24 Ağustos 2016 Çarşamba

DÜNYANIN YEDİ HARİKASI

Hayat şartları açısından şimdiki çocuklar bizlere göre oldukça şanslılar diye düşünüyorum. Oynayabilecekleri oyuncaklar ile bilgisayar teknolojisinin inanılmaz fırsatları parmaklarının ucunda. Buna rağmen oldukça bireysel yetişen çocuklar, son derece asosyal bir yaşam sürdürüyorlar diye de bir yandan üzülüyorum.

Benim çocukluğum ise özellikle yaz aylarında arkadaşlarımla birlikte sokaklarda kendi icadımız olan oyuncaklarla oynamakla geçti. Evde iken en güzel oyunlarımızdan birisini ise ağabeyimle birlikte geliştirmiştik. Masanın veya halının üstüne yatarak önümüze açtığımız dünya atlasından ülkeleri ve bayrakları bulmaya çalışırdık. Bir diğer merakımızda Dünyanın Yedi Harikasını incelemekti. Sanırım gezme ve araştırma tutkumun tohumları o dönemde atılmış. Aynı oyunun çok çok gelişmiş tarzını oğlu ile de oynayan abim ve dokuz yaşındaki yeğenimin Google Earth üzerinde “Halacığım gel seninle piramitleri üç boyutlu gezelim” dediği andaki yüz ifademi ve şaşkınlığımı tahmin edemezsiniz :) :) Dünyanın Yedi Harikası konusundaki yazımın ana fikri de buradan çıktı… :)

Dünyanın Yedi Harikası, insanoğlu tarafından inşa edilen olağanüstü antik yapı ve yapıtlar. İlk olarak MÖ 5. yy.’da tarihçi Herodot tarafından ortaya atılan bu kavram, MÖ 4. yy.’da Sidon'lu Antipatros’in "Dünya'nın Yedi Harikası Üzerine" isimli eserinde ele alınmış ve günümüzde geçerli kabul edilen liste, MÖ 2. yy.’da son şeklini almış. Bu listeye göre belirlenen “Dünyanın Yedi Harikası” şöyle:
  1. Keops Piramidi
  2. Babil'in Asma Bahçeleri
  3. Zeus Heykeli
  4. Rodos Heykeli
  5.  İskenderiye Feneri
  6. Kral Mausollos'un Mezarı (Halikarnas Mozolesi)
  7. Artemis Tapınağı
Günümüze kadar yangın veya doğal afetler sonucunda yok olan Dünyanın Yedi Harikasından günümüzde sadece Keops Piramidi ayakta kalabilmiş. 2007 yılında ise İsviçre’de "New7Wonders Vakfı" tarafından Dünyanın yeni yedi harikasını belirlemek üzere bir yarışma başlatılmış. Finale kalan 21 eser, 6 yıl boyunca cep telefonu ve internet sitesi üzerinden dünyanın dört bir yanında oylamaya açılarak “Dünyanın Yeni Yedi Harikası” seçilmiş. Seçilenler, oylamanın son günü olan 07.07.2007 tarihinde Portekiz'in başkenti Lizbon'da ilan edilmiş. Buna göre “Dünyanın Yeni Yedi Harikası” şöyle:
  1. Ürdün'deki Petra Antik Kenti
  2. Çin Seddi
  3. Brezilya'daki Kurtarıcı İsa Heykeli
  4.  Peru'daki Machu Picchu Antik Kenti
  5. Meksika'daki Chichen Itza Piramidi
  6. İtalya'nın Roma kentindeki Kolezyum
  7. Hindistan'daki Tac Mahal anıt mezarı.
Vee gelelim benim Özlem'ce gezdiğim, gördüğüm ve yorumladığım Dünya Harikalarına :)

1. ÇİN SEDDİ
Çok soğuk bir kış gününde, 23 Aralık 2007 tarihinde gezdiğim Çin Seddi, Çin'in kuzeybatısı boyunca uzanan 8851.8 km’lik Dünyanın en uzun savunma duvarı. Bugün 2.500 km’lik bölümü ayakta kalan duvar, Dünyanın Yedi Harikasından biri olmasının yanı sıra 1986 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine de alınmış.

Çin Seddinin kalıntıları Sarı Denizde Po Hay körfezi kıyısından başlayarak, Pekin'in kuzeyinden batıya yöneliyor, Huang-Ho nehrinden ikiye bölünerek güneybatıya doğru uzanıyor ve Gobi Çölü'nün güneyinden batıya devam ediyor.

Çİn Seddi
Pekin şehir merkezinden araba ile yaklaşık bir saat süren, Pekin’e en yakın nokta olan Badaling’de seddi gezmeniz mümkün. Hava durumuna ve performansınıza göre sayısız basamaklarla çıkılan seddine yürüyerek çıkmak da mümkün ama oldukça zorlayıcı bir rota. Seddin bulunduğu bölgeye girebilmek için bir ücret ödedikten sonra teleferiğe binmek için de tekrar ücret ödemeniz gerekiyor. Aralık ayında adeta yüzümü kesen rüzgar karşısında teleferiği tercih ediyorum. Hatta teleferikten inince çarşı pazarda çok çok ucuza alınan yün bereyi yaklaşık 5 misli fazla para ödeyerek hemen alıyorum.

Çin Seddinde
Çin Seddinin inşaatına M. Ö. 221 ile M.S. 608 yılları arasında başlanmış. Seddin temeli 20'den fazla krallık tarafından atılmış. Qin Shi Huang, M.Ö. 221 yılından önceki krallıkların yaptırdığı duvarları birleştirerek uzatmış. M.Ö.3. yy’dan M.S. 17. yy.’a kadar Çinliler seddi uzatmaya devam etmişler. Seddi onaran ve savunma amaçlı kullanan son hanedan ise 1368-1644 yılları arasında Ming Hanedanı olmuş.

Bu devasa duvarların inşa amacı konusunda tarihçiler farklı görüşleri savunuyorlar. Bazılarına göre ülke sınırlarını Moğol ve Türk boylarının saldırısına karşı savunmak, bazılarına göre uzun savaşlar sonunda yıkılan beyliklerin esir düşen yöneticilerini sürgüne yollamak ve ağır işler yaptırarak cezalandırmak, kimisine göre ülkeden kaçışları önlemek, bazılarına göre ise ülkenin tek yönetim altında birleştiğini içeriye ve dışarıya göstermek.

Çin Seddinde
Çin Seddinin kalınlık ve yüksekliği bölümlere göre değişiyor. Sanılanın aksine tamamı tuğladan inşa edilmemiş duvarların zayıf olan bölümlerin amacı, saldırılardan korumaktan ziyade düşmanı yavaşlatmak. Çin Seddi duvarların yüksekliği genellikle 4-6 m, taban kalınlığı ise 7 m. Geniş olan bölümlerin üzerinden atlar ve arabalar gidebiliyormuş. Kalın duvarlar boyunca siperlik ve okçu delikleri var. 200 m’de bir gözetleme kulesi veya kale, 9 km’de bir ise fener kulesi bulunuyor. Duvar üzerinde yer yer saray ve tapınaklara da rastlamak mümkün. Bazı yerlerde setler, kademeli savunmaya imkan verecek şekilde birkaç sıra halinde yapılmış.

Seddin gözetleme kulesi bölümünde yer alan satıcılardan Çin Seddini gezdiğinize dair üzerine adınızın yazıldığı ufak bir plaket hazırlatmanız veya fotoğrafınızı çektirerek güzel bir anahtarlık yaptırmanız mümkün…

Çin Seddinde Plaketimle

2. KEOPS PİRAMİDİ
Mısır’ın başkenti Kahire'nin Gize bölgesinde yer alan, Khufu ya da Büyük Piramit olarak da adlandırılan Keops Piramidini 29 Aralık 2009 tarihinde ziyaret ediyorum. Piramit, Gize’yi çevreleyen antik kentte bulunan üç piramitten (Keops, Kefren, Mikerinos) en eski ve büyük olanı. MÖ 2551-2560 yılları civarında yapıldığı tahmin edilen bu anıtsal eser Dünyanın ilk belirlenen Yedi Harikasından ayakta kalan tek anıtsal eser.

Mısır, Keops Piramidinde
Mısır’ın eski imparatorluk döneminden kaldığı sanılan bu taş eser, doğa koşullarının yıpratıcı etkilerine rağmen binlerce yıl varlığını devam ettirmiş. Piramitlerin gizemi henüz tam olarak anlaşılmış değil.

Mısır, Keops Piramidi ve Sfenks
 Keops piramidinin Mısır firavunu Khufu adına bir mezar olarak inşa edildiğine inanılmakta. Yapımının yaklaşık yirmi yıl sürdüğü tahmin edilen piramit 20. yy. başlarına kadar yani 3800 yıl boyunca hacmi ve kütlesi bakımından Dünya’daki en büyük insan yapımı eseri olarak kabul edilmiş. Keopsun yapımı veya inşa tekniği hakkında çok çeşitli varsayımlar bulunmakta. Bunlardan birine göre yapılan spiral bir rampadan çıkarılan taş bloklar üst üste konulmuş. Çamurla kaplanan ve sulanan rampalardan taş bloklar itilerek kaydırılmış. Bir başka varsayıma göre ise taş bloklar dev manivelalar ile kaldırılmış.

Büyük Piramidin içinde üç adet oda tespit edilmiş. Yapının en altındaki oda, piramidin üzerine inşa edildiği temel kayasının oyulmasıyla oluşturulmuş bitmemiş durumdaki bir oda. Daha sonra “kral odası” ve “kraliçe odası” adları verilen odalar ise piramidal yapının üst kısmında yer alan odalar. Büyük piramit aslında, iki tapınaktan, bu iki tapınağı birbirlerine bağlayan bir yoldan, piramit çevresindeki mastaba adı verilen çeşitli küçük mezarlardan ve piramitlerden oluşan bir yapılar kompleksinin bir parçası.

Piramitlerin yapıldığı dönemi düşünecek olursak oldukça bakir bir ortamda bulunduğunu düşündüğüm piramitler, şu an Gize’ye oldukça yakın bir bölgede çevresi çarpık yapılaşma ile dolmuş durumda. Günün belli saatlerinde açık olan piramidin içine girmek için ücret ödemeniz gerekiyor. Dışarıda çok sıcak bir hava hâkimken içerde oldukça serin bir hava ile karşılaşıyorsunuz. Odalara inmek için dar, dik ve kaygan taş merdivenleri dikkatlice inmeniz gerekiyor. Piramitlerin önünde yer alan seyyar satıcılardan ise çok sıkı bir pazarlık ile camdan veya bakır kaplamadan yapılmış piramit bibloları almanız ve deve üstünde fonda piramitlerin yer aldığı hatıra fotoğrafı çektirmeniz mümkün…

Mısır gezime ait ayrıntılı bilgiye http://ozlemcegeziyorum.blogspot.com.tr/2015/12/kazan-kepce-ailesi-msrda.html adresindeki yazımdan ulaşabilirsiniz. 

3. PETRA ANTİK KENTİ
26 Mayıs 2010 tarihinde Ürdün’ün başkenti Amman’a 250 km uzaklıkta bulunan Petra Antik kentine araba ile sabah çok erken saatte yola çıkarak, yaklaşık 4 saatte ulaşıyorum. Dönüş yolunu da hesaba katarak bu eşsiz antik şehri olabildiğince gezmeye çalışıyorum. Çünkü antik kent yaklaşık 100 km2 alana yayılmış durumda ve giriş kapısı saat 17:00’de ziyarete kapatılıyor.

Ürdün'ün Lut Gölü ile Akabe Körfezi arasında yer alan şehir MÖ 400 ile MS 106 yılları arasında göçebe bir toplum olan ve baharat, mırra vb. gibi çeşitli kokulu otların ticaretini yapan Nabatiler’e başkentlik yapmış. Şehir, tek girişi olması ve güvenilir bir yer olması sebebiyle Roma İmparatorluğu tarafından M.Ö 60 yılında işgal edilene kadar başkentliğini sürdürmüş. Zaman içinde yaşanan deprem ve çeşitli ekonomik sıkıntılardan dolayı gözden düşen kent Haçlılar tarafından da 12. yy’da işgal edilmiş ve sonrasında Haçlıların şehri terk etmesiyle zaman içinde unutulmuş. 19. yy.’a kadar yerli halk ve Bedeviler tarafından bilinen ve ziyaret edilen bir yer olmuş. 1812 yılında İsviçreli gezgin Johann Burckhardt tarafından kent tekrar bulunmuş ve bu yüzden “Kayıp Şehir” olarak adlandırılıyor. Kent, 6 Aralık 1985 tarihinde UNESCO tarafından Dünya Kültürel Mirası listesine alınmış.

Petra kentinin ilk yapım amacı tarihçiler tarafından henüz bulunamamış. Ancak yapılan araştırmalar sonucunda Petra'daki El-Khazneh'nin (El-Hazne) altında gizli gömülü bir hazine bölümü olduğu ve burada kral mezarları olduğu tespit edilmiş.

Petra antik şehri kapısından giriş biletiniz aldıktan sonra kentinin simgesi kabul edilen El Hazne’ye ulaşmak için yer yer taşlı yollardan oluşan yaklaşık 1 km’lik “Siq” denilen dar geçitleri geçmeniz gerekiyor. Bir zamanlar akarsu yatağı olan bu geçitte patikanın iki yanındaki blok kayaların yüksekliği 100 m’yi buluyor ve bazı yerlerde patikanın genişliği 3 m’ye kadar düşüyor. Bu mesafeyi ücreti karşılığında at arabaları veya katır sırtında gidebilmeniz de mümkün.

Ürdün-Petra Antik Kerntinde
Geçitte ilerlerken zaman zaman gökyüzünü görmekte zorlanıyorsunuz ve tam artık bu yolda yürümekten sıkılmaya başladığınızda bir anda karşınızda dar bir yarığın arasından güneşte tüm ihtişamıyla gül rengiyle parlayan El Khazineh çıkıyor.

Ürdün-Petra Antik Kerntinde
Ürdün-Petra Antik Kerntinde



















42 m yükseklik ve 30 m genişliğindeki kayaya oyulmuş El-Khazineh nin önünde kendinizi küçücük hissediyorsunuz. El-Khazine’in önündeki meydanda yoğun bir kalabalık var. Hediyelik eşya satanlar, deve sürücüleri ve dünyanın birçok yerinden gelmiş turistlerle dolu oldukça renkli bir mekan.

Petra antik kentinde kum taşından oluşan kaya bloklarına oyulmuş, tapınaklar, amfi tiyatro, kaya mezarları ve rölyefler bulunmakta. Çok ilginç bir jeolojisi bulunan dar vadilerin duvarlarında güneşin durumuna göre inanılmaz turuncu renkte bir yelpaze oluşuyor. Ve bu oluşumlar o kadar ilgi çekmiş ki Petra’da Indiana Jones: Son Macera, Mumya Geri Dönüyor, Çölde Tutku, Ölümcül Dövüş, Simbad ve Kaplanın Gözü vb. pek çok film ünlü film ile televizyon dizileri çekilmiş.

Yola devam ediyor ve Roma döneminden kalma 4000 kişilik amfi tiyatro kalıntılarına ulaşıyorum. Tiyatroda oturma yerleri 25 sıra halinde kuzey ve güneye bakacak şekilde yerleştirilmiş. Tiyatronun yanı ve karşısındaki sayıları 500’e ulaşan kaya mezarlarını var.

Ürdün-Petra Antik Kerntinde Amfi Tiyatro ve Kaya Mezarları
Yürüdüğüm yol restoran ve çay bahçelerinin olduğu bir mekanla sona eriyor. Burada da eşekler ve katırlar bekliyor. Yaklaşık 850 basamakla çıkılan Ad-Deir Manastırı’nı da buradan çıkılıyor. Ancak eşeklerin daracık ve bir yanı uçurum olan vadiden yukarı çıkarken ki görüntüsü beni oldukça ürkütüyor ve yürüyerek çıkmaya karar veriyorum. Yolun yarısında neredeyse vaz geçmek üzereyim. Hava 40 dereceden fazla ve sıcak ısınan kayalar adeta ateş saçıyor. Beni yukarıda ne beklediğini kestiremiyorum ama vazgeçmiyorum. Nasıl çıktığımı sorsanız hala bilemiyorum ama sonunda Ad-Deir Manastırına ulaşıyorum.

Ürdün-Petra Antik Kernti Ad-Deir Manastırı
Bu yolun bir de inişi var diyerek biraz dinlendikten sonra geri dönüşe başlıyorum ve neredeyse antik şehrin kapısı tam kapanmak üzereyken çıkışa ulaşıyorum. Kapadokya ve Efes karışımı gibi hissettiğim bu antik kenti bir günde gezebilmek imkânsız. Ama Dünyanın Yedi Harikasından birinin daha tadını doyasıya yaşamış olmanın mutluluğunu iliklerime kadar hissediyorum.

4. KOLEZYUM 
Gemi ile Batı Akdeniz turum sırasında 21 Mayıs 2010 tarihinde İtalya'nın başkenti Roma'da Kolezyum’u ziyaret etme fırsatı yakalıyorum. Flavianus Amfi Tiyatro olarak da bilinen bu arenanın, usta bir komutan olan Vespasianus tarafından MS. 72 yılında yapımına başlanmış ve MS 80 yılında Titus döneminde tamamlanmış. Daha sonraki değişiklikler Domitian hükümdarlığı zamanında yapılmış. Asıl adı Arena iken, sonradan giriş bölümünde yer alan heykelin ismi bu arenaya verilmiş.

İtalya-Roma Kolezyumda
İmparatorlar Roma halkını ve birazda kendi eğlenceleri için gladyatör dövüşlerini burada düzenlermiş. Bunun dışında pek çok halk gösterileri, taklit deniz savaşları, hayvan avcılığı, infazlar, meşhur savaşların yeniden canlandırılması, klasik mitolojiye dayanan dramalar yapılırmış. Kolezyum daha sonraları barınma yeri, dükkân, dini kışlalar, taş ocağı, Hıristiyan türbesi olarak çeşitli amaçlarla kullanılmış. Günümüzde depremden dolayı harap vaziyette olmasına ve taşlarının çalınmasına rağmen Roma İmparatorluğu'nun ikonik sembolü olarak kabul edilmiş. Kolezyum'un resmi de İtalya'da basılan 5 sent/Euro bozuk parasının arkasına basılmış durumda. .Ayrıca Roma Katolik Kilisesi ile yakın bağlantıya sahip. Paskalya öncesi Cuma günü Papa amfi tiyatroda fener alayı düzenlenmekte.

Bugün modern Roma'nın en çok turist çeken yerlerinden birisi olan Kollezyuma girebilmek için neredeyse yüzlerce metreye uzayan kuyruğa girip bilet almanız gerekiyor. Bu sebeple sabah erken saatlerde ziyaret etmek gerekli. Benim bu kadar vaktim olmadığı için maalesef içini yakından göremiyor, etrafını çeviren demir parmaklıkların arasından bakmakla yetiniyorum. Kolezyumun önü ise adata şölen yeri gibi. Gladyatör kılığına girmiş sokak sanatçıları ile vereceğiniz ufak bir ücret karşılığında çok eğlenceli pozlarda fotoğraf çektirmeniz mümkün.

Kolezyum hemen önünde, M.S 4.yy’da yapılmış ve heybetli bir şekilde duran, 1990’lı yıllarda restore edilmiş Konstantin Tak’ı (Arch of Constantine) önünde bir fotoğraf çektirmeyi de unutmayın derim.


İtalya-Roma Konstantin Takında
5. RODOS HEYKELİ
5 Ekim 2014 tarihinde Rodos’a yaptığım gezim sırasında bir zamanlar Rodos limanında yer alan Rodos heykelinin bulunduğu yere gittim. Antik Çağ'da Rodos limanının girişinde bulunan, Yunan Güneş Tanrısı Helios'un heykeli, Antik Dünyanın Yedi Harikasından biri olarak kabul edilmiş.

M.Ö. 305'te Büyük İskender’in ardılları olan Makedonyalı Antigonitler Rodos adasına saldırmışlar ve kuşatma 1 yıl sürmüştür. M.Ö. 304'te barışın sağlanmasıyla Rodoslular, tanrılara şükranlarını sunmak için bir heykel yaptırmak istemişler. Heykeltıraş Lindoslu Khares’in tunçtan yaptığı heykel 32 metre yüksekliğindeymiş ve yapımı 12 yıl sürmüş, M.Ö. 282 yılında tamamlanmış. 

Rodos Limanı
Rivayete göre liman girişinde adete köprü gibi duran heykelin bacaklarının arasından gemiler geçiyormuş. Ancak o zamanların yapım teknikleri ve malzemeleriyle böyle bir heykelin yapılmasının mümkün olmadığı düşünülmekte. Heykel M.Ö. 225 yılında bir depremde yıkılmış, birkaç asır yatık halde kalmış. MS 654 yılında Sarazenler adayı yağmalayıp heykelin kalıntılarını satana kadar, yıkık kalıntılar hala adadaymış.

Şu an Rodos limanında heykelin ayaklarının olduğu yerde bir çift geyik sembolik olarak yer almakta. 


Temsili Rodos Heykeli Yeri
Temsili Rodos Heykeli Yeri


Temsili Rodos Heykeli Yerinde
Heykelin yıkılmasından 2200 yıl sonra Antik Dünyanın Yedi Harikasından biri olan heykelin yeniden yapılmasını gündemde. Dünya çapında toplanacak bağışlar ile heykelin yeniden inşa edilmesi için bir düşünülüyor. Proje hayata geçirilebilirse 150 metre boya sahip olacak heykelin içinde bir müze, kültür merkezi, kütüphane ve bir restoran yer alması öngörülüyor.

6. TAC MAHAL
30 Ekim 2015 tarihinde Hindistan’a yaptığım gezim sırasında inanılmaz Tac Mahal’i doyasıya gezme şansı yakalıyorum. Agra’da, Ganj Nehrini besleyen en büyük kol olan Yamuna Nehri kıyısında inşa edilen Taç Mahal’in 5. Cihangir (Şah Cihan) tarafından eşinin (Şah Banu-Mümtaz Mahal-Ercüment Banu Begüm) 14. çocuklarını doğururken ölümü üzerine tuttuğu 2 yıllık yas sırasında inşa edilmiş. 

Hindistan-Agra Forttan Tac Mahal Manzarası
Şah Cihan’ın devlet işlerine ilgisini kaybetmesi ve teselliyi sanat ve mimaride bulmasıyla sonuçlanan bu anıt mezarın doğu, batı ve güneyde olmak üzere 3 adet giriş kapısı bulunmakta. Eşinin ölümünün ertesi yılı 1632'de temeli atılan Tac Mahal’in inşası 20 yıl sürmüş ve 1652 yılında tamamlanmış. İnşaatında 20.000 kişinin çalıştığı söylenen Tac Mahal’in inşasında Dünyanın en iyi kalitede olan “Makraba” mermeri kullanılmış ve mermerler Agra’ya 360 km uzaklıktaki Jaipur (Racistan)’dan getirtilmiş. Işığı geçiren ve çizilmeyen özellikteki mermerler sayesinde Taç Mahal günde üç defa renk değiştirmekte. Sabah altın, öğlen beyaz ve akşam ise pembe renge bürünmekte.

Hindistan-Agra Tac Mahalde

Dikdörtgen bir avluda yer alan Tac Mahal’in dört cephesinin ortasında 33 m yükseklikte taç kapılarıyla 75 m yükseklikte bir kubbe yer alıyor. Kubbe çok güzel bir akustiğe sahip. Şah Cihan ve Şah Banu’nun sandukaları bu kubbenin altında yer alıyor ancak asıl lahitler en alt katta bulunmakta. Tac Mahal’in duvar süslemelerinde ise Dünyanın değişik bölgelerinden getirtilen 28 milyon değerli ve yarı değerli taş. Bir efsaneye göre Tac Mahal’in yapımı tamamlandıktan sonra, inşaatta çalışan işçilerin kolları aynı yapıttan bir tane daha yapılmaması için kesilmiş. Ayrıca kubbeyi desteklemek için yapılan iskele, kubbeden daha fazla masraf ve işgücü gerektirmiş. İnşaatın bitimine yakın Şah Cihan'a iskeleyi sökmenin 5 yıl alacağı bilgisi verilmesi üzerine Şah Cihan, herkesin söktüğü tuğlanın kendisine kalacağı şeklinde bir emir yayınlan ve iskele bir gecede sökülmüş.

Hindistan-Agra Tac Mahalde

Taç Mahal’e girerken ayakkabılarınızın üzerine orada dağıtılan galoşları giymeniz gerekiyor. İçerisinde fotoğraf çekimine izin verilmiyor ve giriş ücretli. Dünyada aşk için dikilmiş en büyük ve en güzel anıt olarak kabul ediliyor. Romantik görünüşü ile herkesi büyüleyen, Doğulu ve Batılı birçok ünlü yazar ve şaire ilham kaynağı olan Tac Mahal’in mehtaplı gecelerde aydan bile daha parlak görüldüğü söyleniyor. 

Tac Mahil 1983 yılında UNESCO'nun Dünya Miras Listesine alınmış ve bugün Hindistan'ın en fazla turist çeken bölgesi. Ancak çevresinde oluşan çarpık yapılaşma, bu tarihi yapıtın geleceğini tehdit eder boyutta. Agra’da birçok noktasından açıkça görülebilen Tac Mahal, Türk-İslam Mimarisinin en önemli yapıtları arasında yer alıyor.

Hindistan gezime ait ayrıntılı bilgiye http://ozlemcegeziyorum.blogspot.com.tr/2015/11/ozlemce-gezi-yorum-hindistan-2-bolum.html adresindeki yazımdan ulaşabilirsiniz. 

Kıssadan hisseeeee :) :) Dünyanın Yedi Harikası ile ilgili olarak kalan eksiklerimi tamamlayabilmek için en kısa zamanda Brezilya, Peru ve Meksika’yı kapsayan bir Güney Amerika turuna çıkmam şart oldu. Yani daha yapacak çok işim ve yazacak çok anım olacak….

Özlem ŞENOL
17.08.2016


15 Ağustos 2016 Pazartesi

NEPAL GÜNCESİ II. BÖLÜM (Dünya'nın Çatısı "Himalayalar")


08-21 Ekim 2013 tarihleri arasında Nepal seyahatim sırasında, 18 Ekim 2013 tarihinde Pokara'da Sarangot köyünde “Dünyanın Çatısı-Himalayalar" hakkındaki izlenimlerimi ve yaşadığım heyecanı sizlere aktarmak istiyorum…

Sabahın çok erken bir saatinde 04:30’da kalkarak Pokara’nın 25 km kuzeyinde yer alan Sarangot köyüne doğru yola çıkıyoruz.Amacımız Himalayaların bir parçası olan Annapurna sıradağlarında şimdiye kadar hiç tırmanılamayan 6993 m’lik Machapuchare Zirvesini görmek. Bu arada Dünyanın en yüksek dağı olan 8848 m'lik Everest dağı da Çin-Nepal sınırında Himalayalar'da yer alıyor.

Gruptan bazı arkadaşlarımız sabah bu kadar erken bir saate kalkmak istemedikleri için bizimle gelmiyorlar. Hava henüz karanlık ve yaklaşık yarım saat süren yolculuğumuzun sonunda köye ulaşıyoruz. Köye girişte Köy Kalkınma Komitesi tarafından giriş ücreti olarak kişi başı 30 RS ücret ödeniyor. Bu paralar ile köyün her çeşit alt yapı ihtiyacı gideriliyor. Köyde park edilen araçlardan köyün sabahın bu saatinde oldukça kalabalık olduğunu anlıyoruz. 

Köydeki binaların teras katları seyir noktası haline getirilmiş. Burada beklerken sıcak içeceklerle içimizi ısıtıyoruz. İnsanların elinde dürbün ve objektifler, heyecan içinde bekliyorlar.

Sarangot Köyü
Gün ışımaya başlıyor ancak gökyüzü hala oldukça bulutlu. Machapuchare Zirvesini görebileceğimiz hakkında umudum da azalmaya başlıyor.

Sarangot Köyünde Gün Doğumu

Beklemeye devam ediyoruz. Çift zirvesi bulunan dağ Fishtail (balık kuyruğu) olarak da adlandırılıyor. Dağa kuzey sırtı üzerinden 1957 yılında bir İngiliz ekip çıkmaya çalışmış. Ancak 6947 m’ye kadar çıkabilmişler ve gerçek zirveye ayak basamamışlar. Dağ o tarihten bu yana kutsal ilan edilerek tırmanışa kapatılmış.

Beklememiz uzadıkça bulutlarda yavaş yavaş azalmaya başlıyor. Bulunduğumuz yerden dün ziyaret ettiğimiz Dünya Barış Tapınağını, Fewa Gölünü ve Pokara’yı görmeye başlıyoruz.

Sarangot Köyünden Dünya Barış Tapınağı Manzarası
Veeee bir anda bir alkış sesi ile birlikte çığlıklar yükselmeye başlıyor. Kalabalık içinde heyecanla koşturup duruyorum, bulabildiğim en yüksek noktadan Machapuchare Zirvesini bulutların arasından izlemeye başlıyorum. Zirve kendisini tüm ihtişamıyla bir anda gösteriyor.

Machapuchare Zirvesi
Daha sonra da Annapurna Himalayalarının 6000-8000 m arasında karlarla kaplı zirveleri tüm çıplaklığıyla gözümüzün önüne seriliyor. Annapurna Güney 7219 m, Annapurna I ise 8091 m. Bu manzaraya içimize sindirerek seyretmeye doyamıyoruz. Boşuna “Dünya’nın Çatısı” demiyorlarmış :) :) 

Annapurna Sıradağları

Bizler bu kadar uzaktan zirveyi görmeye çalışırken yaşadığımız heyecan ile dağcıların zirve keyiflerini anlamaya çalışıyorum. Katmandu’ya döndüğümüzde uçakla yapılan Himalaya turuna katılmayı büyük bir hevesle arzuluyorum. İnsan ömrü boyunca böyle bir deneyimi kaç kez yaşayabilir ki :)

Annapurna Sıradağları  

Ama bazı insanlar oldukça şanslı :) Bu manzarayı defalarca izleyip tadını doyasıya çıkarmışlar. Bir başka Nepal seyahatinde Machapuchare Zirvesini bu şekilde görüntüleyen grup liderimiz Osman Bülent DEMİRAĞ hocama bu fotoğrafını yazımda kullanmama izin verdiği için çok teşekkür ediyorum. 

Annapurna @ Osman Bülent DEMİRAĞ

Çekimlerimizi büyük bir keyifle tamamladıktan sonra sabah kahvaltısı yapmak üzere otelimize geri dönüyoruz. Bu anı ve inanılmaz manzarayı kaçıran arkadaşlarımıza ballandıra ballandıra anlatıyoruz :) :)

Nepal seyahatime ait fotoğraflarımdan oluşan sunumumu https://www.youtube.com/watch?v=fAOyYQVsrc0 adresinden izleyebilirsiniz.

Özlem ŞENOL
15.08.2016

8 Ağustos 2016 Pazartesi

NEPAL GÜNCESİ I. BÖLÜM (Sözün Bittiği Yer "Pashupatinath Tapınağı")

08-21 Ekim 2013 tarihleri arasında Nepal'de Kathmandu, Chitwan ve Pokara'yı kapsayan gezim sırasında, 12 Ekim 2013 tarihinde Kathmandu'da yer alan ve seyahatimin belki de en ilginç bölümünü oluşturan Pashupatinath Tapınağı” hakkında izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum…

Pashupatinath Tapınağı, Katmandu’nun vadisinin 5 km. kuzeydoğusunda, Ganj nehrinin bir kolu olan Bagmati Nehri kıyısında yer alan Hinduların haç merkezi. Dünyadaki sayılı Hindu tapınaklarından birisi olup, en büyük Tanrı Şiva tapınağı kabul ediliyor. UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan tapınak kompleksi 264 hektar alan üzerine kurulu. Bu alanda toplam 518 adet tapınak ve çok sayıda Hindu tanrı ve tanrıçasına figürler ile binlerce Tanrı Şiva heykeli bulunmakta. Ana tapınak, altın çatısı ve büyük gümüş kapılarıyla pagoda mimari stiline göre inşa edilmiş.

Dünyanın her yerinden binlerce ziyaretçi çeken tapınakta ölüler, yakılarak külleri Bagmati nehrine dökülmekte. Tapınakların içine sadece Hinduların girmesine izin veriliyor. Tapınak bölgesine giriş ücreti 1.000 Nepal Rupisi. 
Pashupatinath Tapınağı

Tanrılar tarafından yapıldığına inanılan tapınağın inşa tarihi hakkında pek çok efsane mevcut. Kimleri 15. yy’da Lichhavi Kralı Shupuspa tarafından inşa edildiğini söylerken, kimileri de 11.yy’dan kalma el yazmalarında tapınaktan bahsedildiğini söylüyor.

Tapınak alanına Bagmati nehri kıyısında yer alan kapıdan giriyoruz. Kapının girişinde hediyelik eşya satan dükkanların yanı sıra, Hindu ayinlerinde ve festivallerinde kullanılan yüzlerine özellikle alınlarına sürülen boyaların satıldığı ufak dükkanlar da mevcut.


Pashupatinath Tapınağında
Pashupatinath Tapınağında





Nehir boyunca yürümeye devam ediyoruz ve henüz neyle karşılaşacağımız hakkında da bir fikrim yok. Önce nehirde yıkanan, çocuklarını ve çamaşırlarını yıkayan kadınları görüyorum. Başta bunlar bana gayet normal ve doğal geliyor.
Pashupatinath Tapınağı, Bagmati Nehri
Daha sonra suyun içinde oynadıklarını zannettiğim çocukları görüyorum.
Pashupatinath Tapınağı, Bagmati Nehri
Bu arada karşımıza yüzleri ve gözleri boyalı, kılıkları son derece canlı ve renkli Hindu din adamları yani Sadular çıkıyor. Bu insanların din adamı olduklarına inanmak gerçekten çok güç. Adeta sirkten çıkmış gibi bir görüntüleri var ve eğlenceliler. Ücret karşılığında sizinle hemen fotoğraf çektiriyorlar.
Pashupatinath Tapınağında Sadularla Birlikte
Sadular kendini dünya nimetlerinden çekmiş ya da yoga yapan kişiler olarak tanımlanıyor. Hinduizme göre bu kişiler hayatın ilk üç amacının (karma=eğlence, artha=pratik amaçlar, dharma=görev) peşinden koşmaya boş vermişler. Sadular kendilerini sadece meditasyon yoluyla moksha'ya (özgürlüğe) erişmeye ve tanrıyı düşünmeye adamışlar. Genellikle vazgeçişi sembolize eden okre renk kıyafetleri tercih ediyorlar. Kadın olanlarına sadvi deniyor. Sadular tüm maddi ve cinsel bağlarını bırakarak Hindistan'ının dört bir yanındaki mağara, orman ve tapınaklarda yaşıyorlar. Hindistan'da yaklaşık 4-5 milyon sadu yaşamakta. Karma etkisinin ortadan yok olması için, kendilerine acı çektirmek amacıyla, zor pozisyonlar alarak o şekilde senelerce durabiliyorlar. Toplumu koruduklarına inanıldığından halkın çoğu onlara yiyecek temin ederek destek olmaktalar. Sadular asla sadaka kabul etmiyorlar ancak kendisine sadu görüntüsü vermiş pek çok dilenci bu imajla para kazanıyor. Bu arada sadece Sadular öldükten sonra yakılmıyor, gömülüyorlarmış.

Saduların fotoğrafını çekmek ve onlarla fotoğraf çektirmekle o kadar meşgulüm ki hala karşı kıyıda olan bitenin farkında değilim. Bu arada etrafımız da bir o kadar kalabalık. Daha sonra nehrin üstündeki köprüyü ve koşuşan maymunları görüyorum. Köprüden suda oynaşan çocukların yansımalarını daha iyi çekebileceğimi düşünerek köprüye gidiyorum. İşte o anda ne olduğunu birden kavramaya başlıyorum.

Karşıma çıkan manzara eller üstünde dört kolla taşınan bir ölü. Ölüyü kıyıdaki yakma alanına taşıyorlar. Ölü kefen içinde ancak ayakları ise pembe bir kumaşla bağlanmış, üstü turuncu renkli bir kumaş ile örtülmüş ve onun üstünde ise ipe dizilmiş sıra sıra turuncu çiçekler. Bu renkleri ölüm ile bir arada çağrıştıramıyorsunuz.
Pashupatinath Tapınağında Ölü Yakma Töreni
Sonraki sahne ise ölüyü kıyıda daha önceden hazırlanmış odunların üzerine koyarak yakmak. Alevlerin arasından yakılan kişinin ayağını rahatlıkla seçebiliyorum. Bir kişinin yanması yaklaşık üç saat kadar sürüyormuş. Her yerden dumanlar çıkmasına rağmen ben çok fazla koku almıyorum. 
Pashupatinath Tapınağında Ölü Yakma Töreni
Bir sonraki sahne ise ölünün küllerini suya dökülmesi, ölü yakma yerinin hemen altında yıkanan belki de bir nevi abdest alan bayanlar ve sudaki çocukların küllerin içinden ölen kişiye ait değerli takı, altın diş vb. aramaları. İşte burası “SÖZÜN BİTTİĞİ YER”
Pashupatinath Tapınağı, Bagmati Nehri ve Ölü Yakma Töreni
Bu defa köprünün diğer tarafına bakıyorum. Orada da bir başka ritüel devam ediyor. Ölen kişinin yakınları ölüyü nehir kıyısında nehrin suyu ile kutsuyor, ayaklarına başını ıslatıyorlar. Biraz daha dikkatli bakınca ölenin ufak bir kız çocuğu olduğunu görüyorum. Hinduizm’e göre yakılmadan önceki son vecibeleri yerine getiriliyor. İlginç olan ölünün yakınlardan ağlayan hiçbir insan görmüyorum.
Pashupatinath Tapınağında Ölü Yakma Töreni
Dikkatimi çeken bir diğer nokta da nehrin karşı kıyısında gerçekten kast sistemi göre yani sınıf, statü ve renk esas alınarak nehrin üst bölümlerinde sınıflandırma yapılmış ve ibadetler burada yerine getiriliyor. Bu manzarayı karşı kıyıda daha fazla izleyecek gücü kendime bulamıyorum ve tapınak alanında üst bölgelere doğru giden merdivenlere yöneliyorum. Burada da bir Sadu grubu ile karşılaşıyoruz, içinde bulunduğumuz havadan kurtulmamız lazım. Biraz sohbet arkasından fotoğraf çekimine başlıyoruz. Gerçekten ilginç ve komik insanlar. Turizm elçisi gibi çalışıyorlar, Türkiyeyi de duymuşlar. 
Pashupatinath Tapınağında Sadular
Daha sonra bir flüt sesi fark ediyorum. Merdivenlerin üst bölümünden geliyor. Biraz yaklaşınca Osman Hocanın harika bir porte yakaladığını fark ediyorum. Hemen sessizce yanlarına yanaşıp bu kareden bir fotoğraf da ben alıyorum. Çok inandırıcı bulmasam da, anlatılana göre bu Sadu da ölen kişinin ardından, onun sevdiği parçayı çalıyormuş. 
Pashupatinath Tapınağında Bir Sadu
Daha sonra hepsi de birbirinden ilginç pek çok Sadu'ya rastlıyorum. Bunların hangilerinin gerçek sadu olduğunu anlama kısmı zor iş….


Pashupatinath Tapınağında Bir Sadu



Pashupatinath Tapınağında Bir Sadu
























Pashupatinath Tapınağında Bir Sadu
Pashupatinath Tapınağı, insana yaşamı, ölümü, hayat döngüsünü, sınıf ayırımını, inançları kısacası insanlığınızı sorgulatan bir yer. Ölümle yaşam içi içe, doğal bir döngü halinde. Karmakarışık duygular içinde tapınaktan ayrılıyorum, ama Nepal’e bir daha gelecek olursam burayı bir kez daha ziyaret etmek isterim... 

Nepal seyahatime ait fotoğraflarımdan oluşan sunumumu https://www.youtube.com/watch?v=fAOyYQVsrc0 adresinden izleyebilirsiniz.


Özlem ŞENOL

08.08.2016