25 Mayıs 2019 Cumartesi

Doğunun Yıldızı "Taşkent" (2. Bölüm)

Taşkent Televizyon Kulesi
Televizyon Kulesi 365 metre yüksekliği ile Orta Asya'daki en yüksek yapılardan biri. İnşaatına 1978 yılında başlanan kule, 15 Ocak 1985 tarihinde hizmete açılmış ve 1991 yılında Dünya Büyük Kuleler Federasyonunun üyesi olmuş. Kule, 1985-1991 yılları arasında dünyanın en yüksek üçüncü kulesi, şu an ise dünyadaki 200 kule içinde 9. sırada yer alıyormuş. Özbekler bu durumla o kadar övünüyor olmalılar ki, kulenin girişinde ve içinde kuleyi dünyanın diğer yüksek kuleleri ile kıyaslayan pek çok maket ve bilgi panoları var.
Televizyon ve radyo yayınlarında kullanılan kule, aynı zamanda turistik olarak da ilgi odağı haline gelmiş.
Özbek parasına sanırım yavaş yavaş alışmaya başladım. Dolar bozdururken tonla para alıyorsunuz ama ödeme yaparken de bir ton para vermeniz gerekiyor. Kuleye çıkış ücretli 40.000 SOM. Kulede güvenlik oldukça sıkı tutuluyor. Fotoğraf makinası, cep telefonu ve cüzdan dışındaki eşyalarınızı kule girişindeki emanet dolabına bırakmanız isteniyor. Kulenin güvenliği geçtikten sonra giriş bölümünde yer alan duvar mozaiklerini çok beğeniyorum.
Daha sonra çok kısa bir süre içerisinde asansörle kuleye çıkıyorum ve buradan cam arkasından Taşkent’in panoramik manzarasını izliyorum. Taşkent ve çevresini dağlık olarak düşünürken, önümde dümdüz bir ovayla karşılaşmak beni oldukça şaşırtıyor.
Bu kadar yükseğe çıkmışken insan ister istemez esen rüzgârı yüzünde hissetmek istiyor. Kulenin daha üst katında 120. metrede bulunan bir restoran var. Oraya çıkarak açık havada bir yorgunluk kahvesi içmek istiyoruz ve tekrar asansöre biniyoruz.

Restorana ahşap oymalı ilginç bir kapıdan girdiğimizde, restoran tabanın saatte 360 derece dönecek şekilde hareketli olduğunu öğreniyoruz. Bir masaya oturarak kahve istiyorum ve etrafı seyretmeye başlıyorum. Camlarda yarıya kadar perde, tavanlardan ise yer kadar uzanan camdan devasa güzellikteki renkli objeler mevcut.
Taban çok yavaş döndüğü için masadan kalkarak, hızla bir tur atıyorum. Camdan baktığımda restoranın dışında dar bir teras görüyorum ancak hiçbir şekilde açık hava ile temas etmek mümkün değil. Güvenlik sebebiyle terasa çıkmanın yasak olduğunu söylüyorlar. Bu duruma hiç anlam veremiyorum. Aklıma Paris’teki Eyfel Kulesi, Ankara’daki Ata Kule, ve çeşitli yerlerde gördüğüm cam teraslar geliyor. Bir tel örgü veya kalın temperli cam ile bu durumu düzeltmek mümkünken, böyle bir manzarayı kalın camlar arkasında perdeyle örtülmüş bir yerden izlemek canımı sıkıyor açıkçası.

Kahvelerimizi içtikten sonra kuleden iniyoruz. Bu arada kulenin girişinde ücretsiz Wi-Fi bağlantısı olduğunu fark ederek, sabahtan beri Özbekistan’a sağ salim geldiğimi aileme haber vermediğimi anımsayarak hemen telefon görüşmelerimi yapıyorum.

Yorgunluk bir yandan, sıcak bir yandan bir anda enerjimin bittiğini hissediyorum. Bu havada yapılacak en iyi şey Taşkent’teki Botanik Bahçesi veya Hayvanat Bahçesine gitmek diye düşünüyorum. İlham beyde bahçelerin daha serin olduğunu doğrulayınca, her zaman favori mekânlarımdan olan Hayvanat Bahçesine (Hayvonot Bogi) geçiyoruz. Bahçeye giriş ücreti 10.000 SOM. Çeşitli ülkelerde gezdiğim diğer hayvanat bahçesi giriş ücretlerine göre bu oldukça uygun bir fiyat. En son İspanya’da 20-25 Euro ücret ödediğimi hatırlayınca, bu duruma çok memnun oluyorum.
Bu sıcak havada en doğru yerde bulunduğumuzu bahçeye girer girmez fark ediyorum. Hava şartları yüzünden, hayvanlar da siestaya geçmiş durumdalar.
Hayvanat bahçesinin hemen yanında da Botanik Bahçesi var, ancak orayı da gezmek için yeterli vaktim ve enerjim kalmadığını düşünüyorum. Hayvanat Bahçesinin ortasında oldukça büyük bir havuzun içinde su bisikletleri ile gezinti yapmak mümkün. Parkın her yerinde çocukları eğlendirmek üzere akülü bisikletler, ünlü çizgi film karakterleriyle dolu oyun parkları, midilli atlar ile gezinti yapmak gibi pek çok etkinlik var. Elimden gelindiğinde bahçenin tamamını gezmeye ve daha önce hiç görmediğin canlıları gözlemlemeye çalışıyorum. Bunlardan bir tanesine akvaryum bölümünde rastlıyorum. Boynu oldukça uzun, yumuşak kabuklu deniz kaplumbağası.
Bu arada bir kafede oturup bir soğuk bir şeyler de içerek Taşkent’te bulduğum “Her andan zevk al”mayı ihmal etmiyorum...
Benim için günün sürprizi ise tam çıkış kapısına yaklaştığım an geliyor. Bir bankın yaslanma bölümünde hareketsizce duran bir baykuş ve yanındaki akbaba. Önce fotoğraf çektirmek için doldurulmuş olduklarını düşünüyorum ancak baykuş kafasını oynatınca canlı olduğunu anlıyorum. Ayaklarından banka bağlanmış bu kuşlar ile 5.000 SOM ücret karşılığında hatıra fotoğrafı çekiliyormuş.
Hayvanların doğal ortamlarında özgürce yaşaması gerektiğine inanmama ve esarete karşı olmama rağmen, baykuşlara olan aşırı düşkünlüğüm sebebiyle bir fotoğraf çektirmeden duramıyorum. Bu arada fotografçı nerdeyse 10 kg’dan daha ağır olan akbabayı kolumun üstüne koymakta ısrar edince bir fotoğraf da onunla çektiriyorum. Daha sonra bir kedi büyüklüğündeki baykuşu seviyor, onu yakından inceliyor, gözlerine hayran kalıyorum. Bir baykuşa ilk kez dokunuyor olmak beni çok heyecanlandırıyor. Daha sonra da baykuşun ve akbabanın pek çok açıdan bolca fotoğrafını çekerek hayvanat bahçesi gezimi saat 17:30’a doğru sonlandırıyorum. 
Yol yorgunluğu ve hava sıcaklığı yüzünden öğleden sonrayı otelimde geçirmeyi planlamama rağmen, daha Taşkent’te gezilecek pek çok yer var. Bu yüzden her zamanki gibi gezmeye devam diyorum. İnsan ömründe belki de sadece bir kez görebileceği bir yere seyahat ettiği zaman uykusuzluk, açlık, yorgunluk hissetmemesi gezginciliğin ruhunda var sanırım. Bu yüzden iş yerimdeki genç arkadaşlarımın Seul-Kore seyahatimiz sırasında “Özlem hanım siz hiç yorulmaz, acıkmaz mısınız?? Sanki Atom Karıncasınız” dediklerini gülümseyerek hatırlıyorum.

Taşkent Metrosu
Özbekistan seyahatim öncesi okuduğum gezi yazılarında Taşkent metrosunun görülmesi gereken yerler arasında olduğu yazılı idi. Orta Asya'nın ilk metrosu olarak 1972 yılında inşasına başlanmış ve 1978 yılında hizmete girmiş. Dört hattı bulunan metro, şehirdeki en rahat ulaşım şekli ve kent trafik yükünü büyük ölçüde yeraltına taşıyor.

Rusya seyahatimde adeta bir müze tadındaki Moskova metrosuna hayran kaldığım için Taşkent metrosunu da beğeneceğimi düşünüyorum. Bu yüzden bir istasyonu görmek üzere Müstakillik Meydanına gidiyoruz. Metro durağına indiğimizde Moskova’ya göre çok daha sade ancak güzel bir metro olduğunu görüyorum.
 
Gelen ilk metroya binerek bir istasyon daha ileri gidiyorum. Her bir metro istasyonunun içi ayrı bir tarzda dekore edilmiş. En güzel istasyonun hangisi olduğunu ve oraya gidip gidemeyeceğimizi soruyorum. Ancak iş çıkışı olması yüzünden oldukça kalabalık olduğundan iki istasyonla yetiniyorum. Önceleri metroda fotoğraf çekimine izin verilmezken, şu anda izin verdiklerini öğrendiğim için bir iki kare fotoğraf almayı da ihmal etmiyorum.

Mustakillik Meydanı
Taşkent’in kalbi, Mustakillik Meydanı, geniş parklarla çevrili bir alan. 01 Eylül 1991 yılında SSCB’den ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Özbekistan’ın özgürlüğünü simgeliyor. Her yıl bağımsızlık kutlamaların yapıldığı meydanda, Özbekistan Meclisi ile pek çok kamu kurumu binası ve lüks oteller bulunuyor. Meydan, Sovyetler Birliği zamanında da şehrin en büyük meydanı olduğundan önemli binalar burada inşa edilmiş.

Meydanın bir ucunda, önünde bir havuz ve çatısında Türkistan yazılı çok büyük beyaz bir bina yer alıyor.

Havuzun önündeki heykel dikkatimi çekiyor ve ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Bu heykelin ne olduğunu sorduğumda Hüma kuşu olduğunu öğreniyorum.

     















Huma kuşu, kökeni Eski Türklere kadar dayanan, binlerce yıldır efsanelerde varlığını sürdüren bir kuş. Cennet kuşu olarak da adlandırılıyor. Arapça ruh anlamına gelen “hu” ve su anlamına gelen “ma” kelimelerinden oluşuyor. Huma kuşu ile ilgili Türk boylarının farklı yorumları olsa da, ortak inanışa göre konduğu yere mutluluk ve huzur getirdiği. Efsanelere göre Huma kuşunun canlı olarak görülmesi mümkün değil. Görülmeyecek kadar yükseklerde uçan Huma kuşunun, ayaklarının olmadığı da söyleniyor. Özbek halkı arasında bolluk, bereket, mutluluk gibi çeşitli güzellikleri içinde barındıran ve bunları sağlayan kuş olduğuna inanılıyor. Özbekistan'ın devlet armasında, 50.000 SOM para üzerindeki Huma kuşu figürü, bu efsaneleri hayata geçirir gibi. 





Türkistan binası çeşitli sanatsal etkinlikler için kullanılan bir mekân. Bugün şansım yaver gidiyor. Binanın merdivenlerine askeri bando yerleşerek çok keyifli bir konser vermeye başlıyor.
Bu arada binanın alt tarafındaki giriş kapısına gelenlerin sayısı ve binadaki hazırlıklar artmaya başlıyor. Aralarında yerel kıyafet giymiş çocuk ve genç grupları ile çok şık bayanlar da var. Akşama büyük bir etkinlik olduğu anlaşılıyor. Ben de askeri bandonun müziğini bir süre daha zevkle dinlemeye devam ediyorum.

Müstakillik Meydanının bir diğer simgesi de “Mutlu Anne” anıtı. Bir annenin kucağında bebeği ile heykelin üstünde dünyayı simgeleyen kürede Özbekistan'ın haritası yer alıyor. Burada daha önce 1941 yılında Moskova savunması sırasında ölen askerler için yapılan Meçhul Asker Anıtı bulunuyormuş. Bağımsızlıktan sonra bunun yerine “Mutlu Anne” anıtı yapılmış. Bu heykeli görmek istiyorum, ancak Meclis binasının bitişiğindeki parkta yapılan yenileme çalışmalarından dolayı yollar kapatılmış ve polisler bu alana geçmeme izin vermiyorlar. Hatta elimdeki fotoğraf makinesi ile nerenin fotoğrafını çektiğimi anlamaya çalışıyor. Sonunda yabancı olduğumu fark ederek, yasak işaretleri yaparak benim bölgeden uzaklaşmamı istiyorlar. 
Artık bende daha fazla yürüyebilecek durumda değilim. Arabaya doğru geri dönüyoruz ve yolumuz üzerinde ihtişamlı görüntüleri ile kolaylıkla fark edilen Özbekistan Parlamento Binasını ve çeşitli defilelerin ve gösterilen yapıldığı, ismi de bana çok komik gelen Özbek Liboşları Galeryasnı ve meşhur Özbekistan Otelini görüyoruz.  Rotamızda Emir Timur Meydanında yer alan Emir Timur Müzesi var ve ben burayı gerçekten çok merak ediyorum.   





Emir Timur Müzesi
Özbekistan’ın kuruluşunun 660. yıldönümü olan 1996 yılı Emir Timur yılı ilan edilerek, Özbek tarihinde çok önemli yer tutan Emir Timur Müzesi aynı yıl açılmış. Müzenin bulunduğu meydanın adı da Emir Timur Meydanı. Meydanda 1993 yılında yapılan Timur’un at üstünde bir heykeli de yer alıyor. Ancak yoğun araç trafiği yüzünden meydanın ortasındaki heykeli maalesef görüntüleyemiyorum. Daha büyük bir Timur heykelinin Semerkant’ta bulunduğunu öğrenince hevesimi oraya saklıyorum.
Siyasi ve askeri kimliğinin yanında eğitim ve sanata verdiği değerle tanınan Emir Timur dönemi, Özbekistan’da Timur Rönesans’ı olarak adlandırılıyor. Müze 09:00-17:00 saatleri arasında açık olduğundan maalesef müzeye de giremiyorum. Müzede Emir Timur’un soy kütüğü, iktidarına, diplomatik ve ticari ilişkilerine ait belgeler, çeşitli haritalar, silahlar, paralar, kıymetli el yazmaları, takılar, sanat eseri koleksiyonu ile diğer ülkelerden gelen hediyelik eşyalar varmış. Kalan günlerimde zaman kalırsa müzeyi gezmeyi arzu etmeme rağmen maalesef bir fırsat yaratamıyorum. 

Nerdeyse 26 saatten fazla ayaktayım ve artık otelime giriş yaparak dinlenmek istiyorum. Ramazan ayı olduğu için Taşkent’te de sokaklardan el ayak çekilmeye başladı, ancak günler oldukça uzun ve sıcak. Akşam yemeği için plan yapmaya çalışırken çok güzel, ufak bembeyaz bir caminin önündeki kalabalığı fark ediyorum. İlham bey buranın Taşkent’in 2014 yılında açılan en yeni camisi olduğunu söylüyor. Minör Cami adındaki caminin adı diğer ihtişamlı camilere nazaran ufaklığından kaynaklanıyor diye düşünüyorum, ama bulunduğu semtin adı da Minör imiş. Ben kalan son enerjimi bu camiyi gezmek için harcamaya karar verirken, İlham bey de Özbekistan’da özellikle tatmak istediğim “Somsa” için iftar saatine yaklaşan restoranın uygun olup olmadığını kontrol etmek için benden ayrılıyor.
Ankhor kanalının kenarında Minor Cami'nin çevresinin peyzajı çok güzel yapılmış. Bu bölge Taşkentlilerin akşam gezintisi için tercih ettikleri bir park haline gelmiş. 
Tamamen beyaz mermer kaplı bu cami, Taşkent’teki diğer tuğla kaplama camilere göre farklılığını ortaya çıkarıyor. Küçük dediğime bakmayın bu caminin kapasitesi de 2400 kişilikmiş J Beyaz mermerlerin güneş batmasına yakın aldığı renk bana birden Taç Mahal’i hatırlatıyor… Caminin içerisine giriyorum, kimsenin başımı örtmem yönünde hiçbir talebi olmamasına şaşırıyorum. Camide iftar yemeği verilecek sanırım, çünkü halıların üzerine su şişeleri bırakılmaya başlanıyor. Kısa bir turun ardından mekandan ayrılıyorum. Artık benim için de akşam yemeği vakti geliyor... 
Ve işte meşhur “Somsa”  ile buluşmam :) :)

Yeri gelmişken burada biraz Özbek yemeklerinden de bahsedeyim. Nasıl anlatayım bilmiyorum ama söylenebilecek şey tek kelimeyle HARİKA !!!. Tamamıyla bizim damak tadımıza hitap ediyor. Özellikle hamur işleri, yaprak sarmaları, kuru dolma, mumbar ve tatlılar. Meyvelerden kavun, karpuz, kayısı, kiraz, üzüm, şeftali, armut, elma vb. çok lezzetli. Kuru baklava dedikleri bir şerbetsiz bir tatlıları var ki adeta bomba. İçinde bol miktarda ceviz ya da badem bulunuyor. 
Harika bir akşam yemeği, neredeyse tüm yorgunluğumu unuttursa da, hem yol yorgunluğu hem sıcak havada gezme hem de saat farkı yüzünden artık dinlenmem gerekiyor.... Yarın Özbekistan’ın Özerk Cumhuriyeti olan Karakalpakistan’a çok erken saatte kalkacak uçakla gideceğim için Taşkent'teki ilk günümün yorgunluğunu atmak üzere otelime giderek, hemen derin bir uykuya dalıyorum.

Karakalpakistan Özerk Cumhuriyetinde, Nukus, Muynak ve Aral Gölüne ilişkin izlenimleri 3.Bölümde okuyabilirsiniz. 


Sevgiyle kalın...
Özlem ŞENOL
25.05.2019

24 Mayıs 2019 Cuma

Doğunuz Yıldızı "Taşkent" (I. Bölüm)


Orta Asya ülkelerinden Özbekistan’a gideceğim için oldukça heyecanlı ve meraklıyım. 5 Haziran 2018 Salı günü Ankara’da evimden saat 18:00’de çıkmama rağmen trafik nedeniyle Esenboğa Havaalanından saat 20:00’deki İstanbul uçuşuma zar zor yetişiyorum. İstanbul’dan Taşkent’e gitmek üzere yapacağım uçuş saat 23:55’de. Ankara’da yaşadığım geç kalma geriliminden dolayı, İstanbul Atatürk Havaalanında uçaktan iner inmez hemen dış hatlara geçerek gümrük işlemlerimi tamamlıyorum. Sonra’da uçağa bineceğim kapıya erkenden giderek biraz olsun dinlenmek istiyorum.

İstanbul’dan THY ile Özbekistan’a uçmanın bu kadar zor olabileceğini hiç düşünmemiştim. Önce kapıya doğru yürürken bir Özbek genci Taşkent’e gidip gitmediğimi ve uçuş kapı numarasını soruyor. Kapı numarası söylediğimde ise elindeki fazla bavulunu, benim uçağa kadar götürüp götüremeyeceğimi soruyor. Kendisini kibarca reddediyorum ve ısrarını görmezden geliyorum. Bekleme salonuna geçerek etraftaki kalabalığı seyrediyor, olan biteni anlamaya çalışıyorum Aynı genç ve bunun gibi pek çok kişi, gelen yolculardan aynı talepte bulunuyor. Bekleme salonunda adeta trajikomik bir film çevriliyor. Ortalıkta terazi ile dolaşan yer hizmetlileri, bavullarını oraya buraya emanet etmeye çalışan insanlar, bilet kontrol görevlisi ile kavga edenler, fazla bavul ücreti üzerinden pazarlık yapmaya çalışanlar. Uçak saati gelmesine rağmen bir türlü uçağa alınmıyoruz. Kapının önündeki karmaşa giderek artıyor. Nihayet gecikmeli de olsa uçağa biniyoruz. Ancak bu defa da 45 dakikadan fazla uçak içinde bekletiliyoruz. Ne olduğunu sorduğumda ise uçağa binen bir yolcunun, seyahatinden vazgeçmesi sebebiyle bagajının uçaktan indirilmesinin beklendiği söyleniyor. Bu kişi sanırım kapıda bagaj ücreti yüzünden görevlilerle tartışan bayan yolcu. Ekstra bavul için 150 dolardan fazla ücret ödemesi istenen kadın, sanırım sonunda hesap yaptı ve aldıklarının 150 dolar etmediğini akıl ederek yolculuktan vazgeçti diye düşünüyorum. 7 sıralı Airbus tipi uçakta herkes kafasına göre koltuğunu değiştiriyor. Üç koltuklu sıralara binenler ise anında adeta evlerindeki yataklarına uzanmışçasına yastık ve battaniyeleri kapmışlar. Hosteslerin ikazına rağmen insanlar koltuk kapmaca oynuyorlar. En son anons yapılıyor ve herkesin yerine oturması isteniyor. Uçak tam kalkışa geçecek ki, bir yolcu gayet umursamaz bir tavırla ayağa kalkarak baş üstü bagaj bölmesinden bavulunu almaya çalışıyor. Hayretler içinde ağzım bir karış açık şekilde seyahatim başlıyor ve uçak kalkar kalmaz yorgunluktan kendimden geçiyorum. Sabah saat 06:30’da sağ salim Taşkent İslam Kerimov Havaalanına iniyoruz. Hiç böyle bir uçak yolculuğu yapmadığım için, bu yolculuk anılarım arasına bu şekilde katılıyor.


6 Haziran 2018 Çarşamba günü saat 06:30 ve hava neredeyse 30 C. İş için geldiğim Özbekistan’da görevim yarın başlayacağı için bu gün olabildiğince Taşkent’i gezmeye ayırmak istiyorum.

Özbekistan’ın başkenti Taşkent, yaklaşık üç milyonluk nüfusuyla Orta Asya’nın en büyük şehirlerinden biri. Taşkent tarihi 2200 yıl öncesine kadar uzanıyor. SSCB döneminde Moskova, St. Petersburg ve Kiev'den sonra dördüncü büyük şehir olarak, geniş cadde ve meydanları, büyük park ve bahçeleri, düzenli yerleşim alanları ve altyapısı ile şehir planlamacılığının en önemli örneklerinden biri olarak kabul edilmiş. Ancak 1966 yılında gerçekleşen depremde neredeyse tamamen yıkılıp, daha sonra yeniden inşa edilmesine rağmen eski ve yeni mimari tarzı bir arada güzel bir şekilde sentezlenmiş.

Otele giriş saatim öğleden sonra olduğu için bugün 50 dolar ücret karşılığında bir araç kiraladım. Havaalanının çıkışında bana gün boyu eşlik edecek olan İlham bey ile kolayca buluşuyorum. Kendisi 1992 yılında Türkiye’de Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olmuş. Dolayısıyla kendisiyle kolayca anlaşıyoruz. Havaalanından şehir merkezine doğru yola çıktığımızda çok geniş caddelerin yer aldığı şehrin pek çok yerinde devasa çınar ağaçları ve büyük parklar ilk dikkatimi çekenler arasında yer alıyor. Ancak şehirdeki binalar abartılı şekilde büyük olmalarına rağmen oldukça sade bir mimariye sahip.

İlham bey ilk olarak kahvaltı yapıp yapmadığımı soruyor. Bende önce döviz bozdurmam gerektiğini söylüyorum. Serbest piyasada döviz bozdurmak zor olduğu için beni bir otelin içindeki Ziraat Bankası Şubesine götürüyor. Burada 150 dolar karşılığında 1.182.000 SOM alıyorum. Para sayılacak gibi değil, ömrümde bu kadar parayı bir arada görmedim desem sanırım yalan olmaz. Aklım hepten karışıyor. Pratiklik açısından 1 Dolar’ın yaklaşık 8000 SOM (7880) olduğunu aklıma yerleştirmeye çalışıyorum. Genelde yurt dışında harcamalarımı kolaylık açısından hep kredi kartı ile yapmama rağmen, Özbekistan’da kredi kartı kullanma olasılığımın çok düşük olduğunu gelmeden öğrenmiştim. Bu yüzden neredeyse bir bavul dolusu parayı sağlam bir yere yerleştirmeye çalışıyorum. 

Para işimizi hallettikten sonra kahvaltı için beni Ahıska Türklerinin işlettiği “Yeşil Kafe” isimli bahçe içinde ufak bir kafeye götürüyor. Menüye baktığımda yine sürpriz ile karşılaşıyorum. Yaprak sarma, sigara böreği, menemen dâhil olmak üzere pek çok tanıdık lezzet bir arada. Güzel bir kahvaltı ve çayın üstüne artık kendime geliyorum ve gezi rotamız üzere plan yapıyoruz.

Hazreti İmam Meydanı
İlk durağımız Taşkent’in tarihi kesiminde, şehrin kutsal kalbi olarak adlandırılan Hazreti İmam (Hast İmam) meydanı. Bu meydanda, Hazreti İmam Cami, şimdi bir kütüphane görevini üstlenen Tilla Şeyh Cami, Ebubekir Kaffal Şasi Türbesi, Barak Han Medresesi ve İmam El Buhari İslam Enstitüsü yer alıyor.

Hazreti İmam Camisine giriş için turistlerden 10.000 SOM ücret alınıyor. Cami heybetli giriş kapısı, iki yanındaki mavi kubbeleri ile çok güzel bir yapı. Camiyi avlusundan fotoğraflamaya çalışıyorum. Ancak yapılar o kadar heybetli ki yanımda geniş açı objektif getirmediğime pişman oluyorum. 


Meydandaki Tilla Şeyh Camisinin içinde çok güzel bir kütüphane vardır. Buradaki en önemli eser, metal bir sanduka içinde muhafaza edilen ve cam bir bölmede sergilenen Hz. Osman’ın tarafından 7.yy’da yazdırılan Kuran-ı Kerim. Bu Kuran-ı Kerimin dünyadaki en eski ve orijinal kuran olduğu, ilk çoğaltılan 6 mushaftan bir tanesi olduğu söyleniyor. Ceylan derisi üzerine yazılmış kitabın çok geniş sayfaları ve inanılmaz bir kalınlığı var. Hatta Hz. Osman’ın şehit edildiği sırada okuduğu Kuran-ı Kerim olduğu ve üzerindeki kan izinin ona ait olduğu rivayet ediliyor. Timur, bu Kuranı Kerimi, Semerkant’taki Bibi Hanım Camisine hediye etmiş, daha sonra Semerkant'tan Taşkent’e getirilmiş. Daha sonra Ruslar tarafından St. Petersburg'a götürülen Kuran-ı kerim, devrimden sonra Bolşevikler tarafından Taşkent'e geri gönderilmiş. Kütüphanede, bu Kuran dışında pek çok el yazması Kuran-ı Kerim de yer alıyor. Ne yazık ki burada fotoğraf çekilmesine izin verilmiyor.

Meydanın bir diğer tarafında, Taşkent’in simgesel yapılardan birisi olan Barak Han Medresesi var.


15. yüzyılda inşa edilen, 16. yy’da eklemeler yapılan medrese, en son 1955-1963 yılları arasında restore edilmiş. İsmini, Timur’un torunu Barak Han’dan alan medrese, büyük bir avlu etrafında toplanan binalardan oluşuyor. Medresenin cephesi mavi çinilerle bezenmiş. Turkuaz renkli kubbeleri, sarı tuğladan kulesi ile yerel mimariyi çok güzel yansıtıyor. Medrese, Özbek hükümeti tarafından koruma altına alınmış.

 





















Medresenin içinde şu an hediyelik eşya satan ufak dükkânlar bulunuyor. Diğer günler fazla vaktim olmayacağını düşünerek hemen bu dükkânlardan bir ikisini hızlıca geziyorum. Tahta oymacılığı, bakır işlemeciliği, halı ve kilimcilik, yerel kıyafetler, takılar ve tablolar…Pek çok yerel el sanatı örneğini buradan satın almak mümkün.

  
Bense artık klasik hale gelen hem koleksiyonuma katmak hem de yakınlarıma hediye etmek üzere seramikten yapılmış 10 adet magnet almakla yetiniyorum. Bu arada koyun yününden yapılmış Karakalpak giyerek bir de hatıra fotoğrafı çektiriyorum. 



         














Medreseden çıktıktan sonra, hemen yakındaki Özbekistan Müftülüğünün İdari Merkezi binası ile meydanın kuzeyindeki 16. yüzyıldan kalma Ebubekir Muhammed Keffal Şaşi Türbesini, türbenin karşısında eski Namazgâh Camiini görüyoruz. 19. yy’da yapılmış cami, 1971 yılından beri İmam EI-Buhari İslam Enstitüsüne dönüştürülmüş durumda.







Chor Su Pazarı
Şehir merkezinin eski bölümünün merkezinde yer alan “Chor Su”, bizim kullandığımız şekliyle Çarşı, Farsça’da ''dört yol kavşağı'' anlamına geliyormuş. Taşkent’in hem en büyük, hem de eski pazarlarından biri. İpek yolunun Taşkent’ten geçmesi sebebiyle değişik zamanlarda farklı ülkelerden gelen tüccarların buluşma mekânı imiş. Turkuaz renkli büyük geniş kubbesi ile fark edilmemesi mümkün değil. İlginç bir mimarisi var, ışık alabilmesi ve havalandırma için kubbesi açık biçimde, yan cepheleri ise camdan inşa edilmiş. Pazarda her türlü gıda maddesi, bakliyat, baharat, sebze-meyve, giyim, kumaş ve hediyelik eşya bulmak mümkün. Pazarın çevresinde de açık ve kapalı diğer pazar alanları var.


Pazarın giriş katında kasaplar yer alıyor. Burada at eti dahil her türlü et ve et ürününü bulmak mümkün. Rehberim İlham bey, Orta Asya’da Türklerin atlarına, silahlarına ve hanımlarına verdiği önemden bahsederken, Özbeklerin atlarını yemeleri sebebiyle göç edemeyip Orta Asya’da kaldıklarını söyleyince birlikte buna çok gülüyoruz. Ancak etlerin hijyen durumu hakkında pek de olumlu şeyler söylemek mümkün değil. Hava çok sıcak ve her yerde maalesef sinekler uçuşuyor.




İçeriden merdivenle çıkılan ikinci katta, başta siyah ve sarı üzüm, badem olmak üzere kurutulmuş kavun, kuru kayısı ve incir gibi değişik meyve kurularına, kuruyemiş, şeker, çay, baharat vb. ürünlere rastlıyorsunuz. Satıcılar tadım yapmanız için adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Organik olduğu söylenen kuruyemiş çeşitleri, Özbekistan’ın en meşhur ürünleriymiş. Bunun yanı sıra üzerleri renkli çörek otlarıyla süslenmiş Özbekistan’a has ve “Nan” olarak isimlendirilen ekmelerden de bol miktarda görebilirsiniz. 




Renkli ve değişik insan manzaralarına rastladığım pazarda, vaktin nasıl geçtiğini anlayamıyorum…

  
Öğle saatinin yaklaşması ile birlikte hava sıcaklığı neredeyse 40 0C’ye yaklaşıyor. Öğle yemeği için Taşkent’in meşhur Aş Evin’de Özbek pilavı yemeye karar veriyoruz. Et ve pirinçten yapılan Özbek pilavı ülkenin mutfak kültüründe ilk sırada yer alan en lezzetli yemek. Aş Evi pazara oldukça yakın bir mesafede. Yemeğin belli saatlerde çok büyük kazanlarda pişirilmesi sebebiyle yemek saatini kaçırmamak gerekiyor. 

Devasa kazanlarda ve odun ateşi üzerinde pişen Özbek pilavına renk veren maddenin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Kayısı zannettiğim şey, son derece tatlı ve lezzetli havuçmuş. Bunun yanı sıra pilavın içinde soğan, nohut, kuş üzümü var. MÖ 4. yüzyılda, Büyük İskender zamanından bu yana yapılan, her bir aşçının kendi bulduğu bir özelliği ekleyerek zenginleştirdiği ve bu nedenle bir "sanat" diye nitelendiren pilavın pişirimi, bölgeden bölgeye değişiklik gösterse de hepsinin ayrı bir lezzeti, ayrı bir özelliği bulunuyor. Yaklaşık 100 çeşidi olan pilavın tarifinin, ünlü tıp bilgini İbn-i Sina dönemine kadar gittiğinin rivayet edildiği Özbekistan'da, pilav için şarkılar, maniler, atasözleri ve deyimler bulunuyor. Bu arada Özbek pilavı 2016 yılında Özbek hükümetinin girişimiyle UNESCO'nun Somut Olmayan Kültür Mirası Listesi'ne dahil edilmiş. 2017 yılında da, 60 aşçının, 6 saatte, 5 metre çapındaki özel kazanlarla hazırladığı 7360 kg Özbek pilavı, Guinness Rekorlar Kitabı'na girmiş. Hazırlanan bu pilav vatandaşlar ve çocuk esirgeme kurumlarında kalan çocukların da bulunduğu 30 binden fazla kişiye ikram edilmiş. 


Aş Evinde pilavın üstüne bol miktarda dana eti ve arzunuza göre at eti ile bıldırcın yumurtası veya yumurta ilave ediliyor. Servisler lacivert beyaz porselen tabaklar üzerinde, üzüm şırası, salata, cacık, Özbek ekmeği (Nan) ve hazmı kolaylaştırdığı için "Özbek Piyalesi" diye adlandırılan gök-kök çay (yeşil çay) ile geleneksel çay fincanlarında ikram ediliyor.









      
Pilav gerçekten çok lezzetli, bıldırcın yumurtasını içim kaldırmasa da at etini özellikle tatmak istiyorum. Etten çok fazla anlamayan birisi olarak, dana etine göre biraz daha sert olan at etinin çok da farklı ve özel bir lezzet taşıdığını düşünmüyorum. 



Özel günler ile düğün sofralarının en önemli yemeği sayılan Özbek pilavı, eve gelen misafirlere ikram ediliyormuş. Özbekistan'da kadınlar kadar erkekler de bu pilavı pişirmeyi mutlaka bilirmiş. Evlere misafir geldiğinde, pilavı mutlaka evin erkeği yaparmış. Ayrıca Özbekistan’da pilav pişirmek için özel mekanlarda bulunuyormuş. Kalabalık misafirlerin ağırlandığı "çayhane" denilen yerlerde pilavda kullanılacak malzemeler ile birlikte gidiliyormuş. Özbeklerin yaşamında çok önemli bir yer tutan bu gelenekte çayhaneye gidiş adeta bir şölen havasında yaşanıyormuş. Pilavın pişirilmesi, yenmesi ve masa başı sohbetleri gün boyu sürüyormuş.



Bu nefis pilavın verdiği ağırlık ve sıcağın da etkisiyle  gezime bir süre ara vererek serin bir yerlerde dinlenmek ve bir kahve içmek istiyorum. Bu molayı  için en uygun yer ise Aş Evi'ne çok yakın bir mesafede bulunan Taşkent TV kulesi oluyor... 

Taşkent izlenimlerime II. Bölümünde  devam etmek üzere.


Sevgiyle kalın...
Özlem