bir yer olarak
kabul edilmiş. Şehirde yüzyılların birikimi olan ve çok
kültürlülüğü temsil eden Hristiyan, Müslüman, Yahudilere ait kilise,
cami ve sinagoglar yan yana. Kent
mimarisi ve ibadethanelerin çeşitliliği Mardin’i anımsatıyor bana…
Ayrıca Toledo, çocukken büyük bir
keyifle okuduğumuz, yel değirmenlerine meydan okuyan Don Kişot’un da memleketi.
Cervantes’in 1605 yılında yazdığı bu roman, Avrupa’nın ilk romanı ve modern
batı edebiyatının en kayda değer kurgu romanı olarak kabul ediliyor.
Toledo |
Şehre yüksek bir tepeden
baktığınızda, kiremit çatılı ve kırmızı tuğlalarla örülü evlerini, Arnavut
kaldırımlı dik, dar ve dolambaçlı sokaklarını ve çiçeklerle bezeli cumbalı
pencerelerini izlemeye doyamayacaksınız. İçinde bulunduğunuz ortaçağa ait
otantik havanın tadını bol bol çıkarın. Aklıma birden Malta adasının eski
başkenti Medina, Rodos’un Old Town bölgesi ve Lindos şehri ile Sakız Adasındaki
Mesta köyü geliyor. Sanki sokaklardan her an bir Şövalye çıkacak gibi…
Toledo Sokakları |
Hızlı trenden inince
çok güzel bir istasyon binası ile şehir size hoş geldiniz diyor. İstasyon, Endülüs
mimarisinin (Mudejar, İspanyol-İslam mimarisi sentezi) çok güzel bir örneğini
temsil ediyor. Tavandaki
seramik süslemeleri, duvarlardaki taş işlemeleri, at nalı şeklindeki kemerli
kapıları ve saat kulesini izlemeye doyamayacaksınız. İstasyonda
La Barilla adında küçük bir kafe ve şirin bahçesi ile hediyelik eşya satan
birkaç ufak dükkan bulunmakta. Dönüşte bu güzel bahçede bir yorgunluk kahvesi
içeceğimi şimdiden aklımın bir köşesine yazıyorum…
Toledo Tren İstasyonu |
Toledo Tren İstasyonu Saat Kulesi |
Toledo Tren İstasyonu İçi
İstasyon önünden tren
saatlerine göre ayarlanmış otobüsler, tepede kurulu olan şehir merkezine seferler
yapıyor. Otobüsü kaçırmanız durumunda ya taksi kullanacaksınız ya da istasyon
çıkışından sağa doğru yürüyerek, Tajo Nehrini üzerindeki köprüyü geçtikten
sonra şehir merkezine çıkan çok dik ve uzun yürüyen merdivenleri bulacaksınız.
Yürürken yol boyunca nehir üzerindeki tarihi iki köprüden (Alcantara ve San
Martin) birisi olan San Martin Köprüsünü de karşısından görebilirsiniz.
Bir diğer
alternatifiniz ise şehirde 9 €’ya 6 dilde tercüme yapan Toledo Şehir Turu otobüslerini
(Hop On-Hop Off) yakalamak. Bu otobüslere ilişkin ayrıntılı bilgiye http://www.toledocitytour.com/EN/index.htm adresinden
ulaşabilirsiniz.
Tajo Nehri ve San Martin Köprüsü |
Yürüyen merdivenlerin
bittiği yerde kafeteryalar bulunmakta. Burada da bir soluklanarak La
Mancha ovasını panoramik olarak seyredebilirsiniz.
La Mancha Ovası |
Yürüyen Merdivenler |
Şehirdeki bütün dar, dik ve dolambaçlı yollar Zocodover Meydanı'nda
birleşiyor. Meydanda, şehirde panoramik tur yapmak için ayarlanmış olan mini
treni (Zocotren) 5,5 € ücret karşılığında kullanabilirsiniz. Trende kulaklık
ile gezilen yerler hakkında birkaç dilde tercüme hizmeti de verilmekte.
Zocodover Meydanı ve Zocotren |
Mini trenle yapacağınız yaklaşık 45
dakikalık şehir turu boyunca görebileceğiniz mekanların başında, surlardan
şehire girişi sağlayan kapılar gelmektedir. Şehir ile surları
ayıran birbirinden güzel 5 adet kapı (Puerta de Bisagra, Şehrin doğusunda yer
alan Puerta de Alcantara; şehrin batısında yer alan ve Yahudi Kapısı olarak da
bilinen Puerta del Cambron, Güneş Kapısı olarak adlandırılan Puerta del Sol ve Puerta
del Vado) yer almakta. Kapıların iç ve dış yüzeylerinde birbirinden farklı taş
işçiliği gerçekten görülmeye değer.
Puerta de Bisagra (Bisagra Kapısı) |
Bisagra kapısı, İspanya imparatoru VI.
Alfonso'nun 1085 yılında 8. yüzyıl başlarından beri Müslümanların elinde
bulunan ve önemli tarihsel, stratejik ve kültürel merkezlerinden biri olan
Tuleytule'yi geri almak üzere şehre girerken kullandığı kapıdır. Bu sebeple VI.
Alfonso Kapısı olarak da adlandırılmaktadır.
Puerto Del Sol (Güneş Kapısı) |
Puerta del Cambron (Yahudi Kapısı) |
Alcantara Köprüsü
(Puente de Alcantara)
Alcantara Köprüsü, Tajo nehri üzerinde yer alan,
büyük kemerli tarihi köprüdür. Köprünün ismi Arapçada köprü anlamına gelen
“Al-Qantarah”dan gelmektedir. Romalılar tarafından şehrin kurulmasından sonra
San Servando Kalesinin ayaklarında inşa edilmiştir.
San
Servando Kalesi’nin Tajo nehrine bakan bir tepe üzerinde 7. yüzyılda bir
bazilikaya bağlı manastır olarak kurulduğu düşünülmektedir. Daha sonra kale
haline dönüştürülen manastır, Müslüman saldırılarından korunmak üzere Kral
VIII. Alfonso tarafından Tapınak Şövalyeleri’ne verilmiş.
1850
yılında kolej olarak kurulmuş olan Piyade Akademisi, 1875 yılında geçici olarak
Madrid’e taşınmıştır. 1882 yılında kurulan Harp Akademisi içinde
değerlendirilen Piyade Akademisi, 1893 yılında tekrar oluşturulmuştur.
Zocover
Meydanında mini tren turunu bitirdikten sonra şehrin içerisine doğru yürümeye
başladığınızda ihtişamı ile hemen kolayca fark edebileceğiniz Toledo
Katedralinin önünde kendinizi bulacaksanız.
Toledo Sokakları ve Katedral |
Toledo Katedrali |
Katedral,
İspanyol gotik mimarisinin en iyi örneği olarak kabul edilmektedir. Yapımına
1226'da Kral III. Fernando döneminde başlanmıştır. Ben geç kaldığım için katedralin
içini maalesef gezemedim ve üzüldüm. Katedralin büyüleyici güzellikte olduğunu,
El Greco, Francisco Goya, Anthony van Dyck, Luis de Morales gibi ünlü
ressamların tablolarının bulunduğu zengin bir müzesi olduğunu okumuştum.
Katedrali,
Babü'l-Merdum
Camisini ve Ibn Shushan Sinagogu’nu
(Santa María la Blanca) bir dahaki sefere mutlaka
ziyaret edilmesi gereken yerler listeme alıyorum…
Toledo Katedrali |
Toledo Katedrali |
Tren istasyonuna dönüş yolu üzerinde karşıma çıkan San Juan Katolik Kralları Manastırı ilginç bir bina. Üzerinde irili ufaklı bir çok heykeller bulunmakla birlikte duvarında bir takım zincir asılı.
San Juan de Los Reyes |
San Juan Katolik Kralları Manastırı (San Juan de Los Reyes) |
Çokta
mantıklı gelmeyen bir rivayete göre Toledo, Arap egemenliğinden kurtarılarak
Hristiyanların eline geçtiği zaman, Hıristiyan esirler kollarından ve
ayaklarından bu zincirlere asılı imişler. Özgürlüğüne kavuşturulan esirlerin
hatırası olarak zincirler duvarda bırakılmış…
Bu arada şehri gezerken şehrin giriş kapılarında, sarayda, kiliselerde ve çeşitli binalarda kartal ve çift başlı kartal figürleri dikkatimi çekti. Biraz araştırdığımda eski çağlarda Hititler ve Sümerlere, Akadlara, Asurlulara, Sasanilere, Bizanslara ve Türklere geçen figürün, ululuk, yükseklik, hakimiyet, hükmetme gücü, kötü güçlerden koruyucu, tılsım, aydınlık ve güneş sembolü olarak kullanıldığını öğreniyorum. Bizanslılarda ise devlet ve kilisenin, tek bedende, bir arada tutulup yönetildiği anlamına gelen figür, 14. yüzyıldan itibaren Kutsal Roma-Cermen imparatorlarının hanedan arması, daha sonrada Avrupa’da soyluluk simgesi olarak kullanılmaya başlanmış.
Bu arada Toledo çeliği hakkında da
biraz bilgi aktarayım… Toledo,
metal işlemenin yoğun yapıldığı bir yer olarak tarih boyunca öne çıkıyor. Roma
döneminden bu yana, kılıç yapımının bir sektör haline geldiği, özellikle
Vizigotlar ve Araplar döneminde en yüksek noktasına ulaştığı biliniyor. Ancak, 1561
yılında Madrid’in başkent olmasıyla Toledo bir hayli fakirleşmiş. Bunun üzerine
Kral III.Carlos tarafından, 18. yüzyılda, büyük bir kılıç atölyesi kurulmuş. Şehri
çevreleyen Tajo nehri su kalitesinin çeliğin kalitesinde önemli yeri olduğu
söyleniyor.
Bir diğer rivayet de Osmanlı padişahlarının kılıçlarının
Toledo’da yaptırdığı hakkında… Çelik ürünlerinin günümüzdeki en büyük müşterisi
ise Amerikan sinema endüstrisi Holywood imiş. Tarihi filmlerde kullanılan bütün
kılıç ve kıyafetler Toledo’da üretiliyormuş.
Şehirdeki
hediyelik eşya dükkanlarında çeşitli boyutlardaki çelik objeler göreceksiniz. Çelik
işleme sanatına “Damaskino” deniyor. Toledo’dan hediyelik eşya olarak damaskino
işi, kolyeler, küpeler, bilezikler, küçük kılıçlar alabileceğiniz gibi, el yapımı altın işlemeli tabaklar ve “Mazapan”
adı verilen ünlü badem ezmesi de alabilirsiniz.
Dar
zamana sıkıştırılmış gezimin sonunda, kendimi Madrid’e dönmek üzere, Toledo
tren istasyonunda, “La Barilla”da tatlı bir yorgunluk içerisinde, kahvemi “mazapan”
eşliğinde yudumlarken buluyorum….
25.06.2015
Özlem ŞENOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder