12
Şubat 2016 Cuma RİBAVU ŞEHRİ VE KİVU GÖLÜ
Afrika'nın orta doğu kesiminde, Kongo
Demokratik Cumhuriyeti, Ruanda ve Uganda arasındaki sınır bölgesinde 80 km
boyunca uzanan volkanik Virunga dağlarında
(M'fumbiro dağları olarak da
biliniyor) aileler şeklinde yaşayan gümüş sırtlı gorilleri ziyaret
edecek olan arkadaşlarımızın sabah 05:00’de kalkmaları yüzünden biz de güne
oldukça erken başlıyoruz. Fatima otel ilginç bir yer. Ortada bahçe, kenarında
odalar, banyo, çamaşırhane, mutfak ve ayin yapılan odalar yan yana. Her şey son
derece sade, huzurlu. Sabah otel çalışanları için düzenlenen ayini dinliyoruz, katılmak
isteseydik kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum, sadece kapıdan bakmakla
yetiniyoruz. Kahvaltımızı rahat rahat yaptıktan sonra saat 09:00 için
randevulaştığımız rehberimizi bekliyoruz. Rehberimiz tam vaktinde geliyor. 28
yaşında bir genç ve adı Barak. Bizleri arabasıyla “Ribavu” şehrinde yer alan “Kivu”
gölüne götürecek.
Yolda bol bol başının üstünde meyve-sebze, sırtında ise bebek taşıyan kadınları
görüyoruz. Herkes yolda, ya pazara ya okula yürüyorlar. Ayrıca yolda çay bahçelerinde çalışanları, sarı
bidonları ile su sırası bekleyen insanları, yemyeşil muz bahçeleri ve işlenmiş tarlalar ile soykırımda bir milyondan
fazla insanın ölümünden suçlu bulunan mahkumların şu an kaldıkları hapishaneyi
görüyoruz. Bu arada “Mahoko” ismindeki yerleşim yerinden geçerken inanılmaz
güzellikte verimli bir arazi ile arazide yer alan evlerin çatıları dikkatimizi
çekiyor. Çatılar renkli saçtan ve önlerinde mutlaka 2 sütunlu bir kapısı var.
Son derece modern batılı güzel bir tasarım. Bu arada birden UNICEF’in
çadırlarını görüyorum. Ne olduğunu sorduğumda Kongo’dan Ruanda’ya gelen
mültecilerin kampı olduğunu söylüyor rehberimiz.
Ruanda'da Çay Bahçeleri |
Su Sırası Bekleyenler |
Soykırım Suçlularının Kaldığı Hapishane |
UNICEF Mülteci Kampı |
Ruanda “Agaseke-Barış Sepeti” ile “Imigongo” adı verilen resim sanatı ile meşhur. İlk durağımız sanatçıların bu tip el ürünlerinin kooperatifler vasıtasıyla bir araya getirilerek pazarlandığı yerel bir dükkan. İki bayan alışveriş lafını duyunca adeta kendimizden geçiyoruz ve 1 saati nasıl harcadığımızı bilmiyoruz. Elimizde kocaman bir mask, örme sepetler, aklımızda ise hangisini alacağımıza bir türlü karar veremediğimiz sırtında bebek taşıyan temsili Ruanda bez bebekler. Birde Ruanda’da savaştan dönüşü simgeleyen "Intore" savaş dansında erkeklerin kullandığı başlığı denemeden duramıyorum.Beylerin asık suratı eşliğinde kendimizi arabamızda buluyoruz. Alışveriş için değil, fotoğraf için yola çıktık mottosu ile yola devam :)
Afrika Maskları |
Agasake-Barış Sepeti İşleri |
"Intore" Savaş Dansı Başlığıyla |
Ribavu şehrine yaklaştıkça camiler ve başında takkeli beyaz entarili beyleri görmeye başlıyoruz. Rehberimize bizimde Müslüman olduğumuzu söylüyoruz ama inanmakta zorlanıyor. Rwanda’da hükümet tarafından Müslümanların çok sevilmediğini ve şiddetvari tutumlarından bahsediyor…
Kivu gölüne iyice yaklaştık. Hava oldukça ısındı ve manzara çok güzel.
Göl kıyısında bir şeyler içmek istediğimiz belirtiyoruz ve rehberimiz bizi adı “Paradise” olan bir butik otelin göl
kıyısındaki bahçesine götürüyor. Avrupalı yaşlı turistlerin tercih ettiği
huzurlu ve hoş bir mekân. Bahçesinde güneşin biraz kırılmasını beklerken bir
yandan kahvelerimizi yudumluyor bir yandan da önümüzde balık tutan, yük taşıyan
kayıkçıların fotoğrafını çekiyoruz.
Kivu Gölü-Paradise Cafe |
Kivu Gölü Balıkçıları |
Gölün içindeki ufak bir ada ile karşı kıyıdaki balıkçı barınağı
dikkatimizi çekiyor. Bir saatlik molanın arkasından yola tekrar çıkıyoruz ve Ruanda’nın
meşhur bir fabrikası olan “Primus” tesislerinin içinden
geçerek balıkçıların bulunduğu sahile ulaşıyoruz. Burada da çekimler yapıyor ve
sahilde kurulan ufak bir pazarda muz satıcısı hanımlar ile bir sohbet ediyoruz.
Kivu Gölü Balıkçı Barınağı |
Kivu Gölü Pazarında Muz Satıcılarıyla |
Muz Satıcısı Bayanlar |
Rotamızda termal suların çıktığı bölgeyi ziyaret etmek var. Yol üzerinde
bir hidroelektrik santral tesisi görüyoruz. Termal suların bulunduğu yerde yüzeceğimizi
hayal ederken ufacık bir koya geliyoruz. Kiwu gölü kıyısında sıcak su kaynağı
burasıymış. Suya girmeniz mümkün değil çok sıcak diyorlar. Suyun kenarında
oluşmuş ufak bir çamur havuzu başında bekleyen bir bayan var, masaj
yapılıyormuş. Seyahate çıkmadan önce Kenya Büyükelçiliğinden aldığım bir
tanıtım DVD’sinde gördüğüm termal gölü hatırlayınca, bu suya kim girer diye
düşünerek ufak bir hayal kırıklığı yaşıyorum…
Kivu Gölü Termali |
Bu arada rehberimiz Barak, programımızda olmayan bir etkinliği bizlere
sunuyor. Demokratik Kongo sınırına çok yakınız ve bizim için özel bir izin alarak
bizi tampon bölgeye götürebileceğini söylüyor. Bizde bu fırsatı hiç
kaçırmıyoruz ve doğruca sınır kapısına gidiyoruz. Sınır kapısı çok kalabalık,
serbest ticaret bölgesine giriyoruz, herkes tekerlekli arabalarla, çuvallarla,
kadınlar ise başlarının üzerinde bir şeyler taşıyor. Kelimenin tam anlamıyla tam
bir pazar yeri. Fotoğraf çekimine izin verilmese burada bir kaç kare fotoğraf almadan yapamıyoruz…
Ruanda-D. Kongo Sınırı Serbest Bölgesi |
Buralara kadar gelmişken Demokratik Kongo’ya uğramamak ve D. Kongo
güzeliyle bir hatıra fotoğrafı çektirmemek olur mu hiç :)
D. Kongo Güzeliyle Hatıra Fotoğrafı |
Ruanda-D. Kongo Sınırında |
Demokratik Kongo sınırından ayrılarak öğle yemeğimizi yemek üzere “Lake Kivu Serena Otel”e geçiyoruz. Göl
kenarında gerçekten çok güzel bir otel ve açlığımızı unutarak kendimizi hemen
plaja ve ılık sulara atıyoruz. Daha sonra otelin bahçesinde çimlerin üzerinde
günün yorgunluğunu çıkarıyoruz…
Kivu Gölü Serena Otel Plajında |
İki saatlik dinlenme molamızın ardından dönüş yoluna başlamak üzere
otelin ön bahçesine geçiyoruz ki birden beklenmedik bir yağmur başlıyor.
Üşütmeyen yağmur çok da sürmüyor. Arabamıza tekrar biniyoruz ve sabah göl
kenarında gördüğümüz “Attari” plajının
yakınındaki balık kurutma alanına geçiyoruz. Ancak yağmur sebebiyle bütün
satıcılar kurutulmuş balıklarını sergilerden toplayarak kaldırmışlar. Fotoğraf
açısından bugünün kaybı da bu oluyor. Saat 17:00’ye doğru Fatima Kampımıza
dönüyoruz. Bu arada Fatima Otelin ufakta olsa bir hediyelik eşya reyonu
olduğunu fark ediyorum. Reyonda tahtadan insan büstleri, kayıkçılar, masklar,
el işi tablolar, çeşitli takılar ve tabi ki İnciller var. Sisteki Goriller
filminden esinlenerek hazırlanmış olan ve üzerinde Sisteki Beyaz Adam yazılı
tişört ile Bunyonyi gölünde gördüğümüz kayıkçıları temsil eden tahta heykeli
hiç tereddütsüz beğenip hemen alıyorum.
Saat 18:30’da gümüş sırtlı goril turundan dönen yorgun arkadaşlarımız
ile birlikte Musanze şehrinde bir gece önce buldukları restoranda balık, tavuk
ve kırmızı etten oluşan tercihli menü ile akşam yemeğimizi yiyerek günü
sonlandırıyoruz.
13
Şubat 2016 Cumartesi KİGALİ VE
SOYKIRIM MÜZESİ ve RWAMAGANA
Sabah saat 08:00’de yolculuğumuz hafif bir yağmur altında başlıyor ve
Ruanda’nın başkenti Kigali’ye doğru yola çıkıyoruz. İlk durağımız “Soykırım
Müzesi”.
Kigali Soykırım Müzesine ilişkin izlenimlerimi http://ozlemcegeziyorum.blogspot.com.tr/2016/03/ruanda-kigali-soykirim-muzesi.html
adresinde yer alan yazımdan okuyabilirsiniz.
Soykırım Müzesinden çıktığımızda kimse bir kelime konuşmak bile
istemiyor. Tırımıza biniyoruz ve Kigali içinde bir tur atarak alışveriş
merkezine gidiyoruz. Akşam yemeği için alışverişimiz yapıyoruz. Bu arada meşhur
Ruanda Oteli filminin çekildiği otelin önünden de geçiyoruz. Daha sonra Rwamagana’da
bulunan “Avega East” isimli kamp
sahamıza doğru yola çıkıyoruz. Yeni kampımız yine kocaman yeşil bir bahçe
içinde. Odalara şöyle bir bakıyoruz ve hoşumuza gidiyor sadece bir gece
kalacağımız bu kampta çadır kurmamak için odada kalmaya karar veriyoruz.
Avega East Kamp Alanı |
Avega East Kamp Alanı Kafeteryası |
Avega East Kamp Alanında Akşam Yemeği Hazırlığı |
Osman Hoca ve Often, Avega East Kampında |
Odamızda hemen bir ılık duş alarak yemek hazırlığında arkadaşlarıma yardım ediyorum. Yine bir Türk yemeği gecesi. Bugün menüde etli, sebzeli türlü ve pilav var. Yemek için bu akşam Often ve ben de yardımcı oluyoruz, çünkü bu akşam sevgili Osman Hocamız için sürpriz doğum günü partimiz var. Yemekten sonra üflenen mumlar ve doğum günü partisiyle keyfimiz yerine geliyor. Saat 22:00'e doğru bu kadar keyif yeter diyorum, çünkü tır temizleme sırası da bende. Yemek ortağım Andrew ile birlikte hızlıca tırımızı temizleyerek, rahat yatağıma dönerek deliksiz bir uykuya dalıyorum.
14
Şubat 2016 Pazar RUANDA-TANZANYA
SINIRI VE BİHARAMULO
Bugün uzun bir gün olacak rotamızda Ruanda’dan Tanzanya’ya geçiş var.
Sabah kahvaltımızı 07:30’da tamamlayarak Tanzanya sınırına doğru yola
çıkıyoruz. Öğleye doğru sınırdayız. Doğu Afrika vizesi Tanzanya’yı kapsamadığı
için hepimiz sınır kapısında 50 dolar karşılığında vize alıyoruz. Öğle yemeği
olarak bir gün önce alışveriş merkezinden aldığımız samosalarımız ayranlarımız
ile birlikte yiyoruz. Bütün günümüz yolda geçiyor. Bu rota Oasis Overland dahil hepimiz
için yeni bir rota ve ilk kez deneniyor. Bu sebeple yol durumunda
bilemediğimizden dolayı yeni bir konaklama yeri bulamayacağımız ve belki de ilk
defa bir “bush camp” yapacağımız söyleniyor. Yani yolumuz üzerinde bulacağımız
güvenli bir alanda doğayla baş başa kalacağız. Ben bunun çok keyifli bir
deneyim olacağını düşünüyorum.
Sınırdan geçerek Tanzanya’ya girdikten sonra elimizde kalan Ruanda
paralarını çevirmek ve diğer acil ihtiyaçlarımız için bir kasabada duruyoruz.
İnsanların ve özellikle çocukların sarı tırımıza olan ilgileri çok fazla. Tam
hareket edeceksen tırın arka merdivenine bir çocuğun takıldığını şoförümüz
Often yan aynadan fark ediyor. Tırın aniden durmasıyla olayın bizde farkına
varıyoruz. Often tırdan inip koşarak çocuğu kovalamaya başlıyor ve onu
yakalıyor. 10-12 yaşlarındaki erkek çocuğu tırın en önüne getiriyor bir şeyler
konuşuyor. Biz araçtan inemediğimiz için ne olduğunu anlayamıyoruz. Çocuk salya
sümük ağlıyor, Often çocuğun benzer hareketlerde tekrar bulunmaması için ona
bir ders vermek gayesiyle kendisini polise şikâyet edeceğini söyleyerek çocuğu
bırakıyor. Çocuk tırın arkasına geliyor ve bize artist hareketler yaparak
bizden para istiyor. Sanki az önce ağlayan çocuk o değildi J Often’in gittiğimiz
her yerde çocuklara karşı ilgisi ve ders verme şekli gerçekten takdire şayan :)
Hava kararmak üzere ve merakla nerede kamp yapacağımızı merak ederken
“Biharamulo” kasabasında tarihi bir Alman kalesinden kalma alanda kamp yeri
buluyoruz. Oda sayısı sınırlı, bu yüzden kura çekiyoruz. Oda bize çıkıyor ancak
odalarda çok da bakımlı değil. Duş yapmak bile içimizden gelmiyor. Bu yüzden
çadırda kalmaya karar veriyoruz.
Biharamulo-Alman Kalesi Kamp Alanı |
Biharamulo-Alman Kalesi Kamp Alanında |
Kaldığımız tesisi gündüz gözüyle sabah inceleme fırsatımız oluyor. 1902-1905
yılları arasında inşa edilen kale, surlarla çevrili yuvarlak odaları olan yeşil
bir bahçe içinde tarihi ve ilginç bir mekân. Karargâh binası içinde, uzun
koridorlar boyunca çalışma odaları, kamp odasına çevrilmiş. Duvarlarda o
dönemden kalma bilgilendirici fotoğraflar, silahlar ve hayvan başları. Bu
sebeple biraz da ürkütücü geliyor. Aslında tesis biraz bakım görse çok ilginç
bir yer haline gelebilir. Bu arada bu kadar bakımsız bir kamp alanında bahçede kocaman
bir uydu çanağı ve her odada eskide olsa TV var :)
Biharamulo-Alman Kalesi Odaları |
Biharamulo-Alman Kalesi Odaları |
15
Şubat 2016 Pazartesi VİKTORYA
GÖLÜ ve MWANZA
Sabah saat 06:00’da erkenden uyandık ve çadırlarımızı topladık. Saat
08:00’de yola çıktık. Bugün Viktorya gölünde tırımızla birlikte feribota
bineceğiz. Yol boyunca manzara yine harika ufak kırmızı kuşları ve devasa
boynuzlu sığırlardan her yerde görüyoruz. Tam su kıyısında bir sığır sürüsüne
rastlıyoruz ama nedense yerel halk fotoğraf çekmemize tepki gösteriyor.
Dev Boynuzlu Sığır |
Dev Boynuzlu Sığır Sürüsü |
Saat 14:30 gibi feribotun kalkacağı iskeleye geliyoruz. Tırdan inerek
iskelenin yakınındaki bakkallardan ufak tefek ihtiyaçlarımızı gideriyoruz. Hava
o kadar sıcak ve nemli ki çok bunalmış durumdayız. İskele de oldukça kalabalık. Feribot yolculuğumuz ılık bir rüzgar eşliğinde yarım
saat kadar sürüyor. Bölgenin coğrafyası da çok ilginç. Gölde ufak adaların
arasından geçerek saat 15:00’de karşı iskeleye ulaşıyoruz.
Viktorya Gölünde Feribot |
Bu arada feribotta bana çok komik gelen bir olay yaşıyorum. Feribotun
balkonunda oturduğum sıranın karşısında iki genç bayan yanlarında çocukları ile
oturuyorlar. Bayanlardan biri siyah kıyafetler içinde Müslüman Arap olduğu hemen
anlaşılıyor ve kucağında 1-2 yaşlarında erkek çocuğu var. Diğer bayan ise rengârenk
ve oldukça şık kıyafetler içinde. Kollarında, boynunda ve kulaklarında altından
takıları olan hali vakti belli ki yerinde olan bir bayan. Yanında da bembeyaz fırfırlı
elbisesi ve çorabı ile beyaz fiyonklu ayakkabısı olan 2-3 yaşlarında sevimli mi
sevimli kızı var. İskeleden kızarmış patates almışlar ve kız çocuğu eli yüz yağ
içinde kalmış şekilde patates kızartmasını yiyor. Bu dünyada patates sevmeyen
çocuk yok sanırım. Hali o kadar sevimli ki gözümü ondan alamıyorum. Artık nasıl
dikkatli izliyorsam çocuk benden bir anda korkarak ağlamaya başlıyor. Annesi ne
kadar susturmaya çalışsa da kız çocuğu susmuyor ben şirinlik yaptıkça o daha da
ağlıyor. Bu arada gözler kapalı ama bir yandan da patatesini yemeye devam
ediyor. Gözünü açıyor, karşısında beni görüyor ağlıyor ve patates yemeye devam
ediyor :) Erkek bebek ise
gözlerini benden ayırmıyor o kadar dikkatli izliyor ki, birkaç kaş göz işareti
yapınca oda gülmeye başlıyor. Annesi de beni seyrediyor. Kollarımı uzatınca
kadın hiç tereddüt etmeden çocuğu hop diye kucağıma bırakıveriyor. Bu halimizi
gören kız çocuğu ise hepten hıçkırarak ağlamaya başlıyor. El, yüz, üst, baş
yağı içinde kalıyor. Annesine kolonyalı mendil uzatıyorum kızını temizliyor.
Erkek bebek kucağımda gülücükler atarken kız çocuk çığlık çığlığa :) Kızın neden ağladığını
sonradan kavrayabiliyorum. Bizde ufak çocukları esmer insanlarla korkuturlar
ya, sanırım aynı şey Afrika’da beyaz insanlar için geçerli :) Kucağımdaki
yakışıklıyı iskeleye yanaşınca annesine teslim ederek feribottan ayrılıyorum. Feribot
çok kalabalık olduğundan tırımız bir sonraki feribotla 15:30’da gelebiliyor.
Viktorya Gölünde Feribotta |
Mwanza şehrine gelmemiz saat 18:00’i buluyor. Bizim için yolda geçen
yine uzun bir gün oluyor. Mwanza, Tanzanya’nın 2. büyük şehri ve ticaret
merkezi. Kıyıda bir rafineri görüyoruz. Ayrıca yollarda antrenman yapan birçok
kızlı erkekli koşucu. Yoldaki insanlarla vücut dili ve mimikler sayesinde
inanılmaz diyaloglar kuruyoruz… Victoria gölü kenarında birçok turistik tesis
var.
Mwanza’nın coğrafi yapısı da oldukça çok ilginç, her yer volkanik
kayalarda dolu. Rüzgâr erozyonu ile şekillenen kayaların yanlarına evler
yapılmış. Kayaların şekilleri peri bacasına benzemese de burası hem bize hem de
tur liderimiz Tracy ile ülkemizi daha önce ziyaret eden İngiliz arkadaşımız
Martin’e Kapadokya’yı hatırlatıyor. Birbirimize bakarak gülüşüyoruz… Artık
yavaş yavaş evimizi özlemeye başladık sanırım…
Victoria Gölü kenarında “Tunza Resort” adındaki tesisimize güneşin
batışını 10 dakika kala ulaşıyoruz. Tesis gerçekten çok güzel ve güvenliğinden
yerel giysili Masai Mara erkekleri sorumlu. Keşke buraya bir saat kadar önce
gelebilseymişiz diye içleniyoruz. Kamp sahasında daha önce Kenya’da Karen
Kampta tanıştığımız diğer bir tur firmasının kampçıları ile karşılaşıyoruz.
Onlar muhtemelen daha erken gelmişler, kimisi gölde yüzerken, kimisi de bilardo
oynuyor.
Mwanza-Viktorya Gölünde Güneş Batımı |
Göl kıyısında kumların üzerinde bir masaya oturarak hemen ayaklarımızı
ılık kumlara sokarak, soğuk bir şeyler içiyoruz. Yayında da patates kızartması
keyfi yapıyoruz. Burada çadır kurmaya hiç niyetimiz yok, odalar o kadar keyifli
ve güzel gözüküyor ki… Çatıları samandan duvarları topraktan yapılmış
kulübelerin içi bir harika. Beyaz tülden cibinlikli bembeyaz yataklar, harika
bir banyo sanki tropik bir adayız. Oda fiyatı 60 dolar ve odalarda 3 yatak var.
3 arkadaş bu fırsatı kaçırmadan hemen odamıza yerleşiyor ve harika bir duş
alıyoruz.
Mwanza Tunza Resort |
Yaklaşık 12 saat süren bugün ki yolculuğumuzda o kadar yorulmuş ki, yemek
gruplarından kimsenin eli ayağı kalkmıyor. Grup liderimiz Tracy’de bugün
hepimize bir kıyak yaparak akşam yemeğimizi Tunza Resort’ün restoranında
ayarlıyor. yemek bitiminde grup liderimiz Dan tarafından Tanzanya hakkında
bilgiler aktarılıyor. Alman kalesinden sonra bu gece keyfimize diyecek yok
açıkçası. Yemek sonrası plajdaki kumların üzerinde ay ışığı altında dalgaların
seslerini dinliyoruz. Yarın benim için çok büyük gün olacak !!! Sabah çok erken kalkarak
Serenegeti’de safariye çıkacağız. Bu yüzden geceyi daha fazla uzatmadan yarın için bol enerji toplamak adına konforlu odamıza
çekiliyoruz: )
Özlem ŞENOL
21.04.2016